Kendinizi sürekli yorgun ve uykusuz mu hissediyorsunuz? İşte olası nedenleri…

Öne Çıkanlar
Kendinizi sürekli yorgun ve uykusuz mu hissediyorsunuz? İşte olası nedenleri…

Yorucu bir günün ardından gece saat onbirde kendinizi yatağa atıp, sabaha dek deliksiz bir uyku çekiyorsunuz. Ancak sabah uyandığınızda kendinizi yine de bitkin hissediyorsunuz.

Bu durum size hiç yabancı gelmiyorsa, tek başınıza değilsiniz. Kısa bir süre önce Hollanda’daki Radboud Üniversitesi uzmanları tarafından 20.000 kişi üzerinde yapılan bir araştırma, insanların yaklaşık yüzde 30’unun sürekli yorgunluktan yakınarak hekime başvurduklarını ortaya koyuyor. ABD’de kendilerini normal bir yaşam sürdüremeyecek denli yorgun hissettiklerini bildirenler, nüfusun yaklaşık yüzde 20’sini oluştururken başka ülkelerde de benzer durumların yaşandığı görülüyor. Bu durum işgücünde verimi azalttığından, ülke ekonomilerini de olumsuz yönde etkiliyor.

Günümüzde yaşam yorucu


Öyle ki, sürekli yorgunluğun gerçekten ne olduğu konusunun ancak şimdi irdelenmeye başlanması son derece şaşırtıcı. Kısa bir süre öncesine dek, gün içinde yaşanan yorgunluğun basit bir fi ziksel bitkinlikten ya da uykunun yeterince alınmamasından kaynaklandığına inanılmaktaydı. İstatistikler insanların yüzde 35’inin uykusuzluk sorunu çektiklerini ortaya koyuyor. Yorgunluğun nesnel ve ölçülmesi güç bir kavram olduğu düşünüldüğünde, bedensel ve ruhsal araştırmalar arasında sıkışıp kalan bu konunun ayrıntılı bir bilimsel açıklaması olmaması da son derece doğal.

Yorgunluk, yaşlanmanın sıradan etkileri bir yana, çok yaygın birtakım hastalıklardan da kaynaklanan bir durum olduğundan, bunun nedenlerinin çok daha ayrıntılı bir biçimde anlaşılması hemen hemen herkesin daha nitelikli bir yaşam sürdürmesini sağlayabilir. Şimdilerde tam da bunu yapmaya çalışan araştırmacılar, henüz işin çok başında olmalarına karşın bu konuda birtakım ipuçlarına ulaştıklarını belirtiyorlar.

Yorgunluğun bir nedeni, günümüzde yaşamın hiç olmadığı denli yorucu olması. İş ve aile yaşamının yarattığı baskılar arasında sıkışıp kalan insanların, akıllı telefonlardan gelen ve ardı arkası kesilmeyen iletilerin de etkisiyle sıfırı tükettikleri duygusuna kapılmaları işten değil. Exhaustion: A history başlıklı kitabı kaleme alan Kent Üniversitesi tarihçilerinden Anna Katharina Schaff ner’e göre, insanlar çağlar boyunca bitkinlikten yakınıp durdular ve temponun daha yavaş olduğu zamanların görece dinginliğini özlediler. Yüzyıllar boyunca yorgunluğun gezegenlerin aynı hizaya gelmesinin, dindarlıktan yoksun olmanın ve dahası, içten içe duyulan ölme arzusunun bir sonucu olduğuna inanıldığına dikkat çeken Schaff ner, “Freud insan benliğinin ağırlıklı olarak kalıcı bir bedensel ve ruhsal dinlenmenin özlemini çektiğine inanıyordu,” diyor.

Suçlu nevrasteni mi?

19.yüzyılda nevrasteni, ya da sinir zafi yeti olarak adlandırılan yeni bir tanı ortaya atıldı. Amerikalı doktor George M. Beard tarafından geliştirilen bu kavram, sinir sisteminin işlevinde aşırı çalışma sonucunda baş gösteren güçsüzlük ve bitkinlik durumu olarak tanımlanmaktaydı.

