Virüsün kendinden çok, salgın yönetimi önemli

Koronavirus Öne Çıkanlar

Sağlık Bakanlığı nezdinde koronavirüsle mücadele amacıyla oluşturulan “görev gücü” içinde yer alan KLİMİK uzmanlarına COVID-19 salgınının ülkemiz ve dünyadaki seyriyle ilgili sorular yönelttik. Uzmanlar Türkiye’nin sağlık altyapısı olarak pek çok ülkeden daha iyi durumda olduğunu, ama iyi bir koordinasyon olmazsa salgınla baş etmek mümkün olmadığına dikkat çekiyor.

Prof. Dr. Serap Şimşek-Yavuz, KLİMİK Derneği Genel Sekreteri


Prof. Dr. Alpay Azap, KLİMİK Derneği Başkanı

Prof. Dr. Önder Ergönül, KLİMİK Yönetim Kurulu Üyesi

HBT - Sağlık Bakanlığı nezdinde oluşturulan Koronavirus Bilimsel Danışma Kurulu içinde KLİMİK olarak yer aldığınızı biliyoruz. Şu anda ülkemizde infekte olmuş hasta olup olmadığını bilmiyoruz. Ne var ki ciddi bir yayılma olması durumunda Bakanlığın kamuoyunu aydınlatacağını düşünüyoruz. Ülkemizde sağlık sistemi böyle bir salgına ne kadar hazırlıklı?

Türkiye sağlık altyapısı olarak pek çok ülkeden daha iyi durumda. COVID-19, olguların %5’inde çok ağır seyrediyor ve yoğun bakım ünitelerinde ileri yaşam desteği gerekiyor. Türkiye yoğun bakım yatağı en fazla olan ülkelerden birisi. Bu konuda hazırlıklı olduğumuz söylenebilir. Sağlık çalışanları da Türkiye’de oldukça tecrübeli ve bilgili. Ancak tabi ki bu alt yapının dışında iyi bir koordinasyon olmazsa salgınla baş etmek mümkün olmaz. Salgınlarda altyapıdan çok organizasyon kapasitesi belirleyicidir. Ülke olarak bu konuda çok yetenekli olduğumuz söylenemez ama COVID-19’a hazırlık için çok çalışıldığını söyleyebiliriz. Daha organize ve doğru bir salgın yönetimi olmasını bekliyoruz.

Çin veya Vietnam örneğinde olduğu gibi başarılı bir stratejinin uygulanması için devletin şimdiden ne gibi önlemler alması gerek?

Bu konuda en önemlisi kamuoyunu ve konunun muhataplarını (sağlık çalışanları, sağlık kuruluşları) sürekli ve doğru şekilde bilgilendirmek ve toplumda paniğe, endişeye neden olan yanlış, eksik ve hatalı bilgilerin önüne geçebilmek. Toplumda güven havasının yaratılması ve korunması çok önemli. Böyle yaklaşıldığı takdirde toplumun her kesiminden, sivil toplum örgütlerinden, uzmanlık dernekleri gibi bilimsel kurumlardan destek almak çok kolay olacaktır. Bu destek çok gerekli çünkü COVID-19 salgını sadece hükümetlerin, yerel yönetimlerin alacağı tedbirlerle kontrol altına alınamaz. Virüsün yayılmasını önlemek için öncelikle toplumdaki her bir bireyin kendi üzerine düşenleri yapması, özellikle el hijyeni ve solunum hijyeni önlemlerini çok sıkı uygulaması ve çevresindekileri de bu konuda eğitmesi, uyarması gereklidir.

İkinci olarak; virüsün ülkeye girişini geciktirmek, girdiğinde hızla farkına varabilmek için sınır kapıları, limanlar ve hava limanlarında gerekli önlemler alınmalı. Özellikle hastalığın yaygın görüldüğü ülkelerden gelişler sınırlandırılmalı (ki bu Türkiye’de baştan beri iyi bir şekilde yapılıyor), gelenler hastalık belirtileri açısından sorgulanarak gerekli durumlarda karantina ve test uygulanmalı.

