Fizik tedavi ne vadeder?

Öne Çıkanlar Sağlık
Fizik tedavi ne vadeder?

Fizik tedavi yöntemleriyle sağlığına kavuşan bir hekimin kaleminden tedavi süreci

Fizik tedavi ve rehabilitasyon terimleri, bazen birbirlerinin yerine kullanılır. Ancak anlamları farklıdır. Rehabilitasyon, bir şeyi orijinal haline getirme, yeniden forma sokma sürecidir. Her türlü kapsamlı tedavi programına dahil edilebilir. Fizik tedavi se rehabilitasyonun, bedensel güç ve harekete odaklanan bir türüdür. Her iki uygulama da iyileşme sürecini hızlandırmayı amaçlar.

Nasıl ki, ilaçla tedavide kimyasal yöntemler kullanılıyorsa, fizik tedavide de fiziksel yöntemler kullanılır. Bunların en çok kullanılanları elektrik akımı, ultrases dalgaları, lazer ışınları, yüzeyel ve derin ısıtıcılardır. Bu yöntemler daha çok ağrı kesici, doku iyileşmesini arttırıcı, ödem çözücü ve spazm giderici olarak tedavide yerlerini almıştır.


Fiziksel tedavinin diğer bir alanı “rehabilitasyon” tedavileridir. Bu yöntemlerde, fiziksel yöntemlere ek olarak, her hastaya göre veya hastalığına özel egzersiz programları uygulanarak; eklem hareket açıklığını germek, esnetmek, arttırmak, güçlendirmek, dayanıklılığı artırmak, dengeyi ve koordinasyonu sağlamak, duruş düzeltmek gibi hedefler gözetilir. Fizik tedaviden daha zor olan şey, iş ve uğraşı terapisidir. Konuşma terapisi tüm bunlardan daha meşakkatli bir çalışma gerektirir.

Bugün engelli olan birçok insanı, dört duvar arasından kurtararak onlara verimli bir hayat hediye eden birçok bilimsel gelişme ve teknolojik yenilik mevcuttur. İnsana değer vermeyle başlayan süreçte, birçok gözlem ve bilimsel araştırmanın sonucunda beynin, işlevini önemli derecede yerine getiremeyen kısımlara, tekrar hareket kabiliyeti kazandırabilen uyumlu ve dinamik bir yapıya sahip olduğunun anlaşılması, bu gelişmeler içinden en önemli olanıdır.

Biz öğrenciliğimiz zamanında, beynin bir elektrik devresi gibi olduğunu öğrenmiştik. Eğer elektrik telleri bir kez zarar gördüyse, yani nöronal şeritler ve sinirler hasara uğradıysa, her şey bitmiş demekti; beyindeki tüm işlevler, kesinlikle geriye döndürülemez bir şekilde yitirilmişti. Günümüzde ise artık ileri görüntüleme teknolojileriyle beynin içine girerek, kişinin gösterdiği çaba ve istek karşısında beynin kendine çizdiği yeni yolları bile gözlemleyebiliyoruz.

Fizik tedavi uzmanları, fiziksel tıp ve rehabilitasyon konusunda uzmanlaşmış hekimlerdir. Bilgileriyle, yaptıkları araştırmalarla, öğretileriyle ve yönlendirmeleriyle fizik tedavi ve rehabilitasyon hizmetlerine büyük katkıda bulunurlar. Hastaları çok iyi tanıyan ve onlara günlük çalışmalar yaptıran, motivasyonlarım yükselten fizyoterapistler, genellikle hastaların tedaviden olumlu sonuçlar almasını sağlarlar.

Fizyoterapistler öncelikle yürüme kabiliyeti üzerinde, konuşma terapistleri düzgün iletişim becerisi kurma üzerinde, iş ve uğraşı terapistleri de el ve kolların işlevleri üzerinde yoğunlaşırlar. Tüm bu terapilerin kesiştiği oldukça fazla ortak nokta mevcuttur.

Fizik tedavi yöntemleriyle sağlığına kavuşan bir hekimin kaleminden bu tedavi sürecini okumak, kanaatimce, tıp bilgisine ve pratiğine hakim bir hastanın fizik tedaviden edindiği sağaltımı ve yararları birinci elden anlayabilmek açısından oldukça isabetlidir.

