Koronalı günlerin “Sosyal Mesafe” kavramına sosyolog gözüyle bakış…

Koronavirus Öne Çıkanlar
Koronalı günlerin “Sosyal Mesafe” kavramına sosyolog gözüyle bakış…

“Sosyal mesafe”ye dikkat lütfen!” hepimizin kullandığı bu kavramın dünü ve bugünü üzerine, bu kavrama, uluslararası sosyoloji literatürüne önemli katkılar yapmış Nedim Karakayalı ile söyleşi..

“Sosyal mesafe” birden tüm toplumun ağzında sakız oldu. Belediye zabıtasını, polisi birbirine yakın duran insanları “sosyal mesafeye dikkat edin, uzaklaşın birbirinizden..” uyarılarına şahit oluyoruz. Halkımız, hayatında duymadığı, normal zamanda dile getirseniz ne demek istediğinizi soracağı bir sosyolojik kavramını, sanki uzun yıllardır biliyor ve içselleştirmiş gibi kullanıyor. İnsanlar ile arana en az iki metre koy, deyince sosyal mesafe konusunda birden aydınlanmış oluyor ve kırk yıllık malı gibi kullanmaya başlıyor.

Bu yılın sözcüğü olmaya aday, diye düşünüp kavramı araştırırken, karşıma Bilkent Üniversitesi’nde Doç. Dr. Nedim Karakayalı çıktı. Uluslararası makalelerini gördüm, sosyal mesafe üzerine önemli katkılarda bulunmuştu. Haberleştik, zaman ayırdı ve sorularımızı yanıtladı. Ben çok bilgilendim, bakalım siz de öyle düşünecek misiniz...


Soru: "Sosyal mesafe" kavramı yeni korona virüsüne karşı günlük dilimize girdi. Oxford sözlüğünün yıllık sözcük adaylarından biri olduğunu düşünürken ve bu konuda sözcük araştırması yaparken, sizin sosyal mesafe üzerine araştırmalarınızı gördüm. Aslında Batılı bilim literatüründe bu kavramın yıllardır kullanıldığını görüyoruz, Türkçe literatürde ve kullanın dilinde ise bu kavrama pek rastlamadık. Bu kavramın tarihsel gelişimi hakkında bize bilgi verir misiniz?

Yanıt: Kavram sosyoloji yazınında ilk olarak 19.yy sonu (ve 20.yy başlarında) kullanılıyor. Özellikle Georg Simmel’in sosyolojik eserlerinde odaklandığı bir kavram. Simmel, her sosyal ilişkinin bir ‘yakınlık’ ve ‘uzaklık’ bileşimi olarak düşünülebileceğini ve bunun bütün sosyal ilişki biçimlerini çalışmak için iyi bir analitik araç oluşturabileceğini öneriyor. Simmel’in sosyal mesafe kavramını belki de en verimli olarak kullandığı ve en tanınan çalışması, “yabancı”larla olan ilişkiler konusunu ele alır.

Simmel burada “yabancı” kavramıyla, azınlık grupları, marjinal gruplar, ‘anormal’ kabul edilen kişiler, göçmenler, vs., gibi, bir toplumun “içinde” olsalar da, bir yandan da çeşitli biçimlerde “çoğunluk” tarafından dışlanan grup ve kişileri kastediyor. Tarih boyunca hemen bütün toplumlarda bu tür gruplara bir takım stigmalar atfedildiğini, “kirli” veya “tehlikeli” olduklarının düşünüldüğünü ve, dolayısıyla, mesafeli davranıldığını gözlemliyoruz (mesela bazı mahallelerde yaşamalarına izin verilmiyor; evlenilmiyor; belirli haklardan yoksun tutuluyorlar; birlikte yemek yenmiyor; belirli mekanlara alınmıyorlar, vs. vs.).

