Su yönetiminde plansızlığın bedelini ağır ödüyoruz

Gezegenimiz Öne Çıkanlar
Su yönetiminde plansızlığın bedelini ağır ödüyoruz

Türkiye su zengini bir ülke değil. Kişi başına düşen yıllık 1.519 m³ kullanılabilir su miktarı ile “su azlığı” yaşayan bir ülke konumunda. Üstelik sahip olduğumuz suyun kıymetini bildiğimiz de pek söylenemez. Türkiye’de son 50-60 yılda 30’un üzerinde göl kurudu ve kurumaya da devam ediyor. Son olarak Afyonkarahisar’daki Eber Gölü’nün kuruduğu haberini aldık ve kafamızda bazı soru işaretleri belirdi. Biz de HBT olarak sorularımızı işin uzmanına, Su Politikaları Derneği Başkanı Dursun Yıldız’a yönelttik.

Göllerimizin kurumasının nedeni olarak yağışların azalması ve aşırı sıcaklıklar gösteriliyor. Peki, bu yok oluşlarda insanın ve özellikle de karar vericilerin payı ne?
Suyun ve sulak alanların yönetiminde dinamik bir planlama ve yönetim anlayışına ihtiyaç var. Bu da su kaynaklarını, artan insan faaliyetlerinden ve değişen doğal koşulların olumsuz etkisinden korumak anlamına gelir. Bu nedenle bu yok oluşlardaki kendi payımızı, doğal değişimlerin arkasına gizleyemeyiz. Su kaynakları ve su hizmetleri yönetiminde eksiklerimizi tamamlama konusunda bir hareketlilik başlamasına rağmen bu aynı ivmeyle devam etmedi. Su yönetiminde kurumsal olarak bazı düzenlemeler yapılmış olsa da Yeni Su Yasa Tasarısı TBMM’de halen bekliyor.
Türkiye su yönetimi konusunda bir geçiş dönemi yaşıyor. Bu uzadıkça sorunlarımız artacak. Havza Koruma Eylem Planları’nın çoğu hazır ama bunu uygulayacak yerel kurumsal altyapı hâlâ oluşmadı. Toplumsal bilinçlenme yeterli değil. Özellikle tarımsal suyu kullanma adına sulama birlikleri ve sulama kooperatiflerine dayalı şeffaf ve katılımcı bir yapıyı sürdüremedik. DSİ bu yıl bu konuda tekrar yetkilendirildi. Su yönetiminde katılımcı anlayıştan uzaklaşıyoruz. Bu işimizi zora sokar.

Su yasasının beklediğini söylediniz. Niçin bekliyor bu yasa? Sorun bu kadar açıkken politikacılar neden inisiyatiflerini kullanmıyorlar? Karar almalarını engelleyen nedir?
Bana göre, yasa tasarısının kanunlaşması için Türkiye’nin idari sisteminde ve yerel yönetimindeki bazı yasal ve kurumsal belirsizliklerin de ortadan kalkmış olması bekleniyor. Önerilen su yönetimi yapısında bazı iller birden fazla havzanın sınırları içinde kalıyor. Havza sınırları ile idari sınırlar arasında su yönetimini zorlaştırabilecek çakışmalar var.


Dursun Yıldız, Dicle ve Fırat nehirlerinin Türkiye’deki doğal akışlarında 2050 yılına kadar %15-20 oranında bir azalma öngördüklerini söyledi. Ortadoğu’nun sınır aşan su yönetimi sorunu çözülmeden bölgenin barış ve istikrarından söz etmenin de mümkün olmayacağını sözlerine ekledi.

Bir yılın kurak geçecek olması, bilimsel olarak önceden tahmin edilebiliyor. Göllerin ve su havzalarının kurumaması için neler yapılmalı?

Su kaynakları yönetimi; su, enerji, gıda ve çevre sektörlerinin birbiriyle bağlantılı olduğu bir yönetim anlayışına ihtiyaç duyan disiplinler arası ve dinamik bir süreç. Bir sonraki yılın kurak geçeceğinin öngörülmesi, eğer süregelen bir planlama söz konusu değilse, bir yıl önceden alınacak tedbirlerle tamamen ortadan kalkmaz ancak zarar hafifletilebilir. “Risk yönetimi” kavramı, havza planlamalarının içinde yer almalı ve gerekli tüm kurumsal altyapı da hazır olmalıdır. Burada su kullanıcıların su kullanım bilincindeki eksiklikler, denetim mekanizmasındaki zayıflıklar, ekilen ürün deseni konusundaki plansızlıklar ve su kullanıcıların örgütsüzlüğü de işin içine girer. Bu nedenle de etkili önlem alınamaz. Ancak doğa, su yönetimindeki plansızlığın bedelini ağır ödetir.

