Beklenti mucize değil bilim olmalı

Koronavirus Öne Çıkanlar
Beklenti mucize değil bilim olmalı

Aşı salgını kontrol altına alabilecek en etkin silah. Fakat aşının salgın dalgasını durduracak sürede uygulamaya girmesi gerçekçi değil. 12-18 ay gibi bir süreyi en iyimser zaman olarak görüyorum. Bu bile bir dünya rekoru olacaktır. Aşı hiç bir zaman gerçek olmayabilir de. Korona virüslere karşı geliştirilmiş başarılı bir aşı geçmişi yok. Fakat iyimserim, çünkü insanlık tarihinde böylesine yoğun, baş döndürücü bir faaliyet daha önce görülmedi. İnanılmaz sayıda programlar, fonlar, işbirlikleri sürdürüyor.

Bilgi kirliliği bilimsel kesimi de etkisi altına aldı. Evet, çok ağır bir küresel sorun ile karşı karşıyayız ve hepimizde acil bir arayış ve çözüm açlığı var. Ancak acilliğin bilimsel sınırı aşılırsa, insanlara zarar vermeye başlar. Kalitesi çok düşük yayınlar, çok hızla dergilerde kabul bulabiliyor ve etik kuralları kırabiliyor. Bu metod ile yaygın kullanım çok tehlikeli. En korkunç olanı da mucize ilaç haberlerinin sosyal medya veya basından insanlara servis edilmesi.

Ünlü bilim insanımız Prof. Dr. Gökhan Hotamışlıgil, COVID- 19 salgını, aşı, ilaç beklentileri ve tedavide mucize inanışları için HBT’ye uyarıcı açıklamalar yaptı..


Söyleşi: Özlem Yüzak - Orhan Bursalı

-Bilim dünyası yeni koronavirüse karşı aşı ve ilaçlara kilitlenmiş durumda. Çalışmalarda size göre öne çıkanlar hangileri?

Şu an için kesin etkinliği gösterilen bir ilaç mevcut değil. Ancak ümit verici moleküller var. Bunlardan biri remdesivir isimli, Ebola virüsüne karşı kullanılmış ve bu hastalıkta başarısız olmuş bir anti-viral ilaç. Şu an çok sınırlı klinik çalışmalardan gelmiş olumlu sonuçlar var, ancak benim kanaatimce, kesin bir yorum yapmak için yeterli değil henüz ve hiç birinde placebo kontrol ayağı yok. Amerika’da kullanılıyor ve güçlü anektodlar var, ama anekdotlara dayanarak karar verilemez.

Daha ayrıntılı ve yeterli sayıda, çok merkezli ve devam eden çalışmaların sonuçlarının önümüzdeki haftalarda alınması bekleniyor ve buna benzer durumda olan, bazıları daha erken, bazıları daha ilerlemiş rekor sayıda klinik çalışma şu an devam ediyor.

Bunlar dışında şunlar da var: Antikor ve konvalesan plazma uygulamaları, kök hücre uygulamaları, hastalığın ağır döneminde gündeme gelen ve anormal immune (bağışıklık) cevabı ve buna bağlı tahribatı (sitokin fırtınası olarak da bilinen) baskılayacak moleküller, pıhtılaşma ve emboli oluşmasına engel olacak uygulamalar ve pek çok destek tedavi sistemleri, değişen protokoller ile kullanılıyor.

Hem eldeki başka sebeplerle geliştirilmiş moleküller hem de özgün ilaçlar için şimdiye dek görülmemiş bir yoğunlukta çalışmalar devam ediyor. Yani özetle hala erken dönemdeyiz bu açıdan.

Ben iyimserim, ancak klinik testlerin sonuçlarını görmek istiyorum, bundan sonraki karar ve uygulamalar için. Bu hususun bazı çok tehlikeli ve rahatsız edici yönleri var, aşağıda biraz daha açtım.

Yeni ilaçlardan herkes nasıl yararlanacak?

-Sonunda bir ilaç ve aşı geliştirilecek. Ama bu noktada bir başka sorun daha gündeme gelecek. Hızlı şekilde maliyetlerin düşürülmesi ve mümkün olduğunca fazla sayıda insanın bundan yararlanabilir hale gelmesi. Bunun için nasıl bir yol izlenmeli?

Bu gerçekten çok önemli bir konu. Belki de bu yüzden şu an kullanımı yaygın olan bazı ilaçlar, etkinlikleri kesin olarak gösterilmemiş olmasına rağmen klinikte uygulamada. Bunun bir sebebi (hepsi değil ama bazıları için, örneğin hidroksiklorokinin) maliyetinin düşük olması ve ilacın dünyanın pek çok yerinde mevcut olması.

