200 liraya öğretmen, bir pantolon bir can…

Doğan Kuban
200 liraya öğretmen, bir pantolon bir can…

Sevgili okurlar, Rönesans ile ilgili bir kitap yazdığım için birbiriyle kıyasıya savaşan kent yöneticilerinin yaptıkları canavarlıkları okuyup dehşete düşüyorum, ama tarihin her çağında toplumun iyi ve kötülerden oluştuğunu biliyorum.

Doğal yolla ölüm ile kendini öldürmenin, ölen açısından hiç farkı yok. Büyük İskender ve Cengiz Han işgal ettikleri halkın çoğunluğunu öldüren ünlü ve kan içici fatihlerdi. Geçmişimizde de, padişah olunca 20’ye yakın erkek kardeşini boğduran Üçüncü Mehmet diye bir padişahımız var. Yıl boyu süren sefere çıkıp 2500 kişinin savunduğu bir kaleyi almak için 20 bin yeniçerinin ölmesine göz yuman Kanuni de var. Birinci ve İkinci Dünya Savaşı’nda ölen 60 milyon kişi, Japonya’da bir atom bombasının öldürdüğü 200 bin kişi de var.

Kötüler daha çok


İnsan hayvanlardan daha kötü, planlı öldüren bir hayvan türüdür. Sürü halinde kentlerde yaşar. Kötü olanları olasılıkla iyilerden fazladır. Toplum kalabalık oldukça kötülük artar. Bu oranın her toplumda aynı olduğunu düşünürseniz, İstanbul’da bütün Gürcistan’ın ya da bütün İsrail’in nüfuslarından daha fazla kötü var. Amerika’da bizden dört kat, Çin’de 20 kat fazla kötü var.

Kötülüğün dereceleri çoktur.

Her kötü, adam öldürmez. Rönesans’tan bu yana düşünürler, kötülüğün temelde ortak yaşamdan kaynaklandığını ve ideal bir yönetici ya da sistemi nasıl kurulabileceğini tartışırlar. Rönesansta ilk yetişen sosyal düşünür Machiavelli, bugüne kadar tartışılan bir yazardır. O günlerin koşullarında halkın idarede olduğu bir demokrasi sistemi söz konusu değildi. Dünya nüfusu da bugünkü nüfusun onda biriydi. O, bir prensin idaresi altında insanların haklarına sahip olacağını düşünüyordu. Rönesans İtalya’sının özellikle, Papalık koltuğunun ele geçirilme hikâyelerini dinlemek, gangster kavgalarını dinlemektir. Avrupa, krallar ya da silahlı aristokratlar dönemini, Hitler, Mussolini, Stalin döneminin sonuna kadar yaşadı.

Kötüler demokraside de var

Günümüzde laik ve halk oyu üzerine kurulu devletler aşamasındayız. Fakat kötüler yine var. Bunun kontrolü doğanın elinde. Bütün bunları sayıp döktükten sonra gazetelerde bir babanın, lisenin birinci sınıfına giden oğluna, okulun istediği pantolonu alamadığı için kendi canına kıydığını okudum.

Türkiye’de o pantolonu alacak milyonlar var. Bu koşullarda insanlık hakkı diye bir kavram var. Eğer 14-15 yaşında bir çocuk, okula bir tip pantolon giyemediği için okula alınmıyorsa, bu işte toplumsal bir yanlışlık var. Şerefli bir baba, sokakta otomobilinden inen bir vatandaştan belki para isteyemez. Fakat okul bir kurum olarak, çocuğa pantolon vermelidir. Bunun istismar edileceğini idareciler söyleyebilir. Fakat burada istismar iki taraflıdır. Okulu, asker gibi giydireceğim diye tutturan bir okul idaresi, halkın içinde fakir ve şerefli babalar olduğunu da bilmelidir.

Türkiye sadece üç kâğıtçılardan oluşmuyor. Devlet üç kâğıtçıları bulmakla görevlidir. Fakat oğluna pantolon alamadığı için umutsuzluğa düşen babalara yardım etmek zorundadır. Yaşım 90’ı geçtiği için buna benzer hikâyeleri daha önce de dinledim. Baba, psikolojik olarak rahatsız da olabilir. Fakat en kötü, ruhsuz olay, 15 yaşında bir çocuğu kapıdan çevirip onu yaşdaşları arasında mahçup etmektir.