Modern toplum bireyi mesafeli

Simmel’in vurgulamaya çalıştığı şey, buradaki “mesafe”nin hem fiziksel, hem de “sembolik” bir mesafe olarak anlaşılması gerektiği. Simmel’in kavramlaştırması, tam bu dönemde, çok farklı etnik grupların bir araya gelmeye başladığı ABD’de, özellikle şehir hayatıyla ilgilenen sosyologların ilgisini çekiyor. Robert Park ve Emory Bogardus en iyi bilinenleri –ki bu ikincisi kendi adını taşıyan bir “sosyal mesafe cetveli” bile oluşturuyor. Ancak zamanla kavram sosyoloji literatüründe biraz “sıradan” bir kavrama dönüşmeye başlıyor. Bunun çeşitli tarihsel nedenleri olabilir ama belki burada en önemli nokta şöyle bir şey:

Simmel’in kendisinin de biraz gözlemlediği gibi aslında çağdaş toplumlarda giderek yabancılık evrensel bir boyut kazanmaya başlıyor; yani, modern toplumlarda yaşayan bireyler, giderek birbirlerine “mesafeli” davranmaya başlıyorlar; bütün insan ilişkileri giderek yabancılar arasındaki ilişkilere dönüşme eğiliminde; formel, araçsal ve “kontrata” dayalı ilişkiler giderek yaygınlaşıyor.

Yani, korona virüs salgını öncesinde de, özellikle Batı  toplumlarında “sosyal mesafelilik” yaygınlaşma eğiliminde olan bir tutumdu. Dolayısıyla, bir miktar direnç söz konusu olsa da, sosyal mesafe pratiklerinin bir çok toplumda bu kadar kolay kabullenilebilmesini, bu hâlihazırda var olan eğilime borçlu olduğumuzu düşünüyorum. Daha ayrıntılı araştırılmaya değer bir konu kesinlikle.

Literatüre önemli katkılar

Sizin sosyolojik olarak bu kavrama katkı yapan makaleleriniz var, biraz açıklar mısınız. Sözlüklere de adınızla girmiş tanım görüyoruz.

Yanıt: Bunu araştırıp ilgilenen bir gazeteci olarak size teşekkür ediyorum. Özellikle, “Sosyal Mesafe ve Hissi Yönelimler,” ve bir de “Yabancının Kullanımları: Dolaşım, Arabuluculuk, Gizlilik ve Pislik” diye Türkçeye çevirebileceğim, uluslararası akademik dergilerde basılmış makalelerim bu konuya eğiliyor. (Makalelerin hepsi İngilizce; Türkçeye çevirip basmak istedim ama hep araya bir şeyler girdi ve bir türlü fırsat olmadı.)

20.yy’in ikinci yarısından itibaren, “sosyal mesafe” kavramı, sosyoloji literatüründe, sanki anlamı ve etkileri çok açık bir kavrammış gibi kullanılmaya başlandı. Yani, üzerinde çok düşünülmeden kullanılan bir kavrama dönüştü. Ben çalışmalarımda bu eğilimi biraz kırmaya çalıştım. Bu çabam da, yaklaşık on yıl önce bu makaleleri yayınladığımda beklediğimden çok daha fazla ilgi gördü literatürde.

Daha özelde, sosyal mesafe konusundaki literatüre iki temel katkım olduğu söylenebilir. Birincisi, Amerikan sosyolojisindeki görece statik ve etnik ilişkiler ile sınırlandırılan kullanımlarına oranla, ben bu kavramı bir tarihsellik içinde anlamaya çalıştım. Sosyal mesafenin tarih içinde tek bir anlamı olmadığı; örneğin, toplumların kendilerinden “uzak”, kendilerine “yabancı” olduklarını düşündükleri birey ve gruplarla çok farklı ilişkiler geliştirebildiklerini göstermeye çalıştım.

Burada en önemli nokta, sosyoloji literatüründe ama belki gündelik söylemlerde de varsayıldığının aksine, sosyal mesafenin her zaman “olumsuz,” “zararlı” veya “istenmeyen” bir şey olmadığı. Aslında “yakın” kabul ettiğimiz bir çok sosyal ilişkinin ancak belirli alanlarda bir “sosyal mesafe” korunduğu zaman mümkün olduğu bile söylenebilir (ensest tabusu bunun en çarpıcı örneği).