Beard’e göre, bu durum insanlarda alınganlık, umutsuzluk, çekingenlik,sağlıksız dişler ve saç kuruluğu gibi birtakım başka sorunlara da yol açmaktaydı. Beard, nevrasteninin buhar gücünün ve telgraf gibi yeni buluşların bir sonucu olarak ortaya çıktığına inanıyordu. Baskı makinesinin bulunmasıyla birlikte gazete ve dergilerin yaygınlık kazanması da yorgunluğu tetikleyen nedenler arasındaydı. Beard çağdaş insanın bu kronik duyusal yüke ayak uyduramayacağından ötürü kaygı duymaktaydı.

Yetersiz uyku

Çağdaş yaşam koşullarının dışında, yorgunluğa neden olan başka bir unsur da uykunun yeterince alınmaması olabilirdi. Ne var ki, bilim insanları uykuya duyulan gereksinim ile yorgunluğun arasında yakın bir bağlantı olmakla birlikte, ikisi arasında çok incelikli bir fark olduğuna da dikkat çekiyorlar. Neyse ki, bunlardan hangisinin insanları bitkin düşürdüğünü anlamanın oldukça kolay bir yolu var.

Uyku kliniklerinde yaygın bir biçimde yararlanılan gizli uyku testine göre, kişi gün içinde sessiz bir yerde uzandığında, birkaç dakikada uykuya dalıyorsa bu durum onun ya uykusunu yeterince almadığı, ya da bir uyku bozukluğu olduğu anlamına geliyor. Kişi yaklaşık 15 dakika içinde uykuya dalmazsa ve kendini yine de yorgun hissederse, o zaman sorunun yorgunluktan kaynaklanabileceğine inanılıyor.

Bu durumda, uykusuzlukla aynı anlama gelmiyorsa, yorgunluk tam olarak nedir?

Biyolojik nedenler

Massachussetts Smith College’dan sinirbilim uzmanı Mary Harrington yorgunluğun biyolojik bir göstergesi olup olmadığını araştıran bir avuç bilim insanından biri. Harrington’un üzerinde çalıştığı olasılıklardan biri, gün içinde yaşanan yorgunluğun sirkadiyen saatle ilgili bir sorundan kaynaklanabileceği. Gece ve gündüz boyunca zihinsel uyanıklığı düzenleyen bu sistem, normal koşullarda, gün ışıdığında uyanıklığı doruk noktaya ulaştırıyor ve öğleden sonra inişe geçirerek, geceleri uyku durumuna getiriyor. Harrington, geceleri alınan uyku miktarının bu döngü üzerinde pek bir etki yaratmadığını belirtiyor.

Sirkadiyen saat gözün retinasına ulaşan ışık miktarıyla ayarlandığından, sabahları ışığın az olması ya da gece ışığın çok fazla olması sinyallerde bozulmaya ve gün içinde uyku haline yol açabiliyor. Harrington sirkadiyen saati yeniden ayarlamanın bir yolunun beden alıştırmaları yapmak olduğuna dikkat çekiyor. Çeşitli araştırmalar bu tür düzenli alıştırmaların yorgunluğu azalttığına,uykunun niteliğinin miktarından çok daha önemli olduğuna işaret ediyor.

Yüksek düzeyde yangı

Bedendeki yağ, insanların günlük uğraşlarını sürdürebilmeleri için daha çok enerji tüketmelerini gerektirdiği gibi, beyne bedende yeterince enerjinin depolandığı sinyalini gönderen leptin hormonunun da salgılanmasına neden oluyor. Araştırmalar leptin düzeylerinin daha yüksek olmasının daha yoğun bir yorgunluk duygusuyla ilintili olduğunu ortaya koyuyor.

Bu bulgu evrimsel bakış açısından son derece mantıklı: Yiyecek sıkıntısı çekmiyorsanız, yiyecek bulmak için dışarıya çıkmak zorunda da değilsiniz demektir. İlginç bir biçimde, düzenli olarak oruç tutanlar kendilerini sık yedikleri zamanlara kıyasla çok daha enerjik hissettiklerini belirtiyorlar.