BCG (verem) aşısı için duyulan heyecanın da belki bir ölçüde sebebi bu.

Aşı tabiki hepimizin en çok ümit bağladığı ve salgını kesin kontrol altına alabilecek en etkin, ve normal yaşama döndürecek silah.

Burada da belirtmem gereken bir kaç çok önemli nokta var.

Birincisi, bu aşının şu anda süre gelen salgın dalgasına bir katkıda bulunacak sürede uygulamaya girmesini beklemek gerçekçi değil. Bu yüzden beklentileri buna göre yaratmak gerek; ben 12-18 ay gibi bir süreyi en iyimser zaman olarak görüyorum. Böyle bir zaman dilimi bile bir dünya rekoru olacaktır, tarihteki tüm başarılı aşıları düşünürsek.

İkincisi, aşılar için fazla kestirme bir yol seçilemez, belki hızlandırılabilir (durumun aciliyeti göz önüne alınarak) ancak güvenlik, etkinlik (yani antikor cevabı) ve koruyuculuk (bağışıklık) test edilmeden yaygın bir kullanıma girmesini düşünmek çok hatalı ve tehlikeli olabilir.

Özellikle koruyuculuk konusu çok önemli, çünkü daha önce yaşanmış tecrübeler her antikor cevabının yararlı olmadığını, daha da önemlisi, bazen zararlı bile olabileceğini gösteriyor (örneğin Dengue ve RSV virüslerinde yaşanan tecrübeler).

Üçüncüsü, bir aşı geliştirilse bile bunun milyonlarca ve ardından milyarlarca dozda üretimi zaman alacak ve mutlaka uluslararası işbirlikleri gerektirecektir. Bu kullanılan teknolojiye bağlı olarak aşılması çok zor lojistik ve finansal dar boğazlar ve eşitsizlikler yaratabilir.

Daha yeni teknolojiler, örneğin nükleik asitler aracılığı ile yapılacak uygulamalar bu engeli aşabileceği ve yaygın kullanımı hızlandırabileceği için heyecan veriyor ve şu an insana geçme aşamasında. Ancak bu konuda da geçmişte bir başarı hikayesi bulunmadığını belirtmek gerekir.

Son olarak da, aşı hiç bir zaman gerçek olmayabilir, bunu da her zaman hatırlamak lazım. Şu anda enfeksiyon hastalıklarının ancak küçük bir bölümünde başarılı aşılar var. Çok uğraşılmasına rağmen başarılı olunamayan virüsler de mevcut (örneğin HIV), şu ana kadar korona virüslere karşı da geliştirilmiş başarılı bir aşı geçmişi yok.

Bunları belirtmemin sebebi umutsuz olduğumu ifade etmek değil, tam tersine çok iyimserim. Sebebi de insanlık tarihinde böylesine yoğun, baş döndürücü bir faaliyetin daha önce görülmemiş olması ve inanılmaz sayıda programın, inanılmaz derecede fonlar, işbirlikleri ve yoğunluk içerisinde başlamış ve devam ediyor olması.

Bu görüşlerimin altında yatan doğru beklentilerin olmasını ve vaadlerin ve algıların sağlıklı yönetimine dikkat çekmek ve bilimsel prensiplere bağlı kalmaktan vazgeçemiyeceğimizi hatırlatmak.

Bilimsel kesimde de bilgi kirliliği

-Tabii bu arada müthiş bir bilgi kirliliği de ortalarda.. Salgını bilimsel odaklı gelişmeler odağında takip etmek isteyenlere önerileriniz nedir?

Bu soru da çok ama çok önemli. Mevcut bilgi kirliliği çok uç ve tehlikeli bir noktaya ulaştı. Daha da önemlisi bu sadece sosyal medya veya bazı her konunun bilirkişisi kesilen popüler bilgiçler tarafından yayılan veya komplo teoricilerini kapsayan kısmı değil. Bu konuyu başka bir zaman irdeleyebiliriz.

Benim daha çok rahatsız olduğum bilgi kirliliğinin aynı zamanda bilimsel kesimi de etkisi altına almış olması. Evet, çok ağır bir küresel sorun ile karşı karşıyayız ve hepimizde acil bir arayış ve çözüm açlığı var. Buna tabii ki ben de dahilim.