Bir başka önemli örnek de modern toplumlarda sosyal mesafe algısının içerdiği ikilem. Bir yandan, bireyin diğerlerine karşı 'mesafeli' olması prensibi, giderek bütün ilişkilerimize nüfus eden bir norm haline gelmeye başladıkça, bizler sosyal mesafeyi, birbirimize yabancılaşmayla özdeşleştiriyoruz. Fakat, bir yandan da modern bireyler için, istedikleri zaman başkalarına olan mesafelerini koruyabilmek, özgürlükle eş anlamlı bir değer. (Korona virüs salgını sonrasında bütün bu algıların değişip değişmeyeceğini kestirmek kolay değil. Ama, şu kesin: bir çoğumuz için sosyal mesafeyi korumak bu dönemde özgürce yapılmış bir seçimden çok, bir mecburiyet halini alıyor.)

Kavrama netlik kazandırma çabası

İkinci önemli katkım da, sosyal mesafenin nasıl kavramlaştırılması gerektiği konusunda. Şaka gibi gelebilir ama sosyoloji literatürüne dikkatle baktığımızda, sosyal mesafenin nasıl bir şey olduğuna dair net bir cevap bulamıyoruz. Bunun en önemli nedeni, sosyal mesafenin çok boyutlu bir kavram olması ve benim katkım da bu boyutlara bir açıklık getirme çabasında yatıyor. Örneğin, iki grup veya birey arasındaki sosyal mesafeyi, duygusal bir olgu olarak kavrayabiliriz (uzak-yakın “hissetmek”); veya, bilinç veya söylem düzeyinde kurgulanmış sembolik ve normatif bir mesafeden söz edebiliriz (“biz” ve “onlar” ayırımı); veya, daha soyut düzeyde, iki grubun birbirine kültürleri, dilleri veya pratikleri açısından yakın veya uzak olduklarından bahsedebiliriz.

Ve, son olarak da, bireylerin arasındaki sosyal mesafeyi, birbirleriyle bir araya gelip, çeşitli karşılıklı ilişkilere (buna kısaca “alışveriş” de diyebiliriz) girip girmemeleri açısından tanımlayabiliriz. Bu sıralar, medyada sık kullanılan “sosyal mesafe” kavramı, tam da bu dördüncü boyuta karşılık geliyor – fiziksel bir temeli olan etkileşim ve alışverişlerin sonlandırılması anlamında.

Çoğu zaman bu boyutların birbirleriyle doğrusal bir ilişki içinde oldukları –yani, biri artıp azalınca, öbürlerinin de artıp azalacağı– düşünülür ama ben tarihsel olarak bunun hiç de doğru olmadığını göstermeye çalıştım.

Günümüz açısından bu analizin önemi, sosyal mesafe ve fiziksel mesafe arasındaki ilişkiyi düşünmeye çalıştığımızda ortaya çıkıyor. Bir anlamda bu ikisinin ayrılamaz olduğu açık. Ama yine de aralarında doğrusal bir ilişki yok. Fiziksel açıdan uzak olsalar da, insanların gayet yakın sosyal ilişkiler geliştirebildiklerini (veya bunun tam tersinin de olabildiğini) biliyoruz – özellikle yeni teknolojiler, bunu daha da mümkün kılıyor. Ancak, fiziksel mesafe -sosyal mesafe ilişkisi hiç içinde yaşadığımız günlerdeki kadar tuhaf bir hal almamıştı belki de: sosyal mesafenin diğer boyutları açısından uzak da olsak yakın da olsak, ayni fiziksel-bedensel uzaklığı koruma durumunda olmak.

Şunu diyebilir miyiz, çağdaş̧ yasamda giderek insanlar arası ilişkilerde yaygınlaşan "sosyal mesafe" kavramı veya davranış̧ biçimi, korona virüsü̈ zamanlarında yeni bir içerik kazandı ve biçim aldı?