Obezliğin giderek tırmandığı günümüzde, leptin sinyalleri insanların kendilerini sürekli bitkin hissetmelerinin bir nedeni olabilir. Ne var ki, bu bağlamda başka birtakım unsurların da payı olabilir. Beden yağı düzeyleri aşırı olan kişilerde yüksek düzeylerde yangı bulunuyor. Bağışıklık sisteminin bir parçası olarak sitokin adlı proteinlerin salgılanmasına yol açan yangılar, kişinin güçten düşmesine ve soğuk algınlığında da yaşanan belirtilerin ortaya çıkmasına neden oluyor.

Araştırmalar bu değişikliklerin de kişide yorgunluk, devinime geçme isteksizliği, kararsızlık ve tükenmişlik gibi belirtlere yol açabileceğine işaret ediyor. Aşırı kilolu ya da hasta değilseniz bile, yangılar insanı yorgun düşürebiliyor. Hareketsiz bir yaşam biçimi, sürekli gerginlik ve kötü beslenmenin düşük düzeyde süreğen yangılarla ilintili olduğu görülüyor. Öyle ki, yaşam biçimine bağlı yangılar insanların çoğu zaman kendilerini yorgun hissetmelerinin bir nedeni olabilir.

Düşük düzeyli dopamin ve serotonin

Gelgelelim, beyinde yoğun bir yangılanmaya yol açan felcin sonrasında kişiyi elden ayaktan düşüren yorgunluğu araştıran Londra University College sinirbilim uzmanlarından Anna Kuppuswamy, sorunun salt yangıyla açıklanamayacağına inanıyor ve yangı belirtilerinin normale dönmesinden çok sonra bile insanlarda yorgunluğa tanık olunduğuna dikkat çekiyor.

Konuyu bulanıklaştıran bir başka unsur da, bir kişide yoğun ölçüde bitkinliğe yol açabilecek biyolojik sinyallerin bir başkasında da mutlaka aynı etkiyi yaratmamaları. Kuppuswamy, bunun da, motivasyon eksikliğinden kaynaklanabileceğini belirtiyor. Kimi bilim insanları haz peşinde koşmamızı sağlayan bir nörotransmiter olan dopaminin de etkisini araştırıyorlar.

Dopaminin yanı sıra, serotonin düzeylerinin de düşük olmasının bunalımla ilintili olduğu belirtiliyor. Majör depresyon hastalarının büyük bir çoğunluğunun ciddi bir yorgunluktan yakındıklarına ve yaklaşık her beş kişiden birinin yaşamının belli bir noktasında depresyona girdiğine bakılırsa, depresyonun yorgunluğa yol açabilecek en yaygın unsurlardan biri olması hiç de şaşırtıcı olmasa gerek.

Beden ve akıl

Teksas A&M Sinirbilim Enstitüsü NeuroErgonomics Laboratuvarı yöneticisi Ranjana Mehta, insanlarda yaygın olarak görülen depresyonun çoğumuzu bitkin düşürdüğüne inanan araştırmacılardan biri. Mehta ve arkadaşlarının son dönem çalışmaları depresyona eşlik eden zihinsel tükenişin insanlarda gerçek bir fiziksel yorgunluğa yol açabileceğini ortaya koyuyor. Beyin görüntüleme çalışmaları da bunun nedenini gözler önüne seriyor: Beyni çalıştırmak, hareketleri yönlendiren ve odaklanmayı sağlayan beynin frontal bölgelerindeki etkinliği azaltıyor. Beyin zorlandığında, kaslar da yorgun düşüyor.

Yorgunluğa yol açan unsurlara her geçen gün bir yenisinin katılmasıyla birlikte, sorunun açıklığa kavuşturulması yönündeki çabalar da giderek artıyor. Uzmanlar bu arada, insanların kendilerini yorgunluğun yıpratıcı havasına kaptırmayıp hoşlandıkları bir şey yapmalarını öneriyor ve beyni ödüllendirmenin dopamin hormonunun salgılanmasını tetikleyebileceğine dikkat çekiyor. Bir başka seçenek de stresli işlerle uğraşmak. En ideal çözüm stres ile hazzı birleştirmek. Lunaparklardaki hız trenine binip de yorgunluktan yakınan birini tanıyor musunuz?

Kaynak 

Bu yazı HBT'nin 57. sayısında yayınlanmıştır.