Birkaç yıl önce, 60 yaşımdayken, sağ tarafımı iş görmez hale getiren bir inme geçirdim. İyileşmeye başladığım sırada, sol kolumun ve elimin kangren (nekroz) olmasına yol açan “kahverengi münzevi örümceği” (Loxosceles reclusa) denen küçük zehirli bir örümcek tarafından ısırıldım. Kolumu kurtarmak için on tane ameliyata katlandım ve bu süreçte kolum, kol askısında uzun süre dikey pozisyonda hareketsiz kaldı. Bu hareketsizlik, geçirdiğim inmenin üstüne bir de güçsüzleşmiş ve donmuş eklem komplikasyonlarını ekledi. İki yıl süren tedavilerin sonunda ne yürüyebiliyor, ne yemeğimi kendim yiyebiliyor, ne olduğum yerden kıpırdayabiliyor, ne de kaşınan yerlerimi kaşıyabiliyordum. Sadece başımı iki yana beş derece oynatabiliyordum. Bu nedenle yattığım yerde bol bol düşünme imkânı buldum.

Bunu kesinlikle tavsiye etmiyorum, ama bir hekimin hayatında yaşadığı hiçbir şey, onu hastane odalarına, ameliyathanelere, yoğun bakım birimine, radyoloji bölümüne taşıyan tekerlekli sandalyede, hastane koridorlarında saatlerce beklemeye zorlayan ve sabaha karşı dörtte idrara çıkmak isteyip de hemşireleri çağıramayacak duruma getiren bu hastalığın yaşattığı acılar kadar değerli öğretilerde bulunamazdı.

Hastane hekimliğiyle ilgili oldukça detaylı bir tıp eğitimi almıştım. Burada yaşadıklarım sayesinde de, benzer şekilde bizzat deneyimleyerek fizik tedavi ve rehabilitasyonu öğrendim. Benim durumumu gören fizyoterapistler gülümseyerek bana selam verir ve ardından, “Bakalım, nereden başlayacağız” cümlesini kurarlardı.

Geçirdiğim inme, yoğun retroperitoneal kanama ve şiddetli gut nöbetleriyle daha kötü hale geldiğinden haftalarca fizyoterapist yüzü görmemiştim. Sağ tarafımı hiç hareket ettiremez bir halde (sadece esnediğimde yataktan yaklaşık 15 santim kalkan kolum bana büyük mutluluk veriyor ve daha çok esnemek istiyordum), bilinç, hafıza, zeka ve konuşma yeteneğim gibi bozulmayan işlevlerimin değerini daha çok anlamaya başlamıştım. En azından, Dalton Trumbo’nun II. Dünya Savaşı’nı konu alan Johnny Got His Gun adlı romanındaki (Türkçe’ye Johnny Savaşa Gider olarak çevrilmiştir) görme, işitme, koku alma yetisini kaybetmiş, kolları omuzlarından, bacakları baldırlarının en üst kısmından kesik, kendi deyimiyle, bir et yığınından ibaret olan roman kahramanından daha iyi durumdaydım. Benim durumumda kaçınılmaz olan ve her sabah önüme gelen sabah sütü gibi aklıma düşen depresif düşünceleri defetmek için, zamanımı ailem ve arkadaşlarımla doldurdum. Onların refakatinden destek aldım, sevgilerinden yaşama gücü buldum.

Kendimi iyi hissettiğim bir gün başucuma iki fizyoterapist geldi ve bana, “Kalkmaya hazır mısınız?” diye sordular.

Bu soru karşısında onların deli olduğunu düşünmüştüm. Tablomu hiç incelemeden, vücudumu kullanamadığımı bilmeden odama gelmişler diye düşündüm. Yine de burada oldukça tanınmış biri olarak, ödlek ve cesaretsiz bir hasta gibi görünmemek için, onlara hayır diyemedim. Gülümseyerek, “Tabii ki” dedim, “hemencecik kalkarım”.

Bir yiğit gibi acılara katlanarak kalkmadan önce, gülerek ve ısrarla, “Lütfen, bu kadar hızlı kalkmayın, yardıma ihtiyacınız olacak. Öncelikle ayaklarınızı yataktan sarkacak şekilde oturuş pozisyonuna geçmeniz gerekli” dediler. Bu iki kadın, son derece dikkatli ve büyük bir güçle, başımın dönebileceğini ve düşmemek için bana destek olacaklarını söyleyerek beni oturttular.

