Beyin nasıl düşünce ve zihin oluşturur? – 6

Öne Çıkanlar Yaşam Bilimleri
Beyin nasıl düşünce ve zihin oluşturur? – 6

Bağlantısal Bütünsellik İlkesi: Laniakea, Epigenetik ve Nörozihin. Geçen haftaki yazımda, son beş yılda teleskobun ve matbaanın icadı kadar dünyaya bakışımızı önemli şekilde değiştiren üç bilimsel devrimden bahsetmiştim: Laniakea, Epigenetik ve Nörozihin (Connectome). Bunları daha detaylı olarak şöyle anlatalım..

Galilei’nin teleskobu kadar önemli ilk gelişme: ‘Laniakea’ Bu 3 sözcükten Laniakea, Haiti dilinde “ölçülemeyen cennet” demekmiş. Bununla başlayalım: Newton madde fiziğini buldu ve mıknatısın demir olan kısmıyla ilgilendi. Demir nasıl düşer, nasıl çarpar, nasıl uçak olur, nasıl gemi olur yüzer bunun fiziğini keşfetti. Demir olan mıknatısın bir de manyetik çekim alanı vardı ve bu görülmeyen güç, enerji Einstein, Tesla, Heisenberg gibi bilim insanları tarafından anlaşıldı ve elektrik, CD, telefon, MR, hızlı tren olarak yaşama sunuldu. Anlaşıldı ki insan aklının erişme sınırlarının uçlarında sonsuz küçükte ve sonsuz büyükte, madde değil, enerji fiziği kuralları işliyor. Avrupa Rönesansı’nın bilimini yaratan Newton fiziği, maddenin ana unsur, yaratılan enerjinin ise sonuç olduğu ilkesiyle gelişti. Oysa algılamakta güçlük çekiyoruz ama biliyoruz ki artık enerji, maddeyi yaratan ana unsurdur. (Yani yaşamımızı belirleyen esas unsur madde değil, enerjidir.) Enerji maddeyi yaratır.

İşte Laniakea, tüm evrenin enerji olduğunu, her noktasının diğeriyle bağlantısallık ve bütünsellik içinde olduğunu ortaya koyan Nature’de yayımlanan yazının kavramıdır. Laniakea şunu anlatır: Bütün evren tüm bilinen enerji biçimlerine göre tek bir yapı olarak ve bilinen tüm fiziksel kuvvetler bir bilgisayar simulasyonunda incelendiğinde, biz bütün yapının birbiriyle entegre ve bütünsel bir sistem içerisinde olduğunu görürüz. Kısacası astrofizik teoremi olan Laniakea bize evrende her şeyin bütünlük içinde ve her şeyin birbiriyle bağlantısallık halinde olduğunu anlatır. Bu bağlantısallık beyindeki bağlantısallık ile aynı matematik ilkelerle anlaşılabilir niteliktedir.


İkinci önemli bilimsel gelişme: Epigenetik

1953’te DNA sarmalını keşfeden Watson ve Crick 1962’de Nobel’i aldılar. DNA’dan RNA; RNA’dan protein zincirinin elde edildiği görüşünü doğrulukla belirttiler. Diğer yandan, bu reaksiyonun tersten olmadığını (bir kanıt olmadığı halde) öne sürdüler. “Geni” mutlak kılan bu anlayış kemikleşti. Hatta 2001’de insan genomunun nükleotid sırası bulunduğunda (İnsan Genom Projesi tamamlandığında) “insanın genomu” yani genlerinin toplamı olduğu düşüncesi iyice yerleşti. Bu anlayışa göre insanın biyolojik kaderi genler tarafından belirlenmekteydi; insanlar genleri kadar yaşayan, genleri kadar hasta, genleri kadar başarılı (zeki), hatta genleri kadar mutlu varlıklardı.

Epigenetik bize DNA, RNA, protein yolunun tersten de doğru olabileceğini gösterir. Protein yapısını değiştiren herşey, her aksiyon potansiyeli, her çevresel faktör, hatta düşünce DNA’yı değiştirebilir.

Bu bilimsel bilgi insanı, gen yapısının tutsağı olmaktan çıkarmakta, düşüncesine ve yaratıcılığına DNA’sını bile etkileyebilecek güç ve özgürlük alanı sağlamaktadır.

Önemli gelişme: Beyin zihin yaratan organdır

Yazının esasını gözden geçirirsek: Son 5 yılda beyin - bilinç - zihin anlayışımızda da büyük değişiklikler oldu. Bu yenilik, nöron teorisinden bütüncül enformasyon ağı yani “connectome” yani nörozihin teorisine geçiştir. Buna göre, bilinci oluşturan şey, ~100 milyar nörondan oluşan, bir organ olan beyin değil; 2 üzeri 100 milyar olasılık içeren bir enformasyon sistemi bütünüdür. Bu anlayışa göre beyin zihin yaratan organdır. Nörozihin ise ‘etten’ oluşan biyolojik beyin ile bilgi ağı bütünü olan zihin arasındaki arayüzdür.

