21. yüzyılın cehaleti

Doğan Kuban Y
21. yüzyılın cehaleti

21. yüzyıl cehaleti, kısaca, bilim ve teknolojide bilgi kıtlığı, gelişmemişliğidir. 1995’te UNESCO başkanı jeolog Federico Mayor ve jeofizikçi Augusto Forty ve bir kaç bilim insanı ‘Science and Power’ adlı bir kitap yazmışlardı. Kitabın Federico Mayor tarafından yazılan son bölümünde bu cehaletin öğelerini açıklayan tanımlar vardır. Bu yüzyıl ortalarında oluşabilecek ve, İslam ülkelerine yönelecek yeni ekonomik sömürge çağının alt yapısı bu ülkelerin bilimsel ve teknolojik geriliklerinin sonucu olacaktır. Bu acıklı geleceğe ilişkin bazı gözlemleri bu kitaptan esinlenerek özetlemek istiyorum.

Bu gözlemlerde yeni bilimsel aydınlanma ve teknolojik yenilenme döneminde özgürlüğün rolü, bilginin paylaşılması, bir kitle fenomeni olarak bilgi, medya ve bilim, bilgi transferi ve bilim insanlarının sorumluluğu bağlamında vurgulanan olguları, cahil ve vurdumduymaz bir idareci sınıfına sürekli anlatmak zorundayız. Soğuk savaş döneminde hükümetler bilimsel ve teknolojik araştırmalara, özellikle askeri alanda ve ekonomide, çok geniş parasal olanaklar sağlamıştır. Bütün ülkelerin aydınları da geleceklerinin bilim ve teknolojide olduğuna inandılar. Bugün de sözde olmasa bile pratikte aynı tutum geçerlidir. Ne var ki o dönemdeki yatırımlar zengin ve fakir uluslar arasındaki bilimsel kapasite farkını daha da arttırmıştır.

Bilimle hükümetler arasındaki yakın işbirliği ancak özgür toplumlarda gerçekleşiyor. Gerçi totaliter devletler de halkları için bilimin sağlayacağı geleceği vurgulamışlardı. Fakat bu gelecek için halkın özgürlüklerinden vazgeçmelerini de istemişlerdi. Bizim bugün yaptığımız gibi YÖK Başkanları seçtiler, araştırma paralarını, faşist ya da sosyalist (ya da kendilerince makbul) bilim kuramları üreten sözde bilim insanlarına dağıttılar. Federico Mayor o dönemde demir ve kömüre ve insan gücüne dayalı sanayileşmenin politik boyutu gözden sakladığını, zorba ekonominin yürüdüğünü, fakat elektronik tarım, biyoloji ve bioteknoloji üzerine dayalı yeni sanayide, özgür olmamanın ve eğitimsizliğin cezasının çekileceğini vurgular.


Okuyan cahiller

Türkiye’de bugün okul ve öğrenci sayısına dayalı bir öğretim komedisi var. Geçen gün ticaret lisesini bitiren ve işletme (bu işletme fakülteleri Türkiye’yi ‘işleten’ fakülteler olarak da anılabilir) okuyan, düzenli konuşan ve dışarıdan bakınca zeki bir genç kıza sordum: ‘Suriye, Yunanistan ve Azerbaycan nerede?’ Bilmiyordu.

Sonra muhasebe okuyan bu yüksek öğretim öğrencisinin 13x7 çarpımını akıldan yapmasını istedim, onu da yapamadı. Hiç kitap okumuyormuş.

Bu insanı donduracak deney ve gözlemleri her gençle yapabilirsiniz. Kimi istatistiklere göre Türkiye insanı ortalama 10 yılda bir kitap okuyor, günde 5 saat televizyon seyrediyormuş. Japonya’da ise kişi başına yılda 25 kitap okunuyormuş. Belki milletvekillerimiz de aynı ortalamayı tutturabiliyordur.

Türkiye bir mucizeyi gerçekleştiriyor ve okuyup öğrenmeden müthiş gelişiyor! Borcu kabarıyor, dolar milyarderi yetiştiriyor, gökdelen yapıyor ve neredeyse her şeyi ithal ediyor. Böyle bir ekonominin işleyişini, ve sanayileşmenin doğasını ancak iyi saatte olsunlar bilebilir. Bu cehalet sorununu serbest ticaretin (liberal ekonominin) çözmeyeceği de açık. Cahil bir ülkenin sadece ucuz işçiliğe, sıcak paraya, faize, kötü eğitime, palavraya ve televizyon seyirciliğine dayalı bir örgütlenme şansı, hele ‘özgürlük kültürü’ yoksa, olanaksızdır.