Bu nedenle bazı hızlı uygulamalar her zaman kulladığımız protokollerden bir miktar uzaklaşabilir, bazı riskler alınabilir, bazı varsayımlar kabul edilebilir. İçinde bulunduğumuz durum bir süredir böyle, özellikle bilginin çok az olduğu kriz döneminde. Ancak bunun bir sınırı var, bu sınır aşılırsa, ki bu noktaya geldik, insanlara zarar vermeye başlayacak ve karşılığı çal ile ölçülecek muazzam bir fırsat maliyeti yaratacaktır. Bir kaç örnek vereyim.

İnsanlara mucize ilaç servisi ile kalitesi düşük araştırmalar

Kalitesi çok düşük yayınlar, çok hızla dergilerde kabul bulabiliyor ve etik kuralları kırabiliyor. Hidroksiklorokinin hikayesi bunun bir örneği, ben şu veya bu ilaç etkili veya değil diye bir yorumda bulunmuyorum. Sadece bu metod ile böyle bir yaygın kullanım çok tehlikeli olacaktır diyorum. Gazete haberlerine sitasyon yaparak yazılmış makalelere bile rastlanabiliyor. Bu tür bulgular popularize edilip (politikacılar, sosyal medya vs tarafından) çok büyük kararların verilmesine yol açabiliyor.

Bundan daha da korkunç olanı anekdotlar ile yaygın uygulamalar doğru imiş gibi kabul edilip insanlara geçebiliyor. Örneğin bir şahıs (meslek gurubunu dışarıda bırakalım) veya bir hasta bir hikaye anlatıyor ve bu müthiş bir hızla yayılıp talep yaratabiliyor ve insanlara verilebiliyor.

Bilimin yeri gazeteler değil

En korkunç olanı da mucize ilaç haberlerinin sosyal medya veya basından insanlara servis edilmesi. İsteyen istediğini düşünce özgürlüğü çerçevesinde yazabilir, paylaşabilir. Ancak bu bilim değildir, bunu unutmamak ve itibar etmemek gerekir. Bilimin yeri bilimsel dergilerdir. Bir mucize var ise bunu doğru düzgün bir bilimsel dergide yayınlarsınız (hele bu ortamda bu çok hızlı olacaktır). Herkes verilere ve metodlara bakar, tekrarlar, destekler veya çürütür. Bu prensibi kaybedemeyiz.

Tabii ki bu sadece ilaçlar için değil, bilimsel faaliyetler, buluşlar ve diğer katkılar için de geçerli.

Tüm bunlara karşı, olağan dışı bir zamanda olağan dışı şeyler yapılmalıdır tezi savunulabilir. Doğrudur ve bunlar yapılıyor. Hepimizde yapıyoruz. Aylardır evlerimizde oturuyoruz, can kaybını önlemek için ülkeleri kapatıp, ekonomileri tahrip etmeyi bile göze alıyoruz, almalıyız. Sıra dışı şeyler yapılıyor ve yapılmalı.

Ancak şunu da unutmamak lazım. Bir hastada ancak belli sayıda ilaç, aşı ve girişim yapma imkanı var. Dolayısı ile her yanlış veya eksik bilgi ile uygulanan ilaç veya aşı, can derdinde olan hastanın elinden bir başka fırsatı alacaktır. Bu konuda pek çok şey daha söylenebilir; sınırlı kaynakların yanlış yerlere veya orantısız olarak akmasına sebebiyet vermek, diğer blim alanlarına tahribat yaratmak vs gibi. Hatta bu son kısma verilen bir isim bile var “Bilimin Kovidizasyonu” veya “Koronizasyonu”, çok dikkat edilmesi gereken bir husus benim kanaatimce.

-Geçtiğimiz günlerde önemli bir açıklama yaptınız. “Covid-19 hastalığının ağır ve ölümcül seyrine sebep olan altta yatan sağlık problemlerin en başında metabolik hastalıklar geliyor” diyerek eklediniz: “Bunlar da metabolik inflammasyon yada ‘metaflammation’ denen bir immün bozukluk ile tanımlanan hastalıklar. Gözden kaçan önemli bir konu.” Konuyu biraz açar mısınız? Ne tür hastalıklar bunlar. Ve neden gözden kaçıyor? Yine dikkat çektiğiniz önemli bir husus obezite. Burada New York’da yapılan bir araştırmanın sonuçlarından yola çıkıyorsunuz. Covid-19’un klinik seyrindeki gidişatı olumsuz etkileyen önemli faktörlerden biri olduğunu söylüyorsunuz.

Covid-19 salgınının ilerleyip, hem temel mekanizmalar hem de klinik deneyimler ile bilgiler artıyor ve hem virüs hem de hastalık hakkında bazı yeni ve önemli noktalar ortaya çıkıyor.