Yatağın bir kenarında oturan bedenim, sanki hayali bir rüzgârda dalgalanan bayrak gibi, sanki yumuşak bir makarna tanesi ya da gıdaklamaya korkan bir tavuk gibiydi. Terapistler, “Harikasınız, muhteşem! Bakalım bu şekilde ne kadar süre durabileceksiniz? Eğer tekrar uzanmak isterseniz sadece söyleyin. Kontrolümüz altındasınız” dediler.

Ben ise, “Ama kendimi kontrol altında hissetmiyorum” dedim.

“Ama öylesiniz, şimdi vücut ağırlığınızı öne vererek ileri geri sallanmaya başlayın” dediler.

“Zaten öyle yapıyorum” dedim.

Neredeyse kızım olacak yaştaki genç terapist L., “Hareketinizi kontrol etmeyi deneyin. İleriye ve geriye doğru sallanmayı biraz daha artırın. Merak etmeyin biz yanındayız,” dedi. Ardından çok büyük bir çaba gösterdim ve birdenbire diğer terapist V.’ye doğru yığıldım. Kendisi, “Harika, çok iyi” diyerek benim moralimi yüksek tutmaya çalıştı. Ardından, “Ayağa kalkmaya hazır mısınız?” diye sordu V.

O sırada, sen ciddi misin, demek geldi içimden. Ama o zamana kadar bana ne kadar ciddi olduklarını zaten göstermişlerdi. İkisi çoktan ayağa kalkmış, beni önden, arkadan, sağımdan ve solumdan tutuyorlardı. Birden sol ayağımın ölü gibi ağır bedenimi kaldırdığım hissettim. Mucizevi bir şekilde biraz hareket etmiştim. Biraz öne biraz arkaya doğru adımlarla dengede durmaya çalışıyordum, tüm oda heyecan içindeydi. Sağa doğru düşecekken, dengemi bulup dimdik olmasa da ayakta durmayı başarmıştım.

“Vay be, sıkı tut beni” diye bağırdım.

“Ayağınızı tam burada tutmayı deneyin” dediler ısrarla.

Evet, olmuştu; iki saniyeliğine de olsa bunu yapmıştım. Ardından fizyoterapistlerimin yönlendirmesiyle ve yüzlerinden düşmeyen gülücükleri eşliğinde tekrar oturma pozisyonuna döndüm. Bunun için beni Nobel Ödülü’ne layık görürler miydi acaba? Ama gerçekten kendimi iyi hissettim. Bunu başarmıştım.

“Hadi bir kez daha deneyelim” dedi L., göz kırparak. “Bunlar ya çatlak ya da sadist” diye geçirdim içimden. Fakat aklıma gelen başıma geldi. Nasıl hayır diyebilirdim ki? Bu sefer ayağa kalktığımda üç saniye durmuştum ve L. tekrar yatağa lop diye düşmeden önce, “Hadi adım atalım” dedi.

Her nasılsa sol ayağımı öne doğru uzattım ve vücudumun sağ tarafını da yanına sürükledim. Ayağım çok çirkin görünüyor olmalıydı. Serbest hareket edemediğinden yürüyemiyordu. Yine de fizyoterapistlerime tutunarak ayakta kaldığım o an, tüm dünyalar benim olmuştu.

Ertesi sabah tekerlekli sandalyeyle jimnastik salonuna götürdüler beni. Orada, tekrar yürüyebilmek için çabalayan birçok hasta ile tanıştım. Bunlar arasında benim gibi inme kurbanları, tıbbi nedenlerle kolu ya da bacağı kesilenler, Parkinson hastaları, beyninde tümör olanlar, beyin yaralanması olanlar, kalça ve diz protezi olanlar, beyin felci geçirenler bulunuyordu. Hepimiz bir sınıf oluşturmuştuk. Haftalar ilerledikçe, fizyoterapistler her birimizin fizyolojik, duygusal sorunlarıyla ve motivasyon eksikliği konusunda sırayla ilgileniyor, biz de birbirimizi teşvik ediyorduk. Yaşadığımız ıstırap ve gösterdiğimiz çaba o kadar büyüktü ki, ilerleme ve yenilgilerimiz bizi adsız bir düşmana karşı savaşan gerilla savaşçıları gibi birbirimize kenetledi.