Yanıt: Evet, diyebiliriz diye düşünüyorum; çok doğru ifade etmişsiniz bence. Çağdaş toplumlarda, bireylerin çoğunluğu, içinde yaşadıkları toplumdaki diğer bireylere “mesafeli” olma fikrine gayet aşina idiler; bunu türlü biçimlerde deneyimliyorduk ve hatta bir “hak” veya “değer” olarak bile gördüğümüz söylenebilir. Ama bir önceki cevabımda belirtmeye çalıştığım gibi, sosyal mesafe ve fiziksel mesafe arasında belki de hiç bir zaman böyle tuhaf bir ilişki oluşmadı. Duygusal, kültürel veya normatif açıdan kendimizi birisine karşı ne kadar yakın veya uzak hissetsek de ayni fiziksel mesafeyi korumak ve belirli cinsten “alışverişlerimizi” sonlandırmak durumundayız. Benim bildiğim kadarıyla, hiçbir tarihsel donemde, sosyal mesafenin fiziksellik içeren “alışveriş” (etkileşim) boyutunun, herhangi bir ayrım yapmaksızın, toplumdaki bütün bireylere karşı eşit biçimde korunması gerektiği bir durumla karşılaşmadık. Yani, biraz düşününce, bu insana kendini bir bilim kurgu filminde veya Edgar Allen Poe hikayesinde yaşıyormuş hissini verdirecek kadar garip bir şey. Ve, belki de, bazılarımıza, “ya böyle bir yaşam biçimi de olabilirmiş; böyle bir toplumsallık biçimi de bir yere kadar mümkünmüş”, dedirtmiş olabilir bu.

Sosyal mesafe yarın ne olacak

Artık insanlar ve topluluklar bu virüslü yaşam deneyiminden sonra, virüsten önceki sosyal mesafe açıklığının daha kesinleşeceğine ve yaygınlaşacağına inanıyor musunuz? Yoksa, bu batılı/doğulu, Kuzey/güney, gelişmiş/ daha az gelişmiş, yoksul/zengin ve farklı dinsel, etnisiteler arasında bugüne kadar ki konumunu sürdürecek midir?

Yanıt: Bu sorulara, kısaca, ‘bilemiyorum’ demek, burada verebileceğim en dürüstçe cevap olur. Sizin de altını çizdiğiniz gibi, bu kadar ciddi farklılıklar içeren bir dünyada, Covid-19 salgınının çok farklı deneyimlere yol açacağını (kiminin et, kiminin can derdinde olduğunu şimdiden görebiliyoruz), dolayısıyla, önceden kestirilebilir, homojen etkilerden bahsetmenin mümkün olmadığını düşünüyorum.

En azından bir sosyolog olarak, ben ‘görevimin’ bugünü anlamak olduğunu düşünüyorum. Bu anlamda, bana çarpıcı gelen, bu sıralarda düzinelerce ‘uzman’ kişinin “Covid-19 salgınından sonra dünyada değişecek şeyler” hakkında demeçler veriyor, webinarlar düzenliyor ve yazılar yazıyor olması.

Ben bu söylemlerden, gelecekten çok, bugün hakkında –bugünkü korkularımız ve özlemlerimiz hakkında– bir şeyler öğrenebileceğimizi düşünüyorum. Evet, Covid-19 salgını, pek de sorgulamadan sürdürdüğümüz gündelik yaşantımızı dayandırdığımız temellerin kırılganlığını ve, dolayısıyla da değişebilirliğini hissettirdi bize. Belki de önemli olan tam da bu. Yani, Covid-19 salgınının şu veya bu yönde bir değişim getireceğini söyleyemem ama bu sürecin bir değişim beklentisini getirdiğini söyleyebilirim. Bunu küçük görmemek gerekiyor ama beklentilerle gerçekleri de birbirine karıştırmamalıyız.

İnsanların ve toplulukların geleneksel alışkanlıklarını değiştirmesi ve farklı davranış biçimlerine girmesi ne kadar mümkün?

Yanıt: Böyle bir şey mümkün olmasaydı, tarih diye bir şeyden bahsedemezdik. Ama, tabii, kısa dönemde toplumların alışkanlıklarında kökten değişiklikler daha nadiren gözlemlediğimiz bir şey. Yine de modern çağda, nesilden nesle bile önemli değişiklikler gözlemledik. Sizin de bu konuda selamlaşma geleneklerinin nasıl değiştiğine dair hoş bir yazınız var.

Nedim bey çok teşekkür bu söyleşi için..

Orhan Bursalı