Sanat, çocuğu çok yönlü yapar

Öne Çıkanlar Toplum
Sanat, çocuğu çok yönlü yapar

Bizimki hep “açık-ev”di. Çocuklarım büyürken, bütün arkadaşları bizde toplanırdı. Kitaplığıma bakar bakar, “Sahi Zeynep Teyze, bütün bu kitapları okudun mu?”, “Okudun da ne oldu?” diye sorarlardı. Bunlara benzer sorular birbirini izlerdi...

Bir gün içlerinden biri “Ben bu kadar kitap okuyacağıma, üniversite diye canımı çıkaracağıma, babam bana şimdi Cağaloğlu meydanında bir bakkal açsın, hayatımı kurtarırım” dedi. O sırada ortaokuldaydılar.

Emeğin horlandığı, rantın yüceltildiği çarpık ekonomilerde, belki de o çocuğun söylediği doğruydu... Elbet bunu ona söylemedim. “Belki daha çabuk, daha çok para kazanırsın... Ama aynı insan olmazsın, başka bir insan olursun” dedim...


Nasıl yani diye her kafadan bir ses çıktı...

Ben de o gün bugün edebiyat, sanat neye yarar diye anlatmaya başladım... “Ey sanat, seni bana musallat ettiler! Ben de seni başkalarına musallat etmezsem Yuh olsun bana.” Bu sözler Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun.

Bu sözleri öylesine benimsedim ki, mesleğe başladığım günden beri sanatı, tüm okurlarıma musallat etmek için çabalayıp durdum!

Edebiyat, sanat, müzik neye yarar?

Edebiyat, sanat, nitelikli müzik... Bunlar, bakmakla yetinmeyip görmeyi öğretir insana. İşittiklerini, duymakla kalmayıp değerlendirmeyi önerir. Okuduğumuz bir kitap, kendi yaşadıklarımızı fark etmemizi sağlayabilir. Bunlar algılarımızı açar. Zihnimizi ve duyarlığımızı biler.. Kısacası kavramayı, sorgulamayı, eleştirmeyi, düşünmeyi öğretir insana…

Düşünmeye başladığımız o an ve o andan sonra yorumlamaya ve değerlendirmeye başlayabiliriz. İşte o zaman kendimize bir değerler ölçüsü, değerler hiyerarşisi yaratabiliriz.

Kimi zaman hayatta en önemli ilke değer ölçülerine sahip olmaktır diye düşünürüm.

Değer ölçülerine sahip olmak, beraberinde eleştirel düşünceyi getirir...

Eleştirel düşünmeyi öğrendiğimiz zaman edindiğimiz bilgileri kullanabiliriz. Edebiyat ve sanat, insanın edindiği bilgileri kullanabilmesine yarar. Kullanılmayan bilgi yok olmaya mahkumdur.

Bugün artık hep biliyoruz ki, insan yalnız bir birey olmakla yetinmiyor. Kendini aşmak, bireysel yaşamının kopmuşluğundan, yalnızlığından, yabancılaşmasından kurtulmak istiyor... Sınırlı benliğini toplu yaşayışla bütünleştirmeyi, yani kısacası bireyselliğini toplumsallaştırmayı istiyor.

Benim çocuklara ve arkadaşlarına dönecek olursam:

Bıkmadan anlatıyordum: Siyah ile beyaz arasında yüzlerce renk, binlerce ışık ve gölge vardı. İnsan, kendisi ile doğa, kendisiyle toplum ve kendisiyle çevre, giderek dünya ile her tür sorunu çözmeye çalışırken, ilişkiler kuruyordu. Bu ilişkilerdeki binlerce rengi, binlerce ayrıntıyı değerlendirmek için de okuduğumuz kitaplar, izlediğimiz oyunlar, dinlediğimiz müzik bize yardımcı olabilirdi.

Anlatıyordum: Olduğumuz yer, vardığımız yer, dünya görüşümüz, bakış açımız, yaşama biçimimiz, düşünce şeklimiz, bir rastlantı ya da rastlantılar zinciri değildir. Hayır bunların tümü her an yaptığımız ve yapmakta olduğumuz seçimlerin bir sonucudur.

Bin kez tekrarlıyordum: Hangi kitabı okuyacağımızı, hangi konsere gideceğimizi seçerken… Arkadaşımızı, giyeceğimiz giysiyi, evimize koyacağımız vazoyu ya da tabloyu seçerken, hep bir şeyler seçiyoruz… Ama aslında hep kendimizi seçiyoruz. Nasıl bir insan olacağımızı seçiyoruz.