Üçüncü olarak; henüz virüsün görülmediği ülkelerde ilk vakaları erken tanıyıp temaslılarını belirleyerek izolasyon ve karantina önlemleri ile virüsün yayılmasını önlemek gerekir. Bunu sağlamak için tanı kapasitesinin artırılması, daha çok kişiye daha fazla merkezde tanı testlerinin uygulanabiliyor olması gerekir. Bu hastalık büyük oranda (%81) hafif seyrettiği, ağır seyredenlerde ise hastaneye başvurma süresi 7-10 günü bulabildiği için ilk vakaya tanı konduğunda virüs çok fazla kişiye bulaşmış olabilir. Bu nedenle erken tanı çok değerli. Hastalığın kaynağı olan Çin’de bile bir hastaya tanı koyabilmek için 1400-1500 kişinin test edilmesi gerekmişti. Bu anlamda ne kadar çok test yapılırsa hastalığın o kadar erken farkına varılacaktır.

Dördüncü olarak; salgında özellikle sağlık kuruluşlarında ihtiyaç olacak malzemelerin, ilaçların yeterli sayıda temin edilmesi ve stoklanması gerekir. Sağlık çalışanlarının kullanacağı maske ve dezenfektanlar hazırda tutulmalı, bu tür durumlarda ortaya çıkan fırsatçıların fahiş fiyatlarla haksız kazanç elde etmesinin önüne geçilmelidir. Henüz virüse %100 etkili bir ilaç bulunmamakla birlikte kısmen de olsa fayda gösterdiği bilinen ilaçlar temin edilerek ağır vakaların tedavilerinin aksamaması için hastane eczanelerinde yeteri miktarda bulundurulmalıdır.

DSÖ’nün de belirttiği gibi, dünya genelinde ciddi bir sağlık tehdit oluşturan COVID-19’la etkili bir şekilde başa çıkabilmek için hazırlıklı olunmalı (be ready), toplumun her bir bireyi kendisini korumak için alacağı önlemleri bilmeli ve uygulamalı (be safe), uydurma haberler ve dedikodular yerine güvenilir kaynaklardan gelen bilimsel öneriler dikkate alınmalı (be smart) ve çevredeki diğer insanları da düşünerek ve ayrımcılık yapmayacak şekilde nezaketle davranılmalıdır (be kind).

Şu ana kadar COVID-19’la mücadele için hem Avrupa ülkelerinde, hem de Türkiye’de aynı kaynaklara dayanılarak benzer önlemler alındı. Türkiye, aslında seyahat kısıtlamalarını daha önce başlatarak, daha proaktif davrandı.

-Avrupa İnfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Derneği (ESCMID) Yönetim Kurulu Üyesi olarak Avrupa ülkelerinde ve Türkiye’de yeni koronavirüse karşı alınan önlemlerde bir fark görüyor musunuz?

Şu ana kadar COVID-19’la mücadele etmek için hem Avrupa ülkelerinde, hem de Türkiye’de aynı kaynaklara dayanılarak benzer önlemler alındı. Türkiye, aslında seyahat kısıtlamalarını daha önce başlatarak, daha proaktif davrandı.

-DSÖ yetkilileri en son İran’a gidip alınan önlemleri yerinde incelemişlerdi. Türkiye gibi yüksek risk taşıyan ülkelere de de gidip denetleme yapıyorlar mı?

Dünya Sağlık Örgütü 29 Ocak’ta “Halk Sağlığı Açısından Küresel Acil Durum” ilan etti. Bu ilan, 2005 yılında kabul edilen Uluslararası Sağlık Yönetmeliği kapsamında DSÖ’ye verilen bir yetki. Bu ilanla birlikte DSÖ tüm dünyada salgının yönetilmesi, gerekli önlemlerin alınması için koordinasyon yapma, ülkelere uymaları gereken önerilerde bulunma yetkisini almış oluyor. Salgının görüldüğü ülkelere ekip gönderilmesini de bu çerçevede değerlendirmek gerekir. Bu ekiplerin denetim amacı olmakla beraber asıl amacı o ülkeye salgın yönetimi konusunda destek olmak, önerilerde bulunmak. Bu kapsamda örneğin 10 Mart’ta incelemelerde bulunmak üzere Azerbaycan’a giden DSÖ ekibinde Derneğimizin önceki başkanı ve halen yönetim kurulu üyesi olan Prof. Dr. Önder Ergönül de yer alıyor.

-KLİMİK (Türk Klinik Mikrobiyoloji ve İnfeksiyon Hastalıkları) Derneği olarak 18-21 Mart tarihleri arasında düzenleyeceğiniz kongre programında 2019-nCoV’u da var. Kongrede sunacağınız bildirilerde hangi noktalara öncelik vereceksiniz? Virüsün teşhisi ve kontrol altına alınmasına ilişkin son bulgular neler?