Tüm bunların hepsi o jimnastik sınıfında gerçekleşti. Sınıftaki tüm hastaların ve terapistlerin isimleri hâlâ aklımdadır. Umutları, düşleri, cesaretleri, korkaklıklarıyla tüm hastaları ve üstün yetenekli, kendilerini mesleklerine adamış, şefkat dolu terapistleri nasıl unutabilirim. Daha önce hiçbirini tanımadığım o insanların yakarışları, göz yaşları, ter dökmeleri hiç aklımdan gitmiyor. Jimnastik salonu benim ruh halim, sınıfım, evim oldu; terapistler de koruyucu meleklerim. Hepsi çok yetenekli, akıllı, dayanıklı ve merhamet doluydu. Dersler bitince de yanlarından ayrılmadığım için beni kovmak zorunda kalıyorlardı artık.

Ellerimiz, çok ince işleri bile yapabilen birçok küçük kastan oluşuyor ve bu nedenle ellerimizin eski haline dönmesi çok uzun zaman alıyor. On beş dakikalık bir el işinden sonra ellerim yorgun düşmüştü hemen. Her iki elimi de kullanamıyordum; sağ elim inmeden, sol elim de geçirdiğim bir dizi doku nakli ameliyatı yüzünden işlevini yerine getiremiyordu. İş ve uğraşı terapimin ilk seansında, sol elim hâlâ iyileşme sürecini tamamlamadığı ve sol omuzum ile dirseğimi geremediğimden, öncelikle sağ el kullanımı üzerinde yoğunlaştık.

Benim ilk iş ve uğraşı terapistim olan J., sağ elimin baş parmağını hareket ettirmemi söyledi. Bunu yapmak için parmağımı oldukça zorlamıştım. Fakat hiçbir hareket yoktu. J. bunu yaparken, kendimi hiç zorlamadan yapmamı istedi. Dişlerimi gıcırdatmadan, tansiyonumu yükseltmeden ve nefes almayı unutmayarak ve baş parmağımı oynattığımı düşünerek denememi istedi. Fakat baş parmağımda yine hiçbir hareket yoktu. Bu alıştırmayı haftanın her günü tekrarlamaya başlamıştık. Bu arada, sallanarak da olsa, kendi kendime ayakta durabiliyor ve artık terapistime, içimden de olsa, kaçık demiyordum.

Cuma günü bana iyi hafta sonları dileyerek pazartesi baş parmağımı hareketli görmek istediğini, el ayasının baş parmak hizasındaki kabartısında hafif kas tonusu (bir uyarıya cevap olarak kasların kasılma yeteneği) hissettiğini söyledi ve gitti. Ben de bunun üzerine tüm cumartesimi baş parmağımla çalışarak ve bir yandan da duyduğum motivasyonun iyileşmeden mi yoksa sevimli J.’den mi kaynaklandığını merak edip durdum. Pazar günü birden baş parmağım titredi. O gece bunu terapistime göstermek için duyduğum heyecandan gözüme uyku girmedi.

Şimdi bunun ardından yıllar geçti, artık yürüyebiliyor, tüm günlük aktivitelerimi yapabiliyorum. Oldukça verimli çalışmalar yapıyor ve seyahatlere çıkabiliyorum. Tüm bunların hepsini, II. Dünya Savaşı sonunda, birçok yerde geliştirilen alt alanlar olan fizik tedavi ile iş ve uğraşı tedavisine borçluyum. Milyonlarca insan gibi ben de yolun kenarına terk edilmekten kurtulup “hayata döndürüldüm”.

Prof. Dr. Kadircan Keskinbora / Bahçeşehir Ü. Tıp F. Öğretim Üyesi

Kaynaklar:

Rehab and Physical Therapy - What’s the Difference?

https://www.onsite-physio.com/reports/rehab-and-physical-therapy-whats-the-difference 

Straus EW, Straus A. Tıbbi Mucizeler: Tıp Tarihinde Yaşamı Değiştiren 100 Gelişme. 2. Baskı. İstanbul: Domingo Yay. 2017, s.366-71.