Okuduğun seni farklılaştırıyor

Örneklerle anlatıyordum: Yalnız fotoroman okuyan biriyle, Çehov, Yaşar Kemal, Sait Faik okuyan bir insan aynı olamaz. Yalnız arabesk dinleyenle Beethoven dinleyen de...

Bir insanın dünyası okuduğu kitapla, dinlediği müzikle, yürüdüğü yolla, bütünleşir, zenginleşir, çoğalır. Edebiyat, sanat düşünmeyi, eleştirmeyi, yorumlamayı, değerlendirmeyi öğretir insana, dedim ya… İşte bu değerler hiyerarşisi içinde insan yalnız kendi kişiliğini değil, içinde yaşadığı toplumun da düzeyini geliştirirken bütün bunların bir yaşam biçimine dönüştüreceğini bilir.

Bugün yaşadığımız beğeni yozlaşması, kentlerimizdeki, kasabalarımızdaki çarpık yapılanmalar, çevre bilincinin gelişememesi, demokrasinin yerleşememesinde ve daha pek çok, pek çok gerçekte, edebiyat ve sanat eğitiminin eksikliğini görüyorum ben. . .

Günümüzde uluslararası tüm araştırmaları okul öncesi sanat eğitiminin önemini vurguluyor. 7 torunum var. 4 torunumun annesi Fransız... Bizde bir kadın doğacak bebeğine hazırlanırken önce beşik alır, araba alıp, patik, zıbın alır... Oysa bizim Fransız gelin, önce doğacak bebeğe bir kütüphane alıp, kitap dizmekle başladı odayı düzenlemeye. Daha karnındayken bebeğe kitap okudu, klasik müzik çok sesli müzik dinletti. Müzik: Çocuğun doğasında var Bebekken sevincini el çırparak, çıkardığı sesten keyif alarak belirten çocuk, bir ritm yakalar.

Ritm ve melodi müziğin iki temel ögesiyse, daha çocuk yaşta çıkardığı seslerle sevincini ya da üzüntüsünü mutluluğunu mutsuzluğunu ifadelendirecektir. Şarkı söylemek insanda temel bir iç güdü... Bu iç güdüyü eğitmek, şekillendirmek, geliştirmek aileye ve okul eğitimine bağlı. Bizde şimdilerde müzik eğitimini seçmeli derse indirgemek bence en büyük yanlışlardan biri. Çünkü müzik eğitimi illaki virtüöz yetiştirmeye yönelik değildir, aynı zamanda iyi bir dinleyici olmaya yarar...

Belki burada Fazıl Say’ın açtığı bir tartışmayı gündeme getirebiliriz: Hatırlayın “Türk halkının arabesk yavşaklığından utanıyorum” demişti de kıyamet kopmuştu... Oysa amacı kimseye hakaret etmek değildi. Hiç bir kökü olmayan, kültürsüzlüğün simgesi haline dönüşen bir müzik türünü eleştiriyordu. Kentin burjuvazinin varoşa yenik düşmesini eleştiriyordu. Müzik’teki çok seslilik kavramı çağdaş dünyada yaşamın her alanında kullanılır oldu. Bizde şimdi politik alanda çok seslilik yasaklansa da demokrasilerde işe yaradığı ortada...

Bilim insanları teksesli müziğin küçük yaştan başlayarak çocuklara dinletilmesinin zararlarını çoktan ortaya koydu. Çünkü tek sesli müzikte kendi sesi dışında başka ve farklı sesleri dinleme olanağı yoktur. Tek sesli müzik bireysel duygunun sadece kendi için ifadesidir.

Resim: Bir içgüdü

Müzik için söz konusu olan Resim için de geçerlidir. Resim de çocuklarda bir içgüdüdür. Çocuk kalemle boyayla kendini ifade etmeye teşvik edildiğinde, aslında görsel olarak düşünmeye yönlendirilmektedir. Çizgiyle, kendi seçtiği renklerle kendi düşünce dilini oluşturur.

Resim eğitimi çocuğun bakmaktan görmeye, görmekten düşünmeye, tartmaya, tartışmaya değerlendirmeye geçişini sağlar. İçinde yaşadığı dünyayı kavratır, tepki göstermesine yol açar. Sonuçta tıpkı müzikteki gibi kendiyle ve çevresiyle iletişim kurmasını sağlar...