Kongrede yapılacak toplantılarda COVID-2019’un dünyadaki son durumu, hangi ülkelerde ve ne derecede aktivasyon gösterdiği,  hastalığın etkeni olan SARS-2 CoV-2 virüsünün özellikleri, mutasyon geçirip geçirmediği ve varsa bu mutasyonların sonuçları, hastalığın bilinen ve olası bulaşma yolları, hangi riski olan kişilerde daha fazla görüldüğü, bulaştığı hastalarda ortaya çıkan klinik görünümleri ve muayene bulguları, hangi hastalarda daha ağır ve ölümcül seyrettiği, hastalığın hangi özgül ve özgül olmayan laboratuvar testleriyle tanısının konulabildiği, görüntüleme yöntemlerinin tanıdaki önemi, destek tedavileri, tedavide kullanılabilecek ilaçlar ve bu konuda yapılmakta olan klinik çalışmalar, küresel ve bölgesel olarak alınabilecek korunma önlemleri, bu önlemlerin eldeki verilerle ne ölçüde etkili olabileceği ve olduğu, sağlık çalışanlarına hastalığın bulaşmasının önlenmesi ve son olarak aşı konusunda yapılmakta olan çalışmalardaki son durum  tartışılacaktır.

-Hastalığın hayvanlardan geçtiği iddiası halen kanıtlanmış değil. Sizin varsayımınız ne?

Bu hastalığın esas kaynağının yarasalar olduğuna dair çok güçlü kanıtlar elde edilmiştir.  Bioinformatik analizler virüsün koronavirüs ailesinin tipik özelliklerini gösterdiğini ve Betakoronavirüs 2B soyunda bulunduğunu göstermektedir. COVID-19’un etkeni olan SARS-CoV-2’nin tam genom dizilemesi yapılmış olup, varolan diğer beta-koronavirüsü dizileriyle karşılaştırılmasında virüsün SARS CoV ile %79.6,  Rhinolophus yarasalarından izole edilmiş olan BatCov RaTG13 koronavirüsüyle ise  %96 oranında benzer olduğunu göstermiştir (1) Yine bu çalışmalarda hastalardan elde edilmiş 2019-nCoV suşları da >%99·98 dizi benzerliği  göstermiş olup, hayvandan insana çok kısa süre önce (Aralık 2019’un başları gibi) sıçrama olduğuna işaret etmiştir (2, 3).

Virüsün, SARS ve MERS’te olduğu gibi, yarasadan başka bir memeli hayvana, daha sonra da insanlara bulaşmış olabileceği düşünülmektedir. Ancak bu ara konağın hangi hayvan olduğu konusu açıklık kazanmamıştır. Bir çalışmada nesli tükenmekte olan  pangolinlerden (bir tür  karınca yiyen) izole edilmiş bir koronavirüs türünün SARS-CoV-2 ile  %99 benzerlik gösterdiği ve bu virusun da SARS-CoV-2 ile aynı reseptör bağlanma bölgesine sahip olduğu bildirilmiş olmasına karşılık, bu bulgu  doğrulanmamıştır ve pangolinlerin doğada çok fazla bulunmaması nedeniyle bu konuda sorumlu olan tek memelinin bu hayvan olmayacağı düşünülmüştür. Günümüzde ara konağının hangi  hayvan olmasından bağımsız olarak virüs insanlardan insanlara bulaşarak hastalık yapmaktadır (4).

Hastalıktan korunmanın hâlihazırda en etkili yolu sık sık el yıkamak mı? Başka neler yapılabilir?

Damlacıklarla bulaşan tüm hastalıklarda olduğu gibi COVID-19 da öksürme, hapşırma sırasında ortaya çıkan ve 1 m mesafedeki kişilere bulaşabilen damlacıklarla veya bu damlacıkların bulaştırıldığı yerlere temasla bulaşmaktadır. Virüs damlacıklarla kirlenmiş yüzeylerde (kapı kolu, elektrik düğmeleri, bilgisayar klavyeleri, tutamaklar vb) birkaç saat canlı kalabilmektedir. Bu süre içinde kirlenmiş yüzeylere dokunan sağlıklı kişiler virüsü ellerine bulaştırırlar. Sonrasında kirli ellerini yüzlerine, göz, burun ve ağızlarına götürdüklerinde infekte olurlar. Aynı zamanda temiz olmayan elleriyle başka yerlere dokunarak virüsün etrafa dağılmasına yol açarlar. Bu nedenle hem bireysel olarak hem de toplumu korumak için el temizliği en etkili ve önemli korunma yöntemidir. Buna ek olarak; ellerin yüz, göz, ağız ve buruna olabildiğince az götürülmesi bir alışkanlık haline getirilmeli.