Benim burada bahsettiğim konuda, kronik metabolik hastalıklar kümesinin de çok önemli bir risk faktörü olarak ortaya çıkması. Bu sadece obezite değil, diyabet, kalp-damar hastalıkları ve astım gibi geniş yelpazeli bir altta yatan hastalık kümesini içeriyor. Belki daha da ilginç olanı, bu tür gözlemlerin daha önce de SARS ve MERS salgınlarında da yapılmış olması, ancak büyük ölçüde gözden kaçmış veya önemsenmemiş olması, belki de bu kadar dramatik olmaması.

Özet olarak, birinci önemli nokta, bilinen her üç korona virüs salgınında ortak olarak metabolik hastalıkların hem hastalığın seyrini hem de ölüm oranları olumsuz olarak etkilemesi.

Yaşlılar için neden öldürücü?

Hepimizin şimdi çok iyi bildiği ikinci önemli nokta da ileri yaşın Covid-19 seyri sırasında en belirleyici yüksek risk faktörlerinden biri olduğu ve bunun da tüm ülkelerde benzer bir şekilde seyrettiği.

Bunun hakkında pek çok şey söylenebilir ama benim odaklanmak istediğim açı, yaşlılık ile kronik metabolik hastalıklar arasındaki benzerlik. Yukarıda sözünü ettiğimiz tüm metabolik hastalıklar kümesi (ve tabii bu küme içerisinde olup da bahsetmediğimiz hastalıklar da) yaşlılık ile beraber görülen bozukluklar. Yani şişmanlık ve metabolik hastalıklar kümesi, bu anlamda hızlandırılmış bir yaşlanma olarak da görülebilir.

Bu girişi yapmamın sebebi, yaşlanma ve metabolik hastalıkların Covid-19 için yüksek risk taşımasının altında yatan sebebin, bu iki durumun altında yatan ortak mekanizmalar ile ilişkisi olabileceği ihtimali. Bu bağlamda benim son derece ilginç bulduğum bir olası mekanizmadan kısaca söz edebiliriz.

COVİD-19’un seyrini etkileyebilir

Son 25 senede muazzam bir patlama gösteren sahalardan biri, metabolizma ile savunma cevabının kesişim noktaları üzerine yoğunlaşan ve “immünometabolizma” diye isimlendirilen, yeni bir saha. Bu sahanın da önemli başlangıc noktalarından biri, şişmanlık ve diyabette, altta yatan mekanizmalardan birinin “metabolik inflamasyon” veya “metaflamasyon” olarak tanımlanan, kronik, düşük dereceli, ancak sönmeyen bir anormal savunma cevabının ortaya çıkarılmış olması.

Bu anormal durum, hem düşük dereceli bir doku hasarı ve uygun derecede olmayan ilk savunma cevabı sebebi ile, hem de hastalığın seyri sırasında immün cevabın kontrolden çıkmasına yol açarak Covid19 seyrini etkileyebilir. Bu tabiki bir görüş, çalışılıp doğrulanması veya çürütülmesi gerekir. Bu durum da karşımıza hem yeni fırsatlar hem de hastalığın seyri sırasında dikkate almamız gereken yeni klinik parametreler getirebilir.

Tüm bunları ayrıntıları ile burada tartışma imkanımız maalesef mevcut değil, ancak üzerinde durulması gereken konular; bu salgın sırasında metabolik sağlığı korumak için özenli olmak, klinik bakım gerektiren hastalarda tedavi ve ilaç protokollerinin kullanımı ve seçiminde bu olasılığı göz önünde bulunmak ve “immünometabolik” cevabın virüs ile ilişkili önemini daha derin anlamaya ve daha etkin kullanmaya yönelik yeni temel bilim çalışmaların yoğunlaştırmak olarak özetlenebilir.

Bu konuyu bitirmeden iki noktaya daha parmak basmakta yarar olabilir. Birincisi, bunun dışında da başka immunometabolik veya daha farklı mekanizmaların da olabileceğini belirtmek de yara var.

Örneğin son derece ilginç olan konular hem Sars-CoV2 hem Mers-Cov virüslerinin hücreye girişte önemli endokrin proteinlere bağlanmaları, hücre içi metabolik durumunun savunma hücrelerinin yanıtlarını ve virüsün davranışına etkileri gibi verilere dayalı bazı çalışma alanları. İkincisi de, bu durumlarda sıkça gördüğümüz bilimsel temeli zayıf bazı popüler beslenme tartışmalarının burada sözünü ettiğimiz temel mekanizmalar ile ilişkili olmadığını vurgulamak.

*Bu söyleşi HBT'nin 213. sayısında yayınlanmıştır.