İktisat Fakültesi Mezunlar Cemiyeti (İFMC)’nin düzenlediği, ekonomik ve toplumsal krizin akademisyenler, uzmanlar, reel sektör ve sendika temsilcileri tarafından tartışıldığı üç gün süren 43. İktisat Haftası 15 Mart Cuma günü sona erdi.
Tarımda ve sanayide krizi yaratanın, üretimi esas alan ve teşvik eden iktisadi politikalar yerine, üretim maliyetini ve dışa bağımlılığı, borçlanmayı artıran, seçime endeksli politikalar olduğu saptandı. Başta kadın ve genç istihdamında, icra takiplerinde hızla artan artış rakamlarla ortaya kondu. Özelleştirmelerle şeker fabrikaları gibi kuruluşların nasıl zarar ettirilerek çökertildiği açıklandı. Cari açıkta en büyük paya sahip enerjinin, riski nükleer gibi korkunç boyutlarda olmayan yollarla içeride üretilmesi, doğalgaz gibi dış alımlarda tek bir ülkeye bağımlı kalınmaması, ticarette dostluk kardeşlik olmayacağını vurgulandı.
Gelecek kuşaklara endeksli, üretimi esas alıp destekleyen, hukuka dayalı, saydam, verilere ulaşılabilen, bağımsız medya ve sivil topluma kulak veren iktisadi ve toplumsal politikalarla bu krizden çıkılacağı ileri sürüldü.
Prof. Dr. Ahmet Gökçen, “İktisadi politikaları yapanlar üretimin temel ve teşvikinin esas olduğu olgusunu idrakinde değiller” diyerek krizin sebebini betimledi.
"Tanzim satışlar büyük bir ikiyüzlülük"
Prof. Dr. Oğuz Oyan, “2006 tarihli Tarım Kanunu 'Tarıma Milli gelirin %1’inde az destek yapılamaz' hükmünü getirmesine karşın, 2006-2018 dönemi yıllık ortalaması %0.5 düzeyindedir. Tarımsal üretimdeki büyük gerileme, işsizlik ve borçlanmanın nedeni budur” diyerek tanzim satışların büyük bir ikiyüzlülük olduğunu söyledi.
TMMO Ziraat Mühendisleri Odası İstanbul Şube Başkanı Abdullah Aysu, “Tarımsal KİT’lerin tasviyesi, yabancı tekellerin pekişen nüfusu nedeniyle üretim maliyeti arttı. Çiftçi borca battı, icra takibi çok hızla artıyor. Bütün bunlar tarımın çökertilmesinin artı şoklarıdır” dedi.
“Demokrasi karşıtı bir dünyada yaşıyoruz”
Türkiye’de rejimin niteliği ve dış politika konulu oturumlarda dünyada da gelişen demokrasi karşıtı popülist rejimlerin olduğu anlatıldı. İnsanları kutuplaştırarak öldürme güdüsünü güçlendirmenin tehlikesine dikkat çekildi. Kutuplaştırma, kimlik siyasetiyle değil diyalogla, daha sonra mağdur olanların da dahil olduğu güçlü bir lider arayışı rüyasından çıkıp, gerçeğe dönük iç ve dengede kalmayı amaçlayan dış politikalar üretilmesiyle sorunların çözüleceğinde fikir birliği oluştu. Bugün kaybetmiş olduğumuz şeylerin büyüklüğünün farkında olan bürokratlar ve yetişmiş insan gücümüzü karar alma sürecine katarak, sorunları uzlaşmayla çözmenin mümkün olduğu vurgulandı. Hafta genelinde, 'Türkiye’nin demokratik geleceği zayıf ama birikimi, geleneği var, iyimseriz' görüşü paylaşıldı.
Büyükelçilik, AİHM yargıcılığı görevli yapmış olan Rıza Türmen, “Bugün demokrasi karşıtı, popülist rejimlerin olduğu bir dünyada yaşıyoruz. Güçler ayrılığını kaldıran, denetlenemeyen başkanlık sistemiyle Türkiye’nin rejimi değişmiş, demokrasiyle ilişkisi kesilme eşiğindedir” derken, Prof. Dr. Mehmet Bekaroğlu, “Başkanlık sistemi öncesinde de problemsiz değildik ama toplumsal yaşamda kutuplaşma ürkütücü boyutta değildi, devletin imkânları bu yoğunlukta kullanılmıyordu” diyerek kimlik siyasetinin terk edilmesi istedi.
“Taraf tutma geleneksel dış politikasından sapmadır”
AKP kurucularından eski Dışişleri Bakanı Yaşar Yakış, Türkiye’nin ABD ve Suriye’nin dışında da sorunları olduğunu söyledi. Yakış, “Atatürk’ün 1934 yılında dışişleri bakanı Numan Menemencioğlu’na söylediği: 'Komşuların iç işlerine karışmayın'; 'Rusya’yı tahrik etmeyin”; 'Arap ülkeleriyle tarihi, sosyal, kültürel ilişkinizi geliştirin. Fakat aralarındaki anlaşmazlıklara karışmayın'; 'Sormadan akıl vermeyin'; 'Batı kültürünü benimseyin fakat onların emperyalist emellerine alet olmayın' tavsiyelerini hatırlatarak, “Türkiye Arap Baharı’nın başlamasından itibaren bu beş konunun her birinde Atatürk’ün tavsiye ettiğinin tam tersini yaptı. Suriye’de Esat rejimini devirmeye kalkarak iç işlerine karıştı ve karışmaya devam ediyor. Ayrıca Katar ile birçok Arap ülkesi arasında taraf tutması geleneksel dış politikasından sapmadır" dedi.
Yakış’ın görüşlerini paylaşan e. büyükelçi Faruk Loğoğlu, “Bunun ana nedeni son 17 yıldır ülkemizi yönetenlerin aldıkları yanlış kararlarla dış politikamızı temellerinden koparmasıdır. Bu temeller; coğrafyamız, tarihimiz, kimliğimiz ve Cumhuriyetin eşitlikçi, demokratik, çoğulcu, laik ilkelere dayalı temel felsefesidir” diyerek bunalımdan çıkışı uluslararası hukuka uyumlu, demokratik hak ve ilkelerden esinlenen denge politikası değil Türkiye’nin dengede durmasını sağlayan politikaların izlenmesine bağladı.
“Merkez sürekli demokrasi sorunu açıyor”
Yerel yönetimler ve demokrasi oturumunda tepeden inmeci, yerelin farkını gözetmeyen, kenti ve kırsalı metalaştıran, zorla ele geçiren politikaların terk edilmesi, katılımcı, bilimsel, sürdürülebilir, yaşam kalitesi ve ekonomik kapasitesini yükseltecek politikaların geliştirilmesi istendi.
İlhan Tekeli, “Merkez sürekli olarak demokrasi sorunu açıp, onun içinde sorun çözmeye kalkıyor. Tepeden, yerelde yaşayan insanları yok sayarak kararlar alıyor, yaşamlarını tehlikeye sokuyor. Aktif yurttaşlar olarak bizim sözümüz yoksa o projenin anlamı da yoktur, o ülkede demokrasi de yoktur” diyerek bu anlayışla gidilen yerel seçimler bağlamında, iktidar ve muhalefeti kastederek, “Bir yurttaş olarak beni etkilemek için yapılan o konuşmalara muhatap olmak istemiyorum. Böyle bir kampanya utanç vericidir” dedi.