DSİ’nin havza planlamasını iyi yap(a)mamasının nedeni nedir? Sorunlar niçin görmezden geliniyor?
DSİ havza planlamaları konusunda en yetkin kuruluşumuz. Havza ölçeğinde planlamaya 1960 yılında rahmetli Demirel’in Genel Müdür olduğu dönemde, yayınladığı bir genelgeyle geçmişti. Ancak bundan 50 yıl önce çok kapsamlı yapılan bu çalışmalar kurumsal yapıdaki zafiyetler nedeniyle güncel ihtiyaçlara göre revize edilemedi. Örneğin son 10 yıldır depolamasız HES’lerin planlamasının özel sektöre bırakılması, ciddi çevresel ve ekonomik sorunlar yarattı. Sorunlar bilinmesine rağmen ulu- sal çıkarlarımıza uygun çözümler konusunda idari ve siyasi irade eksikliği mevcut.

Bugün evde içtiğimiz sudan barajlarımızın doluluk oranlarına kadar su konusunda hangi risklerle karşı karşıyayız?
Bu yıl özellikle büyük kentlerimizden Ankara ve İstanbul’da baraj depolama hacimleri ve doluluk oranları açısından daha rahat durumdayız. Ancak 2 yıl sürecek bir kurak periyota yakalanırsak problem yaşayabiliriz. Bunu sadece içme ve kullanma suyunda değil tarımsal sulama alanında da yaşayabiliriz. Bu nedenle suyu kullanma bilincimizde artışa ve yeni teknolojilerin kullanılmasına ihtiyacımız var. Türkiye’de su hizmetleri yönetimi halen yerel yönetimlerin sorumluluğunda. Bu nedenle evlerimizde çeşmelerden akan su kamu denetimiyle geliyor. Burada zaman zaman aksaklıklar olsa da genel olarak çeşme sularımızın güvenilir olduğunu düşünüyorum.

Tatlı su kaynaklarının yaklaşık %70’i tarımda kullanılıyor. Suyun verimli kullanılmaması tarımsal üretimi nasıl etkiliyor? Kayıplar nasıl önlenebilir?
Modern sistemlerle yapılan sulama hem su kaybınızı azaltır hem de tarımsal üretimde verimliliği artırır. Bu ne- denle artık “vahşi” sulama yöntemini bir an önce bırakıp modern sulama (damla, yağmurlama) sitemlerine geçilmesi gerekiyor. GAP projelerinde bu yapıldı. Bunu diğer bölgelerde de yaygınlaştırmamız gerekir. Kayıpların önlenmesi için su kullanıcılarının bilinçlendirilmesi de önem taşıyor. Bu nedenle su yönetimi sadece yöneticilerin değil suyu kullanan herkesin işi haline getirilmeli.

Suyla ilgili toplumsal bilinci nasıl oluşturabiliriz?
Bu konu katılımcı demokrasinin kurum ve kurallarının toplumsal yaşamımızdaki yeri ve önemi ile doğrudan ilişkili. Su konusunda toplumsal bilinç oluşturma çabaları öncelikle magazinsel, içeriksiz, ezber yaklaşımlardan kurtarılmalı. Daha çok okullarda, farkındalık oluşturan diğer kurumsal yapılarda, medyada su-enerji-gıda ve çevre ilişkisi içerisinde bir “su bilgeliği” oluşturma doğrultusunda ele alınmalı. Yoksa göstermelik olur ve etki alanı çok kısıtlı kalır.

30 Kasım 2018'de Marsilya’da gerçekleşen Dünya Su Konseyi’ne katılan Dursun Yıldız, İnşaat Mühendisi ve Su ve Enerji Politikaları Uzmanı olarak tanınıyor. İTÜ İnşaat Fakültesi mezunu olan Yıldız, DSİ de 20 yıl yöneticilik yaptı. ABD ve Hollanda’da uygulamaya yönelik mesleki ve teknik eğitimler aldı. Yüksek lisansını Hacettepe Üniversitesi Hidropolitik ve Stratejik Araştırma Merkezi Su Politikaları alanında tamamladı. Aynı zamanda TEMA Bilim Kurulu üyesi, Su Politikaları Derneği Kurucu Üyesi ve Başkanı olan Yıldız, Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfı’nda (um:ag) su ve enerji politikaları alanında seminerler veriyor.

Peki, Hidropolitik Akademi olarak bunun için ne tarz çalışmalar yapıyorsunuz?
Biz bağımsız bir düşünce üretme ve eğitim kuruluşuyuz. Daha çok 21. yüzyılın değişen koşullarına göre su politikaları, su diplomasisi, su, enerji, gıda ve çevre ilişkisi gibi konularda ulusal, uluslararası konferans ve paneller düzenliyoruz. Raporlar hazırlıyoruz. Uluslararası projelere katılıyoruz. Kendi alanımızda bilgiye dayalı analizlerle kamuoyunda bilgilendirme ve farkındalık yaratma işlevimizi yerine getirmeye çalışıyoruz. Toplum ile karar mekanizmaları arasında güvenilir bir bilgi ve analiz köprüsü olmaya çalışıyoruz. Kendi alanımızda yapmadığımız tek şey ise: Spekülasyon! Hidropolitik Akademi olarak bilgiye dayalı analiz yapıp spekülasyonları önlemeye çalışıyoruz.

Söyleşi: Batuhan Sarıcan / [email protected]