21. yüzyıla nasıl katılabileceğiz?

Doğan Kuban
21. yüzyıla nasıl katılabileceğiz?

Türk toplumu, çoğunluğunu Kayı boyunun oluşturduğu bir topluluk olarak Eskişehir yöresine yerleştiği zaman, bugünden yarına yerleşik olmadı. Kaldı ki göçer yayılması niteliğindeki fetih savaşları, Kuzeybatı Anadolu’da, Rumeli ve Balkanlar’da, İkinci Murat ve Fatih’e kadar devam etti.

Türk tarihi bağlamında Osmanlı’ya yerleşmiş göçer olarak bakabiliriz. Bu adın nedenleri var: Birincisi, egemen oldukları topraklarda bütün yerleşik yaşam üretimini yerli halka yaptırmak; bu biraz da Türk göçer sayısının azlığından kaynaklanmış olmalıdır. Ele geçirdikleri kentlere anıtsal herhangi bir saray, konut, meydan, yol, simgesel anıt, vurgulanmış kamu yapısı yapmamışlardır. Bunun tek istisnası camiler ve mezarlardır.

Lale Devri’nden sonra Avrupa’dan bilgi almak ve öğrenmek hızlanmıştır. Önce çok yavaş başlayan bu süreç Tanzimat’tan sonra hızlanarak artmış ve ordunun yeni savaş teknolojisini öğrenmesi için gerekli eğitimi yapmak için askeri okullar açılmıştır.


Bu, Türkiye’nin sömürgelikten kurtulmasını sağlayan olgudur. Çünkü Kurtuluş Savaşı’nı, yabancı işgallere karşı ayaklanan halk, son Osmanlı ordusu, Mustafa Kemal’in liderliğinde devrimci subaylarıyla kazanmışlardır.

Bir diğer önemli süreç de İstanbul’un fethidir. Dünya tarihinde İstanbul’un fethi büyük simgesel anlam taşır. İstanbul, Roma İmparatorluğu’nun ikinci başkenti Yeni Roma (Constantinopolis), İslam’ın eline geçer. Bu olay dünya tarihinde büyük önem taşır. Arapların yapamadığını Türkler yapmıştır.

Tek anıtsal yapı

Fatih yaşamında Constantinopolis’in anıtsal mirası ile yetinmiş, Topkapı Sarayı surlarını, birkaç odalı Fatih köşkünü ve Fatih camisi ve külliyesini yaptırmıştır. Bunlar küçük ve gösterişsiz yapılardır. İranlı ustaların yaptığı Çinili Köşk tek anıtsal yapıdır. Yerleşmiş bir yeni iktidarın gösterisi ise saray surlarıdır.

O tarihten bu yana İstanbul’un fiziksel çevreye yansıyan yapıları; camiler, geç dönem türbeleri, anıtsal çeşmeler, Lale Devri, Barok ve Rokoko, Art Nouveau bezemeleridir. Osmanlı döneminin dünya mimari tarihine katkısı genelde İstanbul’da anıtsal boyutlara ulaşan ahşap mimaridir. Bu mimari de bugün yoktur.

500 yıllık Osmanlı döneminin tek mirası olduğu için İstanbul’un tarihinden söz edildiği zaman bir iki cami ve sur içinde Roma dönemi kalıntısı anımsanır.

Sultanlar İstanbul’da yaşadıkları için İstanbul’un uygar imgesini, Türk olmayan mimarlarının Avrupa’dan getirdikleri örnekler ile oluşturmaya çalışmışlardır. 19. yüzyıl Osmanlı kenti, 19. yüzyılda ithal edilmiş Avrupa yapıları demektir.

Burada Türk toplumunun içinde biraz dünyadan haberi olan vatandaşın, mimarinin kopya olanı dışında, toplum hangi başarısı ile çağdaş dünyanın ortağı diye sorması gerek. Yapı alanı dışında, başka alanlarda ne üretmişiz? diye sorarsanız, yanıt hiçe yakındır.

Biz müşteriyiz sadece

Avrupa’ya uygar sıfatı verdiren tarihi mimarı Ortaçağa uzanır. Osmanlı döneminde felsefe yasak, filozof yok. Bilim yasak, öğretecek kimse yetişmiyor. Okul ve hoca yok. Savaşların silahı da Avrupa’dan. gelir. Üç tarafı denizle çevrili ülkede denizcilik yeterince gelişmemiştir. Biz her şeyin kılıfını yapıyor fakat içine konanı yurt dışından getiriyoruz.

Gerçi bugünün Türkiye’si geçmişten çok ilerde. Ne var ki bu Afrika ülkelerinde de aynı. Dünyanın bir ortak ilerleyişi var. Bir de sanayi ülkelerinin gelişmiş, öğretime ve üretim potansiyeline dayalı hızlı gelişmeleri var. Biz müşteriyiz.

Osmanlı uygar toplumlar düzeyine hiçbir alanda çıkamadı. Sanayi reformu yapamadı. İlk Cumhuriyet döneminde yüzlerce yıl yaşamış imparatorluktan daha fazla fabrika yapılmıştı. Bunların satılması haberleri, yapılışlarını anımsayan ya da gören bizim gibi yaşlıların canını acıtıyor.

