Hepimiz olumsuzluğa daha yatkınız

Öne Çıkanlar Sağlık
Hepimiz olumsuzluğa daha yatkınız

Tehlikelerle dolu bir dünyada, olabilecek en kötü şeyi beklemenin hayatta kalma olasılığını ciddi oranda arttırmış olduğu da bir gerçek. Öyle ki, düşünce biçimimizdeki olumsuzluğa yatkınlığın evrilmiş bir davranış olduğu söylenebilir. Beyinlerimiz bu olumsuzluğa daha yatkın olma doğrultusunda işlemeyi sürdürüyor. Geniş kapsamlı ruhsal olgulardan elde edilen çeşitli türlerde kanıtlar “kötünün” genelde “iyiden” daha güçlü olduğuna işaret ediyor.

Ne yazık ki, olumsuzluğa yatkınlık düşmanlardan korunmamız açısından etkili olmakla birlikte, doğuştan edindiğimiz bu özellik günümüz dünyasında sağlıklı kararlar alma konusunda görünürde pek de etkili olamıyor. Günümüzde bir hayvana yem olmamız çok daha düşük bir olasılık, ancak yaşam biçimleriyle ilgili sağlıksız kararlar yüzünden kronik hastalıklar giderek tüm dünyada ölümcül bir etki yaratıyorlar.

Kişiye kalp hastalığı, kanser, solunum sistemi hastalığı, ya da şeker gibi ciddi bir hastalık tanısı konduğunda, bunun o kişinin davranış biçiminde değişikliğe gitmesini gerektirecek yeterince etkili bir neden olduğunu düşünebilirsiniz. Bilim insanları, 2012 yılında, 17 bin 276 kişi ile ilgili verilerin temel alındığı bir çalışma kapsamında bu konuyu ele aldılar. Araştırmanın odağını oluşturan ilk konu, ciddi bir hastalık tanısının konmasından önce ve sonra hastaların sergiledikleri davranış biçimleriydi.


12 yıllık bir zaman dilimini içeren verileri incelemeden geçiren araştırmacılar, insanların -kronik bir hastalık tanısı konduğunda bile- yaşam biçimleriyle ilgili davranışlarında çok ender olarak olumlu değişiklikler yaptıklarına tanık oldular.

Bu durum, daha sağlıklı bir yaşam biçimini benimsemenin yaşam süresini uzatabileceği yönünde güçlü bir kanıt olmanın yanı sıra, hastalığın yeniden ortaya çıkma olasılığını azaltıp, kişinin daha nitelikli bir yaşam sürdürmesini sağlar. Görünüşe bakılırsa, kötü bir haber kişinin yaşamında bir değişikliğe gitmesi konusunda pek etkili olmuyor ve insanların olumsuzluğa yatkınlıkları yine de davranışlarını etkilemeyi sürdürüyor. Peki, bu durumda başka bir seçeneğimiz var mı?

Olumsuzluğa yatkınlığa bir çözüm var mı?

Duygusal zekâ ve davranış değişikliği konularında uzman olan Dr. Richard Boyatzis ile meslektaşı Dr. Anthony Jack, 2013 yılında yaptıkları bir araştırmada, birbirlerinin karşıtı olan yaşam koçluğu ve akıl hocalığı yöntemlerini değerlendirdiler.

Araştırmacılar denekleri iki gruba ayırdılar. Deneklerin her biriyle ‘yaşam koçluğu’ ve başarma gücü gibi konularla ilintili 30 dakikalık söyleşiler yapıldı. Ancak söyleşileri yürüten yaşam koçları bu süreçte birbirlerinin karşıtı iki yöntemden yararlandılar.

Birinci gruba, deneklerin karşı karşıya geldikleri sorun ve güçlüklere odaklanan sorular soruldu ve çözümlerin belirlenmesi için de öncelikle sorun çözme yöntemleri vurgulandı. Bu yöntemde genelde başka insanların beklentileri, güçsüzlükleri, yükümlülükleri ve korkularıyla ilintili konular gündeme getirilmekteydi.

İkinci gruba da, deneklerin gelecekle ilgili olumlu düşünceler beslemelerini sağlayacak, söz gelimi, 10 yıl içinde yaşamlarında ne gibi değişiklikler olmasını arzu ettikleri türünde sorular soruldu. Bu sorular deneklerin ileriye yönelik görüşlerini çok daha ayrıntılı bir biçimde ortaya koymaktaydı.

Dr. Boyatzis, ikinci gruba uygulanan ve öngörü, umut, beklenti gibi kavramların vurgulandığı yaklaşımı “Olumlu Duygusal Çekicilik” temeline dayalı bir yaşam koçluğu ve akıl hocalığı olarak tanımlıyor ve bu yaklaşımın birinci gruba uygulanan “Olumsuz Duygusal Çekicilik” temeline dayalı yaklaşımın tümden karşıtı olduğunu belirtiyor.

Ayakta kalmak için olumsuza, başarı için olumluya

Dr. Boyatzis, “Yaşamda ayakta kalabilmek için olumsuza, başarılı olmak için de olumluya odaklanmak gerekiyor” diyor. Gelecekle ilgili olarak olumlu bir düşünceye sahip olmamızı sağlayan, ilgiyi olasılıklara ve beklentilere çekmeye çalışan yaşam koçluğu ve akıl hocalığı yöntemlerinin davranışsal değişiklikleri körüklediği ve umut edilen hedefe ulaşma olasılığını arttırdığı görülüyor.

Ne var ki, bu durum sorunları tümden görmezden gelmek gerektiği anlamına gelmiyor. Tam tersine, zorlu bir iş ya da olanak konusunda düşünmeye başladığınızda öncelikle çıkış noktasının ne olacağına karar verin. İşe sorun ve tehlikeleri sıralayarak mı başlayacaksınız, yoksa bir an durup düşünecek ve olumsuzluk eğiliminize bilinçli bir biçimde meydan okuyup çok daha olumlu bir gelecek düşüncesiyle mi yola koyulacaksınız? Bilimsel araştırmalardan elde edilen kanıtlar, bir aslanla karşı karşıya kalmadığınız sürece, insanların öğrenip gelişmelerinde ve başarıya ulaşmalarında en etkili yaklaşımın bu olduğuna işaret ediyor.

Rita Urgan

Kaynak