Üst düzey mühendis yetiştirmek

Ali Akurgal Y
Üst düzey mühendis yetiştirmek

Önceki yazımda günümüz yöntemiyle yetiştirdiğimiz mühendislerin yakın zamanda robotlarla yarışmak zorunda kalacağını ileri sürmüştüm. Çünkü onlara kazandırdığımız beceriler, yakın zamanda robotların bir tuşa bastığınızda yerine getirebileceği yeteneklerin genişlemesi ve onların alanını da kapsaması ile işgal edilmiş olacak.

Kanımca, mevcut mühendislerimizin düzeylerinin, ek öğrenim, hizmet içi öğrenim ile yükseltilip bu robotların işgal edeceği alanlardan yukarıya çıkartılması çok zor. Çünkü, bu düzey yükseltme öğrenimden çok eğitime dayanıyor. Daha 3-5 yaşlarındayken verilen eğitime. İnsan merak etmeyi, bakmayı, baktığını görmeyi, gördüğünü incelemeyi, incelediklerini değerlendirmeyi, buradan sonuç çıkartmayı bu yaşlardayken öğreniyor. Bu yaşlarda, bu yöndeki duygular bastırılırsa, sonra bunun tekrar ayağa kaldırılması çok zor. Eğitimciler bunun yolunu biliyorlarsa, bana yazsınlar, paylaşayım.

35 yaşına gelmiş mühendise 5 yaşındaki çocuğa verilen oyuncağı verip oynamasını mı bekleyeceğiz? ArGe’ye mühendis alırken sıkça sorduğum sorulardan biri “oyuncaklarını kırar mıydın?” olmuştur. “Hiç kırmazdım” diyenin işe alınma şansı pek olmazdı. Mühendis olmuş ama, bir oyuncağının nasıl çalıştığını, nasıl yapıldığını hiç merak etmemiş demek ki. Sorduğum; “hiçbir hareketli parçası olmayan, ama hareket oluşturan bir buhar makinesi tasarlar mısınız?” sorusu, benim 5-6 yaşlarındayken oynadığım bir oyuncak.


Zamanına göre oldukça nitelikli çok sayıda oyuncağı olmuş şanslı insanlardan biri olduğumu, oynadığım oyuncağı 65 sene sonra sizlere soru olarak yönlendirdiğimde görüyorum. O oyuncak bende nasıl bir etki bırakmış olmalı ki, 65 sene sonra bile çalışma prensibini, üretim tekniğini gözümün önünde görerek anımsayabiliyorum. Tamamı tenekeden kıvrılarak preste şekillendirerek yapılmış bir karış kadar bir kayık. İçinde bir yere bir mum yakıp koyuyorsunuz, bir süre sonra hareket edip ilerlemeye başlıyor. Buna kafa yorup bana yazmak isteyenlere ip ucu vereceğim, “bir çaydanlığı düşünün”.

Günümüzde oyuncaklar sanal ortama kaymakta. Çoğu bir ekranda oynanan oyunlar şekline büründü. Sanal ortamda gösterilen ve ses efektleri ile desteklenen (audio-visual) anlatımlar, gerçek ortamdakini bilenler tarafından kolaylıkla anlaşılabilir ama, gerçek ortamdakini görmemişler için onun yerini alamaz. Haydi, sanal ortamda bisiklete binmeyi öğretin bakalım. Bunu ancak, bisiklet şeklinde bir aparat, bir bilgisayar çevre birimi ile yapabilirsiniz. Ekrandaki (sanal gerçeklik gözlüğündeki) yokuşu çıkarken pedalını çevirmesi zorlaşır, ne kadar hızlı çevirirseniz o kadar hızlı yol aldığınız etkisi sağlanabilir ve benzeri.

Bisiklete, ağırlığınız ile denge sağlayıp yön vermek gerçek bisiklet dışında, ancak böyle bir aparat ile öğretilebilir. Pilot eğitimi için kullanılan simülatörler, bu nedenle, bir uçağın yaşayabileceği her türlü sarsıntı, yana, aşağı-yukarı yatmaları ve darbeleri veren kabinler kullanıyor. Kısaca sanal ortamı, bir kısım gerçek ortam çevre birimleri ile donatmazsanız istediğiniz eğitimi veremezsiniz.

Sözü getirmek istediğim yer, çocuklar arasında yaygınlaşan sanal ortam oyunlarının, gerçek ortam oyunların yerini almasına yol açmamanız. Bir çocuk, oyuncağını eliyle tutmayıp, onun nasıl yapıldığını, nasıl çalıştığını söküp, sökemiyorsa kırıp içine bakıp öğrenemiyorsa, üst kulvara geçmek için treni kaçırıyor demektir. Gene, bisikletini (ya da elektrikli kay-kay’ını) “tamir edeceğim” diye bozan çocuğa da kızmamak; inadına, git arkadaşlarına sor, gerekli parçaları al, birlikte tamir edin diye görevlendirmek gerek.

Beri yanda, bakan, gören, sorgulayan bir insanın yaşamı zor oluyor. Günlük yaşamda karşılaştıkları, sıradan insanlarda hiçbir iz bırakmaz, hiçbir düşünce ve değerlendirme uyandırmazken, bu yeteneklerle bezenmiş insanlar çıkarttıkları sonuçlarla sıradan insanlardan ayrışıyor. Elbette, bunu, iki yaygın uydu TV platformumuzda da yayınlanan “Elementary” dizisindeki Sherlok karakteri gibi aşırıya taşımak çok da özlenen bir şey değil.

Ali Akurgal / [email protected]

Bu yazı HBT'nin 138. sayısında yayınlanmıştır.

Ali Akurgal