Öğretim; “sayıya bakmayın”, perişan. Türkiye’de felsefe hocası var ama, felsefe yine yok. Felsefenin yer aldığı bir kültürde gazeteleri okuduğunuz zaman felsefi düşüncenin yaşamın sorunlarına nasıl katıldığını görürsünüz. Bizde yazarlar, güçleri yetse bile bunu yapmazlar. Çünkü felsefe okuyan yetişmiş insan çok sınırlı. Türk halkı Japonya’nın yüzde biri kadar kitap okuyor. Halkın elinin uzantısı cep telefonu.

Telefondaki bilgilerle yetiniyoruz

Çin’in bilimsel yayın açısından Amerika’yı geçtiği haberini okuduğunuz zaman, kendi toplumunuzun okumayı bırakıp telefondaki bilgilerle yetindiğini hatırlıyorsunuz. Bu umutsuz bir durumdur. Bunun en az iki nedeni var: Telefonlar 20 ciltlik ansiklopediden fazla sözcüğün kısa karşılıklarını içeriyorlar. Bu benim gibi bir cildi birkaç kilo çeken sözlüklere alışmış birçok yaşamış için şaşırtıcı bir ilerleme.

Ama Descartes, Spinoza, Leibnitz, Voltaire gibi düşünürleri raflara dizmiş bir yaşlı adamın eline sığacak kadar küçük bir araçta, Spinoza okumak büyük filozofa küfür gibi geliyor. İnternetten her kitabı indirip okuyabiliyorsunuz. Fakat bu okumak değil. Makineye kitap gibi bakamazsınız. Kuşkusuz bu gözlemler teknolojinin her şeyle yer değiştireceği gerçeğini değiştiremez. İnsanın makineleşmek isteğini de değiştirmeyecek. Fakat makineleşen köylülerin vatanı kurtarıp ülkeyi çağdaş dünyanın ortağı yapmalarına da yetmez.

18. yüzyılda Üçüncü Ahmed’in döneminde başlayan Batılılaşma programı İmparatorluk batana kadar gerçekleşemedi. Sadece bazı binalar batılılaştı. Sultanlar Dolmabahçe’ye taşındılar. Fakat Türkiye’de Avrupa düzeyinde ne filozof, ne bilim insanı, ne sanatçı, ne de yazar yetişti. İstanbul’un fethinden imparatorluğun batışına kadar bir üniversitenin sadece adı oldu. Konservatuar, müze olmadı. Osmanlı tarihinde dünya listelerine giren filozof, bilim insanı, yazar, sanatçı yok. Batılılaşanlar hep Avrupalıların çırakları oldu.

Matematik bilmeden 600 yıl yaşayan bir devlet, buz dolabında dondurulmuş ve unutulmuş bir garip nesnedir.

Avrupa’yı ve dünyayı bugünkü teknoloji ve uygarlık aşamasına ulaştıran, bilimsel, sanatsal, teknolojik, felsefi bütünleşmiş bilgi birikimi, Avrupa toplumlarının tümünde aynı çizgiyi izlemiş bir uygarlaşmadır. Dünyanın başka hiçbir kıtasında yoktur. Çin uygarlığı 17. yy’a kadar Avrupa’nın önünde gitmiş olabilir. Avrupa ve Çin arasında, o zamanki koşullarda haberleşme olanağı yoktu. Fakat günümüzde Avrupa modeli daha fazla tutunmuştur. Yakın bir gelecekte bu önceliğin değişmesi beklenebilir. Fakat İslam dünyasının değil öncülüğü, gelişen dünyayı izlemesi şansı bugün yoktur.

Yapılması gereken

Türkiye’de bilim ve teknoloji alanında çok büyük bir atılım yapılır, toplumun yöneticileri dünyadan yeteri kadar haberli olurlarsa, bugün yapacakları tek şey bilimsel ve teknolojik örgütlenmeye dayalı bir sanayi atılımını gerçekleştirmektir. Uzun yıllar bilimsel eğitim düzeyi ve sanayi üretimi uluslararası listelerin aşağı sıralarında boy gösterirken, parasal sorunları çözmenin tek yolu olarak inşaat sektörünü seçenler, ülkeyi içine düşürdükleri durumdan kurtarmak için bugünden başlayarak gelişmemiş sektörlere el atmalıdırlar.

Sevgili Okurlar,

Ülkenin sorunu eğer “gazetelere bakarsak”, sadece seçim sorunudur. Tarihinde Leonardo, Bacon, Galileo, Newton yetiştirmemiş bir toplumdan söz ediyoruz.

Fakat 600 yıl anaları esir Hristiyan kızları olan Müslüman padişahlarımızın yönettiği ülke, Cumhuriyet’e sadece hiç okumamış köylüleri bıraktı. Bereket bir ordu yetiştirdi.

Doğan Kuban

Bu yazı HBT'nin 112. sayısında yayınlanmıştır.

Doğan Kuban