Yine çevremizin virüsle infekte olmasını engellemek için öksürürken veya hapşırırken ağzımızı ve burnumuzu kâğıt mendil veya peçete ile kapatmalıyız. Daha sonra bu mendili hemen çöpe atıp ellerimizi temizlemeliyiz. Kâğıt mendil, peçete bulamıyorsak bunu dirseğimizin iç kısmı ile de yapabiliriz. Nezle veya grip benzeri şikayetleri olduğunu fark ettiğimiz kişilerle sosyal mesafeyi korumalıyız yani 1 metreden daha fazla yaklaşmamalıyız. Bu kapsamda selamlaşırken tokalaşma ve öpüşmekten vazgeçmeliyiz. Sevgi ve saygımızı sözle ifade etmek yeterli olmalı. Tüm bu önlemleri çevremizdeki herkese, aile üyelerine, iş arkadaşlarına anlatmalı, onları bu önlemlere uymaları konusunda uyarmalıyız. Unutulmamalıdır ki, toplumda ne kadar çok kişi bu önlemleri uygularsa salgın yapan infeksiyonlar o kadar az kişiye bulaşır. Tek başına bir kişinin bu önlemlere uyması salgının yayılımını engellemez.

-EBOLA ilacı (Remdesivir) Covid-19’a çare olacak mı? Başka ilaçlar da var mı? Bu ilaçlara herkesin erişimi mümkün olabilir mi?

Bu hastalığın tedavisinde etkili olduğu kesin olarak gösterilmiş bir antiviral ilaç yoktur. Bazı az sayılı olgu bildirimlerinde, bir nükleozid ön ilaç olan ve viral RNA transkripsiyounu inhibe eden Remdesevir’in etkili olabileceği bildirilmiştir. Bu ilacın etkili olup olmadığının kesin olarak söylenebilmesi için, şu anda hem Çin’de, hem de ABD’de yapılmakta olan klinik çalışmaların sonuçları beklenmektedir. Yine Çin’de bazı olgularda kullanılan antimalaryal bir ilaç olan Klorokinin  (ve hidroksiklorokinin), HIV tedavisinde kullanılan bir protez inhibitörü olan Lopinavir/Ritonavirin de hasta sonuçlarına olumlu etkisi olabileceği ifade edilmiştir, ancak burada da kesin sonuca ulaşabilmek için klinik çalışma sonuçları beklenmektedir.   Bunlara ek olarak daha önce SARS veya MERS’le infekte hastalarda kullanıldığında etkinlik göstermiş olan veya in-vitro çalışmalarda SARS-CoV-2’ye etkili olabileceği bulunmuş olan alfa interferonlar, Ribavirin, influenza tedavisinde kullanılan Oseltamivir, Favilavir ve Arbidol de klinik çalışmalarda denenmektedir. Bu özgül antiviral tedavilere ek olarak iyileşmiş hastaların serumundan elde edilmiş antikorların kullanıldığı hastalarda da olumlu sonular bildirilmiş, iyileşmiş hastalardan elde edilmiş lenfositler kullanılarak yapılan monoklonal antikor üretimi çalışmaları da başlatılmıştır. Son olarak bu virüsün bazı hastalarda neden olduğu ağır pnömonilerde aşırı sitokin salınımının da rolü olabileceği gösterildiği için, bir interlökin-6-reseptör inhibitörü olan Tokilizumab ve bir PD-1 inhibitorü olan Karrizumab gibi bu aşırı yanıtı inhibe eden biyolojik ajanlar da klinik çalışmalar içinde kullanılmaktadır.  Şu anda bu ilaçlar dünyada 100’den fazla klinik çalışmayla test edilmektedir, bu çalışmaların bazılarının sonuçları önümüzdeki haftalarda açıklandığında daha kesin önerilerde bulunulabilecektir (5). Yukarıda belirtilmiş ilaçların bir kısmı ülkemizde de bulunmaktadır ve hastann durumuna göre değerlendirilerek uygun bulunanlarda kullanılabilecektir.

-Salgın zirveye ulaşmış olabilir mi? Yoksa tırmanmaya devam mı ediyor? Havalar ısındığında COVİD-19’un etkisini yitireceği varsayımı ne kadar doğru?