Ülkemizde test sınav sistemine dayalı, çocukları birbiriyle yarıştıran, öğrencileri birbirine kırdıran, ezberciliği ön planda tutan bir eğitim sistemi var. Müzik ve resim derslerinin zorunlu dersler olmaktan çıkarıp, seçmeli ders haline dönüştürülmesi, kanımca çok büyük bir yanlıştı. Çünkü okullardaki resim dersi ya da müzik dersinin amacı solisti yetiştirmek değildir. Bunların amacı çocuğun kendini ifade etmesine yol açmak, risk almaktan kokmamasını , kendine güvenini sağlamaktır. Yenilik tutkusunu, keşfetme güdüsünü canlı tutmaktır...

Okullar müfredatlarında budama

Milli Eğitim Bakanlığınca uzun süredir yeni müfredat çalışmaları sürdürülüyor. Sanat derslerinin çoğalacağını umut ediyorduk. Sonunda taslak açıklandı. Haftada bir saat resim bir saat müzik seçmeli ders oluyor. Uygar ülkelerde bunlar haftada beş saatin altına düşmez... Yine yeni müfredatta Felsefe’de ders başlıkları azaltıldı. Derste anlatılan “Varlık, Ahlak, Sanat” konu başlıkları kaldırıldı. 15 Temmuz darbe girişimi felsefe dersinde alt başlık altında öğretilecek... Evrim teorisi biyoloji dersinden çıkarıldı. Ayrıca 2. Dünya Savaşı üzerinden anlatılan İsmet İnönü de çıkarıldı. NOBEL Kimya ödülünü alan Aziz Sancar lisede kimya dersinde; sporda başarılarıyla Kenan Sofuğlu, “Çağdaş Türk ve Dünya Tarihi” derslerinde öğretilecek.

Çocukların şiir okuması gerektiğini de çok önemli buluyorum. Hayır sadece ritm duygusunu geliştirmek, edebiyat tadı vermek için değil... Ruhsal gelişimlerini de sağlamak için... Şiir bence önünde sonunda düz yazıyla anlatılabilecek bir durumu olayı, duyguyu anlatmak değildir. Şiir okurda bir ruh hali yaratmayı amaçlar. Öyle ki aynı şiir farklı çocuklarda farklı ruh halleri yaratır. Farklı çağrışımlara yol açar. Duygu dünyalarını geliştirir.

Çocukların oyun oynarken ebeyi seçmek için sarıldıkları oooo piti piti karamela sepeti terazi lastik jimnastik tekerlemesiyle gerçek şiir sanatının farkını küçük yaştan kavramaları onlara yepyeni ufuklar açacaktır. Kendi duyarlılıklarını geliştirecektir... Hatta onları şiir yazmaya yöneltecektir. Şiir yazan çocuktan korkmamak gerekir. Şiir sevgisi bir çocukta uyanmaya görsün, artık kendisini tüm sanatlara yakın hissedecektir.

Sanat insan olmaya yarar

Bana sık sık sanat neye yarar diye sorarlar...

Bütün bunları anlatmak yerine kısadan yanıtlarım: İnsan olmaya yarar. Çağdaş olmaya yarar derim. Bireyselliğimizi toplumsallaştırmaya yarar derim. Daha mutlu bir toplum olmaya, daha mutlu bir toplum yaratmaya yarar derim.

Keşke buna özellikle kültürel farklılaşmalardan kin ve nefret üretenleri inandırabilsem... Ürettikleri bu düşmanlık ortamında güc sahibi olanları / ve toplumsal ilişkileri totaliter yöntemlerle yeni baştan düzenleyenleri inandırabilsem...

İnsanı insan yapan değerleri yüceltmek yerine bunları yok sayanları; İnsanlığın ortak değerlerine sahip çıkmak bunlardan pay almak ve paylaşmak yerine, tekelciliğe sarılanları ikna etmeye çalışırım...

Bu yazının sonunda Nazım Hikmet’in “Saman Sarısı“ adlı şiirinin son dizelerini paylaşmak istiyorum..

“Bizim zanaatları düşünüyorum
şiirciliği, resimciliği, çalgıcılığı filan düşünüyorum ve anlıyorum ki,
Bir ulu ırmak akıyor insan eli mağaraya ilk bizonu çizdiğinden beri
sonra bütün çaylar yeni balıkları, yeni su otları, yeni tatlarıyla dökülüyor,
onun içine ve kurumayan uçsuz bucaksız akan bir O’dur.”

İşte insan elinin mağaraya ilk bizonu çizdiğinden beri akan o ulu ırmak,-ki ona sanat diyoruz, gelişim diyoruz pek öyle kolay kolay durdurulacak gibi değil. Bu ırmağı kurutmak olanaksız. Buna inanıyorum... İşte sanat, bu inancımı da körüklemeye yarıyor.

Zeynep Oral


Bu yazı HBT'nin 62. sayısında yayınlanmıştır.