Beyinbilim çalışmaları ve günümüz biliminde yeni ufuk, yeni paradigma, yeni kültür

Bilimde her doğru, gelecekte ‘daha doğru’ tarafından yanlışlanıncaya kadar doğrudur (K. Popper). Bu yanlışlanabilirlik, bilimsel yöntemin naif noktası değil, tersine gücünü aldığı dayanak noktasıdır. Bilimsel devrimler bu nedenle ‘daha doğrunun’, ‘doğruyu’ silmesiyle değil yeni bir katman olarak onun üzerine yapılanmasıyla varolurlar. Elbette, bilimsel paradigma, bilimsel düşünceyi, yöntem olarak da, sonuç olarak da belirler. Thomas Kuhn, daha 1960’larda, “Bilimsel Devrimlerin Yapısı”nda, ‘Teori paradigmanın kölesidir’ derken bunu kastetmişti.

Büyük gelişmeler sağlayan İbni Sina, Newton, Freud, Marx, Adam Smith, Watson ve Crick gibi önder bilim insanlarının buluşlarının yarattığı devrimler insan anlayışını, yaşam kültürünü değişmiştir. Günümüzde de bilimsel devrimlerin sağladığı değişim, geçmişte olduğu gibi, insan yaşamını ve düşüncesini, yaşam algılayışı ve psikolojisini derinden değiştirmektedir. Bu yeni bilgi katmanları yaşam kültürümüzü de değiştirir. Yaşadığımız yıllardaki, insanlık tarihinde ender rastlanan hızda olduğuna inandığım bu metamorfozun, değişimin Laniakea, Epigenetik ve connectome=nörozihin üzerinden olacağına inanıyorum.

Lanieakea, epigenetik ve nörozihin demektedir ki; insanlar tek bir vücudun hücreleri gibi bütünlük ve bağlantısallık içinde varolurlar. Ve bu güçlü olanın genini aktardığı, güçlünün doğal seleksiyonda ona geçtiği “gen bencildir” kültüründe değil, kooperasyonun ve işbirliğinin önde olduğu anlayışta yaparlar.

Bacon-Descartes-Newton sacayaklı bilim paradigmasının, son yıllarda yeni bir bilim kuramıyla yenilendiğini; Connectome-Epigenetik-Laniakea adını verdiğim yeni bilim paradigmasıyla geliştirilip, yer değiştirmekte olduğunu düşünüyorum. Bu bilimin esas dayanağı, varlığın yapıtaşları değil, varlığın bağlantısallıklarıdır. Eğitimimizi içinde aldığımız ‘eski bilim’de gerçeklik, birbirinden ayrı, ölçülebilir parçalardan oluşan bir toplam, bir makinadır. ‘Yeni bilim’de ise gerçeklik birbirinden ayrılmaz ilişkilerden oluşan bir bütünsel bağlantılar ağıdır (Tablo).

Bu bilimsel paradigma değişikliği ile determinizmin yerini olasılık, diyalektiğin yerini bağlantısal bütünlük, beden-zihin-bilinç ayrılığının yerini bunların bütünlüğü alır. Bu yeni bilimsel paradigma önümüzdeki yıllarda yeni bir kültürün de, -ki, kültür toplumun ‘connectome’udur- yaratıcısı olacaktır. Yeni kültürün, halihazırda varolan ‘insan için yaşam’ ilkesinden, ‘yaşam için insan’ ilkesine geçişi sağlayabilecektir.

Yaşamın bağlantısal bütünlük içeren bir enformasyon ağı olduğundan bahsetmiştik. Yaşam ağı içinde her şey diğeriyle eşdeğerdir. Yaşam açısından bakıldığında ‘arı kuşu’ ile ‘benim’ aramda bir kıymet farkı yoktur. Oysa içinde yetiştiğimiz kültürde ‘ben’ esas önemli olandır. Yeni kültür, esas önemi ‘ben’den, yaşamın kendisine çeker. Artık ‘ormanı yaprak için’ gören yerine, ‘yaprağı orman için’ gören zihniyetin yerleşmesidir bu.

Değişmekte olan bu bilim paradigması yeni kültür ve onun öğesi, yeni hukuk da yaratacaktır. ‘Yeni Hukuk’ derken neyi kastettiğimi bir sonraki yazımda sizlerle paylaşacağım.

Prof. Dr. Türker Kılıç
Bahçeşehir Üniversitesi, Tıp Fakültesi Dekanı

Bu yazı HBT'nin 128. sayısında yayınlanmıştır.