Salgın Çin’de hızını azaltmış olup, bu ülkede Nisan başı itibariyle kontrol altına alınacağı tahmin edilmektedir. Ancak COVID-19 dünyada Çin dışında şu anda 100’den fazla ülkeye yayılmış, bunların 20’sinden fazlasında ise yerel bulaşma dediğimiz riskli ülkelere seyahat öyküsü olmayan kişilerde de görülmüş durumda. Başta Güney Kore, İtalya ve İran olmak üzere vaka sayılarında ciddi artışlar yaşanmakta. Bu nedenlerle salgının dünyada kontrol altına alındığını ya da zirveye ulaştığını söylemek mümkün değil. DSÖ halen bu hastalığın tüm dünya için yüksek risk taşıdığını bildirmektedir. Daha önce de bilinen ve insanlarda nezle yapan koronavirüslerin ve COVID-19 gibi bir solunum yolu hastalığı olan gribin toplumda görülme sıklığı mevsimsel özellik gösterir, özellikle soğuk, kış aylarından daha fazla ortaya çıkarlar. Soğuk havalarda bu infeksiyonların yayılımını kolaylaştıran, kapalı ve kalabalık ortamlarda daha fazla bulunma, okulların açık olması gibi çevresel koşullar söz konusudur. Ek olarak grip virüsü soğuk ve kuru havalarda daha kolay bulaşır.  COVID-19’un etkeni olan SARS-CoV-2’nin de bu tür mevsimsel bir özelliği olup olmadığı tam olarak bilinmektedir, ancak havaların ısınmasıyla kapalı, kalabalık ortamların azalması, ortamların daha iyi havalandırılması, yazın okulların tatil edilmesi gibi durumların tüm solunum yolu infeksiyonlarını azalttığı gibi bu infeksiyonu da azaltabileceği düşünülmektedir.

-Aşı konusunda her ülkeden sevindirici haberler geliyor. Sizce aşı en erken ne zaman çıkar? Yeterli miktarda üretilebilir mi? Aşı karşıtları acaba bu aşıya itibar ederler mi?

Hastalıktan korunmak için henüz bir aşı söz konusu değildir. Ama 4 Mart 2020 itibariyle 35 aşının laboratuvar çalışmaları devam etmektedir. Biri Çin’de, biri de ABD’de olmak üzere iki aşının laboratuvar çalışmalarının tamamlandığı ve Nisan-2020’de klinik çalışmalarına başlanacağı bildirilmiş olmakla birlikte, bu klinik çalışmaların yapılma süresi nedeniyle 1 yıldan önce insanlara uygulanabilir hale gelecek bir aşının geliştirilmesi beklenmemektedir.

-DSÖ’nun acil durum ilan etmemesi sizce ne kadar doğru? Söylentilerin ve paniğin virüsten daha hızlı yayılması hastalıkla mücadelede ciddi bir tehlike mi yaratıyor?

DSÖ aslında yukarıda belirttiğimiz gibi Ocak sonunda halk sağlığı açısından küresel acil durum ilanı yaptı. Bu ilanın ardından salgını yönetme yetkisi küresel anlamda DSÖ’de. Hastalığın farklı kıtalarda ve ülkelerde bulunması teorik olarak pandemi tanımına uyuyor. Ancak DSÖ pandemi ilanı yapmaktan özenle kaçınıyor. Buna gerekçe olarak da farklı kıtalarda olsa da hastalığın kontrolden çıkmadığını, pandemi olarak tanımlamanın salgının kontrolü için ayrıca bir avantaj sağlamayacağını tersine panik düzeyini artırmaktan başka bir işe yaramayacağını ifade ediyor. Gripteki gibi seviyelendirilmiş bir salgın tanımlamasının koronavirüsler için geçerli olmadığını belirtiyor. Tanımlara takılmayıp salgını sınırlamaya odaklanmak gerektiğini vurguluyor. Bunda da ciddi haklılık payı var aslında. Çünkü söylenti ve paniğin yayılması virüsün yayılmasından daha da kötü sonuçlara neden olabilir. İnsanlar panik ve yanlış bilgilerle hastalığın yayılmasına neden olacak, kendilerine ve topluma zarar verebilecek davranışlarda bulunabiliyorlar. Maske kullanımı bunun en güzel örneği. Bu salgında sağlıklı kişilerin maske kullanmasına, hele de özel filtreli maske kullanmasına kesinlikle gerek yok. Tersine, hatalı maske kullanımı yalancı güven duygusu ve uygunsuz kullanım nedeniyle hastalığın yayılmasına neden olabilir. Ayrıca sayısı kısıtlı olan maskelerin bu şekilde gereksiz kullanımı sağlık çalışanlarının ihtiyaç duyduklarında maske bulamamalarına dolayısıyla hasta bakımının aksamasına neden olabilir. Nitekim ABD’de halkın panikle özel filtreli maskeleri satın alarak stokları tüketmesi, sağlık kuruluşlarını çok zor durumda bıraktı. Yoğun bakım desteğine ihtiyaç duyan hastaların bakımının riske girmesi söz konusu oldu.

