Dönüm noktalarının değeri üzerine

Öne Çıkanlar Toplum

Herkese Bilim Teknoloji’nin 100. sayısına özel bir yazı yazmak ister misiniz?” sorusu ilk geldiğinde biraz düşündüm açıkçası. “Hem 100. sayının anlamına hem de bilim ve teknoloji meraklılarına hitap edecek konu ne olabilir?” diye… Biraz irdeleyince gördüm ki aradığım konu soruda saklı. 100. sayı bir dönüm noktasıysa yazının konusu da bu olmalıydı: Dönüm noktaları. Geceyi gündüze katarak, eleştiriyle, takdirle, bazen uzlaşarak bazen tartışarak vardığımız, sabırla yontulan, derslerden ve deneyimlerden oluşan dönüm noktalarımız...

İnş. Yük. Müh. Fahamettin Akıngüç

Dönüm noktalarında eğitimin rolü

HBT’nin heyecanını çok iyi anlıyorum. Geçen Eylül ayında Kültür Koleji’nin 58. yılını kutlarken Kültür Ailesi olarak biz de benzer duygular içindeydik. 58 yıl, dile kolay… 32 yaşındaydım Kültür Koleji’ni kurduğumda. Okulla birlikte büyüdüm desem yeridir. Yaşamımdaki dönüm noktalarından biridir Kültür Koleji. Kurucusu ve idarecisi olarak çok şey öğrendim. Böyle bakınca aslında ben de Kültür’ün bir öğrencisiyim. Örneğin kuruculuk ve idarecilik bana sınırlarımı, risk iştahımı, girişimci yönümü, otokontrolü, olayları bazen akışına bırakmayı, kayıplarımla yüzleşebilmeyi öğretti. Gücün kişiyi değil kişinin gücü yönetmesi gerektiğini, en önemlisi de iddialı sıfatların büyüsüne çok kapılmamayı...


Çünkü zaman içinde şunu anlıyor insan; böyle unvanların isminizin önünde durması değil önemli olan. Cisminizle, hacminizle, dünya görüşünüzle, emeğinizle siz o sıfata ne katıyorsunuz? Bu soruya yanıt bulmak esas olan. Yaklaşık altmış yıllık deneyimimle şunu açıkça söyleyebilirim: Kuruculuk, yöneticilik iyi, güzel ve öğretici birer deneyim, kabul! Ancak hayatımdaki kilometre taşlarının özünü belirleyen yöneticilik değildi. Benim dönüm noktalarım iki başlıkla şekillendi: Mühendislik Eğitimi ve Eğitim Mühendisliği.

Mühendislik eğitiminden öğrendiklerim

Yıl 1943. Eskişehir Lisesi bitti. O yıllarda sınavla öğrenci kabul eden tek bir üniversite var: İTÜ. İtibarı biraz da zorluğundan gelen İstanbul Teknik Üniversitesi’nin sınavına bin öğrenci başvuruyor, 200 kişi seçiliyor. Biri de benim. Ailelerin çocukları için hayali olan bir bölümü; İnşaat Mühendisliğini kazanıyorum. Gururla çıktığım yolculuğun sonunda İstanbul, Eskişehir’den çok daha sert ve soğuk bir iklimle karşılıyor beni. O yılların Teknik Üniversitesi, zorlu eğitim sistemi ve erişilmez akademisyen portreleriyle buz gibi. Kürsü amfi de, öğrenciye tepeden bakmak için kullanılan bir basamak sanki. Dereceye girmiş bir genç olarak daha ilk yıl hayatımın en sağlam derslerinden birini alıyorum. Kazanmak iyi, güzel ama esas olan bir kez başarmak değil başarıyı sürdürülebilir kılmakmış, öğreniyorum.

Mühendislik eğitiminden edindiğim ikinci ders, öğretmen-öğrenci ilişkisiyle ilgiliydi. İnsan ruhuna formüllerle inilemeyeceğini o yıllarda kavrıyorum. Bu ders, baba olduğumda daha da pekişiyor bende. Dünyada çok bilinmeyenli bir denklem varsa o da insanmış, anlıyorum. İnsanı çözmek emek, sabır ve ilgi istermiş. En önemlisi de mühendislik diplomasının geçmediği yerler de varmış hayatta, öğreniyorum. Bu nedenle mühendislik eğitimini hayatımın dönüm noktalarından biri olarak kabul ederim. Eğer İTÜ’nün o ikliminde yaşamasaydım eğitimcilikte insana odaklanmak ya da öğretmen yetiştirmek konusunda bu derece ısrarcı olamazdım. Bu açıdan bakınca Kültür’ün kuruluşunda kullandığımız “Öğrencilerin Hizmetinde” mesajı da öğrenciyle mesafeyi marifet sayan eğitim anlayışını eleştiren üniversiteli Fahamettin’in iç sesiydi belki de, kim bilir…