Bu tek olay bir insanın kaybıdır. Babanın intiharı ile iki kişinin yaşamıyla oynadık. Belki aile de içinden çıkılmaz bir duruma düşmüştür. Bana kalırsa devlet bu tür saçma açmazlara düşeceğine, böyle olayları hemen sarıp sarmalıdır. Hele bir gidip ailenin durumuna bakın. Sistem ne olursa olsun devlet bu durumlarda umutsuza yardım etmek zorundadır. Bu memleketin vitrinlerinde 15 bin dolarlık kadın çantaları satıldığını gazete ve dergi reklamlarında görüyoruz. Bu ülke bu kaygısızlığa layık değildir.

200 liraya istediğin öğretmen

Aynı gazetelerde bir okul haberi daha okudum. İlkokula girecek çocuklar 200 lira verirlerse istedikleri öğretmenin sınıfına gireceklermiş! Bu olanaksız! ‘Öğretmen A, adı ünlenirse, herkes onun sınıfını ister. Öteki hocalar kalan öğrencileri yazı tura ile mi, bul karayı al parayı sistemi ile mi seçecekler? Böyle bir duruma düşmek bir öğretmenin kimliğini örselemez mi? Türkiye’de öğretim bir kumar mı oluyor?

Gelişmiş ülkelerde yüksek kalitede öğretim veren okullar para ile öğrenci alırlar. O parayı, daha az kalabalık sınıflarda çocuklarının daha iyi yetişmesi için parası olanlar verirler. Bu bir ticarettir. Fakat, şımarık ailelerin gösterişleri dışında, iyi öğretim yapan devlet okullarını bitirmek, eğitimi çökertmek demektir.

Bu koşullara uyan öğretim kurumları Türkiye’de de var. Fakat bunlar devlet okulları içinde azınlıktır. Türkiye’de öğretimden söz edildiği zaman akla Ardahan, Aydın, Maraş üniversiteleri gelmiyor. Çünkü derleme hocalarla yeni bir üniversite etkili bir öğretim yapamaz. Bu gerçekleşmeyen kaliteyi ölçmenin çeşitli yolları var.

Hocaların öğretim deneyleri ve yayınları; öğrencilerin giriş notları; okulun öğrenciyi yetiştirmek için hazırladığı programlar; okuma programları…

Bu programları öğretim ciddiyetinin gerektirdiği düzeyde gerçekleştirememiş olan okulların yetiştirdiği öğrenci, okul sisteminin intiharını gerektirir.

Toplumun fakir sınıflarının bir pantolon için kendini öldürmesi, bilinçli bir sorumlunun çok düşünmesi gereken olaydır. İTÜ’nün spor bölümünün başında olan Jerfi diye bir arkadaş, bürosunun kapısına ‘Bu da geçer yahu!’ yazmıştı. Ne var ki okul takımı bir maçta yenildiği zaman o maç takımın geleceğini etkiliyordu. O bir öğrenci şakasıydı.

Eğitim merkeze oturtulmalı

Sevgili okurlar,

Eğitimi en üst düzeye çıkaramazsak, Türkiye’nin geleceği umutsuzdur. Bunun okul kalitesi, öğretmen kalitesi, öğrenci kalitesi, araştırma olanakları, yayın yoğunluğu ve daha başka parametreleri var. Paralı okullar daha iyi öğrenci yetiştirebilirler. Fakat sanayileşme boyutu devlet boyutudur.

Eğer devlet sanayileşme bağlamında ciddi bir atılım yapacaksa, politikayı merkezi söylem olmaktan çıkarıp, öğretimi merkeze getirmeli ve ona her konudan daha fazla yer vermelidir. Sanayileşme programının, sen, ben, iktidar, muhalefet kıskacından kurtulması gerek. Fakat bunun amaca erişmesi konuşarak değil, susarak olacaktır.

Eğer her türlü tartışmayı bırakmak istiyorsak, yurtdışından bir iki danışman çağırmak doğru olur.

Sevgili okurlar,

Ülkenin bugünkü çıkmazdan kurtulması için modası geçmiş sermaye tartışmalarıyla zaman kaybetmemeliyiz. Türkiye’nin sanayileşmesi gerçekleşmezse, Türkiye’nin ekonomik gücünün hiçbir şeye olanak vermemesi olasıdır. Batının vereceği her şey bizi daha fazla köleleştirmek için olacak. Batı yerine Arap şeyhlerinden yardım almak, 700 yıldır Arap’ı işine bulaştırmayan Türk’ün tarihi statüsünü kaybetmesidir.

Araplardan borç almak, Araplara toprak ve işletme satmak 700 yıllık Osmanlı ve 1500 yıllık Türk tarihine ihanet olur.

Doğan Kuban

Doğan Kuban'ın anısına saygıyla. Bu yazı HBT'nin 134. sayısında yayınlanmıştır.

Doğan Kuban