-Uzak Doğu’da Hastalığı geçirmiş bir-iki kişinin yeniden enfekte olduğu bildiriliyor. Bu, virüsün çok hızlı mutasyon geçirdiği anlamına mı geliyor?

İnfeksiyon hastalıklarında bir hastalığı geçiren kişinin tekrar aynı hastalığı geçirmemesi için o hastalığa karşı koruyucu bir bağışıklık geliştirmesi gereklidir. Hastanın bağışıklık sisteminin durumu, virüsün özellikleri vb birçok faktör bu koruyuculuğun olup olmayacağını belirler. COVID-19 geçiren kişilerde genellikle koruyucu bir bağışıklık geliştiği kabul edilmektedir. COVID-2019 hastalığını geçiren bazı hastaların taburcu edildikten sonra alınmış bazı klinik örneklerinden virüs RNA’sının izole edilmesinin ise yeniden bir infeksiyon edinimesinden çok, uzamış virüs çıkarılmasına bağlı olduğu düşünülmektedir.  Burada saptanan şey virüsün RNA’sı olduğu için ölü virüs saçılımı da söz konusu olabilir.

-Yeni 2019-nCoV infeksiyonlarının klinik seyri her ülkede aynı mı?

Bazı çalışmalarda, virüsün reseptörünün bazı ırklarda daha fazla bulunabileceği yönünde veriler olmakla birlikte, bu ön verilerle kesin bir sonuca ulaşılması mümkün değildir.  Ek olarak COVID-19 hastalığının şu anda birbirinden çok uzak coğrafi bölgeler ve ırklarda da salgın yapması, ölümlere neden olması ırk ve ülke farkının hastalığın yayılımını ve seyrini çok etkilemediğini düşündürmektedir.

-Bakanlığın açıklamalarına göre yerli tanı kiti üretilmiş. Herkese yetecek kadar üretiliyor mu?

Bakanlık yetkilileri tarafından, yerli tanı kitinin yeterli miktarda üretilebileceği, hatta ihracat bile yapılabilir düzeyde olduğu bildirilmiştir, bu konudaki bilgilerimiz yapılan açıklamalarla sınırlıdır. Ülkemiz açısından salgın riskinin çok arttığı bu günlerde olguların hızla tanısının konulması, izole edilmesi ve temaslıların takibi olası salgının kontrolünde kritik öneme sahiptir. Bu nedenle hem yeterli tanı kitinin sağlanması, hem de bu testin çalışılacağı laboratuvar sayısının artırılması şu aşamada en önemli önceliklerimizden biri olmalıdır.


Kaynaklar:

1) Zhou P, Yang XL, Wang XG, et al. A pneumoniaoutbreakassociatedwith a newcoronavirus of probable bat origin.Nature 2020 Feb 3. doi: 10.1038/s41586-020-2012-7.

2) Report of the WHO-China Joint Mission on Coronavirus Disease 2019 (COVID-19), https://www.who.int/docs/default-source/coronaviruse/who-china-joint-mission-on-covid-19-final-report.pdf

3)  Fisher  D, Heymann D. Q&A: Thenovelcoronavirusoutbreakcausing COVID-19 MC Medicine (2020) 18:57)

4) Lam T, Shum M, Zhu H, et al. Identification of 2019-nCoV relatedcoronaviruses in Malayanpangolins in 2 southernChina .  https://www.biorxiv.org/content/10.1101/2020.02.13.945485v1.full.pdf

5) Del Rio CMalani PN. COVID-19-New Insights on   Rapidly Changing Epidemic.JAMA. 2020 Feb 28. doi: 10.1001/jama.2020.3072. [Epubahead of print])

6) Zhang QWang Y, Qi C, et al. Clinical trial analysis of 2019-nCoV therapy registered in China.J Med Virol. 2020 Feb 28. doi: 10.1002/jmv.25733. [Epubahead of print]

*Bu yazı HBT Dergi'nin 207. sayısında yayınlaşmıştır.