Puf-puf

Ali Akurgal Y
Puf-puf

Puf-puf, 65 yıl önce oynadığım oyuncağım. Hani şu hareketli hiçbir parçası olmayıp hareket yaratan buhar makinesi. Birkaç okurum dışında buna kafa yoran olmadı. Okurlarımdan Fahir bey, bu oyuncakla nasıl oynadığını anlattı, Yavuz bey ise çizip yolladı. Çocukluğunda o da o oyuncakla oynamış.

Bu köşeyi paylaştığım Müfit Akyos da. Müfit bey, yıllar sonra Tasos’ta bir dükkânda benzerini görünce hemen bir tane almış. Şimdi adı pop-pop olmuş…

Anlıyorum, çoğumuz Orta Doğu’yu ve Dünya’yı kurtarmak için seferber olmuş durumdayız. Böyle yarım asır öncesinin oyuncaklarına kimsenin vakit ayırması mümkün değil. Ama ben, size, gene de anlatacağım. Çünkü çocuklarımız böyle oyuncaklarla oynayıp öğrenerek büyüdüklerinde, ulaşacakları niteliklerinin getireceği üstünlük ile, Orta Doğu da, Dünya da kurtulmuş olacak.


Tenekeden bir kayık. Bir karış kadar. Günümüzde artık plastikler de var, pekâlâ gövde plastik de olabilir. İçinde iki ceket düğmesini üst üste kapatmışınız gibi bir kazan var. O da tenekeden. Bu kazandan tenekeden kıvrılmış iki boru çıkıyor, gövdenin dışına. Borular gövdeye de kazana da lehimle tutturulmuş. Bu kadar ayrıntılı anlatıyorum, hani birileri yapmaya kalkar diye.

Bu kayığı suya koyduğunuzda ağırlığı öyle ayarlanmış, her iki boru da suyun altında kalacak kadar suya batıyor. Böylece alttaki borudan içeri su girerken, üstteki borudan hava çıkıyor ve kazan su ile doluyor.

Kazanın altında mum koyacak kadar yer var. Oyuncak ile birlikte gelen mum bitince, gazoz kapağının içini mum damlatarak doldurmuş, ortasına da bir fitil sokuşturmuştum. Mumu yakıp kazanın altına sürüyorsunuz. Kazandaki su ısınıyor, kaynıyor. Büyük bir hışımla puf diye her iki borudan da dışarı fışkırıyor, kayığı ileri itiyor.

Kazan boşalınca tekrar alttaki borudan içeri su giriyor, üstteki borudan hava dışarı çıkıyor. Kazan tam dolmasa da, su kaynadığında; yeniden “puf”. Kayığınız, hiçbir hareketli parçası olmayan buhar makinesi ile “çaydanlık esası”na dayanarak “puf-puf” diye ilerliyor.

Bu kadar!

Ali Akurgal / [email protected]

Bu yazı HBT'nin 140. sayısında yayınlanmıştır.

Ali Akurgal