Anne-babaların çocukları için hayali: Mühendislik

Mühendisliğin ardından 1960’ta eğitim alanına geçtim. Bu süreçte pek çok anne-baba ile tanıştım. Çoğu, çocuklarının başarısını ve yeteneğini matematik-fen bilgisi notlarıyla ölçmek eğilimindeydi. “Çocuğum arkeoloji, edebiyat, müzik, tiyatro eğitimi alsın” diyen aile sayısı yok denecek kadar azdı. Mühendislik ve doktorluk ise anne-babaların çocukları adına kurduğu hayaller listesinin en başındaydı.

Mühendislik ve tıp bugün yine çok geçerli meslekler. Ancak iş dünyasının ve hayatın, eğitim kazanımlarından beklentileri giderek farklılaşıyor. Mesleklerin eğitim içeriği de değişiyor. Örneğin son yıllarda uzmanlık alanlarını birleştiren disiplinlerarası yaklaşım değer kazandı. Bu noktada mühendislik kökenli bir eğitimci olarak anne-babalara şunu söylemek isterim: Çocuklarınızın ilgisi, yeteneği ne yönde olursa olsun onları mutlaka sosyal bilimlerle, iletişimle, sanatla, kültürle, sporla besleyin. Eğer fen-teknoloji alanına ilgisi varsa sosyal bilimler ve sanat konusunda çocuklarınızı yüreklendirin. Çünkü sayısal yetenekler yaşamın sosyal ve duygusal boyutunu karşılamakta tek başına yeterli olmayacaktır. Çocuğunuz sosyal bilimler, yabancı dil ya da sanat alanında ilerlemek istiyorsa kıyaslama yapmayın ve bu alanda doğru desteği sağlamaya çalışın. Çünkü insan ancak mutlu olduğu işte başarılı olur.

Bilim ve teknolojiyi öğretmek

Yetişmekte olan nesillerin iş hayatındaki rakibi yapay zekâ olacak gibi. Dolayısıyla şimdilerde öğretmenlik çok daha zor ve hassas. Bir mühendis ve eğitimci olarak bilim ve teknoloji öğretmenlerine ilk olarak şunu önerebilirim: Eğitim içeriklerinizi mekanikle ve formüllerle sınırlandırmayın. İşin felsefesi ve etik boyutunu da derslere katın. Çünkü etik ve felsefi yönü aktarılmayan bilim-teknoloji eğitiminin ne öğrenciye ne de insanlığa hizmet eden bir yönü olamaz.

İkinci konu ise yaşam eğitimi. Bilim ve teknoloji, yaşadığımız dünyanın fiziki sınırlarını aştı. Sanal dünya da (internet) artıları ve eksileriyle bir alternatif olarak karşımızda duruyor. Burada bilim ve teknoloji öğretmenlerine büyük bir rol düşüyor. Öğrencilerinizin, sanal dünyanın sundukları karşısında gündelik yaşamdan soyutlanmasına seyirci kalmayın. Dünyayla bağlarını korumalarına destek verin. Hayatı ıskalamalarına izin vermeyin. Bilimle teknolojinin sanat ve hayatla kardeş olduğunu onlara hissettirin. Size ayrılan kürsünün ya da masanın ardında kalmayın. Sıraların arasında dolaşmadığınız, öğrencilerinizle konuşmadığınız her gün eğitim adına, mesleğiniz adına kayıptır.

Ve paylaşmak…

Eğitim bir paylaşım işidir. Her eğitimcinin aktaracağı bir bilgisi, gözlemi, çalışması mutlaka vardır, olmalıdır. HBT’deki Bilim-Kültür-Eğitim sayfamız, çalışmalarını paylaşmak isteyen yazarlarımıza her zaman açık. Yazıyorsanız, devam edin… Hiç yazmadıysanız biraz gayret, biraz cesaret... Paylaşmaktan çekinmeyin.

Dostlukla…

İnş. Yük. Müh. Fahamettin Akıngüç / İKÜ Mütevelli Heyet Onursal Başkanı, Kültür Koleji Kurucusu