Bilim, paylaşılan bilgi üzerine kuruluyor. Fakat 7x13’ü çarpamayan üniversite öğrencisi bu paylaşanlar arasında olamaz. Federico Mayor, ‘bilim ve teknoloji her gün yeni buluşlarla giderek karmaşıklaşan bir bilgi (information) ortamında yaşıyor. Oysa toplum ve politik liderler bu gelişmenin dışında kalıyorlar’, diyor. Türkiye’de bu tanım tam yerine oturmaktadır.

Çağımızın en önemli sorunu ‘bilimsel okumamışlık’ (scientific illiteracy)’dır. (Bizim Milli Eğitim Bakanlığımız milli ve eğitim sözcüklerinin içeriğini doğru tanımladığı zaman eğitimimiz amal-i erbaa öğretebilen bir düzeye çıkar inşallah!). ‘Halk en temel bilimsel bilgilere uzak kaldığı için gerektiğinde rasyonel bir seçim yapmakta zorlanıyor’, diyor UNESCO başkanı.

Kuşkusuz bilgisizlik sadece Türkiye’ye özgü değil. 1992’de İngiltere’de yapılan ‘Okumuş bir insanın okuması gerekli 10 temel kitap’ adlı ankette tek bir bilimsel yapıt yokmuş. İleri toplumlar bile edebiyatı temel bilgi açılım olarak görmekte devam ediyorlar. Bu olgu II. Dünya Savaşı’ndan sonra E. J. Snow tarafından da dile getirilmişti.

Türkiye’de okumuşluk, bilimsel bilgi sahibi olmak anlamına hiç gelmedi. Fakat toplum yeterince uyanık. Kimse MRI’sız hastaneye gitmiyor. Kuşkusuz insan varlık olarak aklı ile olduğu kadar duygularıyla da yaşar. Fakat bu insan karnı şişirilen, kafası boş bırakılan, dolar hesabında boğulan insan değildir. Namaza giderse dönünce pabucunda altın bulacağına inanan insanların eğitimle ilgili bir dertleri olamaz.

Federica Mayor bugünün insanının dünyayı bütün boyutlarıyla algılaması gerektiğini söyler. Bizim öğrencilerimizin de hiç olmazsa Azerbaycan’ın nerede olduğunu, ve Türkiye’de susuzluk, kuraklık sorunlarının önemini bilmesi gerek. Fakat daha da başta gelen ve çağdaş toplumların en önemli sorunu olan olgu ‘karar verici’ durumda bulunanların bilgi düzeyidir.

Çağdaş kültürün çok gerisinde kalmış politikacılar, gelecek açısından sadece umutsuzluk kaynağı olabilir. İnsanlar, tarihin kendilerini nereye getirdiğini bilmelidir. Üst düzeyde bilim insanları yetişmesinin ve eğitimin gelecek dünyada yaşamına olanak veren temel girdi olduğunu da öğrenmek zorundalar. Bu bilgiler ne yazık ki televizyondan öğrenilmiyor. Spor, show, film dizileri, politik dedikodu, bilgi değildir.

UNESCO istatistiklerine göre az gelişmiş (yani Türkiye gibi) ülkelerde yüksek öğretim almış insan sayısı gelişmiş ülkelerin 4-5 katı daha az, sanayileşmiş ülkelerde teknik personel sanayileşmemiş ülkelerin 8 katı, az gelişmiş ülkelerde (dünya nüfusunun %80’i) AR-GE harcamaları dünya araştırma harcamalarının sadece %4’üdür.

Sürdürülebilir kalkınma programlarında yeterli bir eşiğe gelmenin ilk koşulu yetişmiş insan gücünün kritik bir büyüklüğe erişmesidir. Bu bilgi birikimine liseden mezun olup, Yunanistan’ın nerede olduğunu bilmeyen ve dört işlem yapamayanlarla ulaşılamaz. Eğitim milyonluk öğrenci sayısı, binlerce yapı ile ölçülmüyor. Bizde okul var, eğitim yok, spor salonu var, spor yok, konferans salonu var, konferans yok, yol var, ulaşım yok. Eğitimin öğrenciler için mi, yoksa inşaat müteahhitleri için mi yapıldığı pek açık değil.

Bugün yeterli olmayan teknisyen, mühendis ve bilim insanı, yarın için gerekli teknik (yani uygarlık) kalitesinin hiç yetişememesi anlamına geliyor. Eğitimin varlığı, ancak amaca uygun, bilim ve teknolojiye gereken ağırlığı veren eğitim programlarının varlığı ile gerçekleşir. İngilizce dilli vakıf üniversitesi bilim insanı, mühendis yerine işletmeci yetiştiriyorsa, bu sadece millet kendini ‘işletiyor’ demeye gelir. Türkiye henüz kaç bio-teknolog, kaç enerji uzmanı, kaç jeolog, kaç elektronik uzmanı, kaç doğa bilimci, kaç matematikçi ve kaç ‘imam’ yetiştireceğini anlamamış bir ülke. İşletmeci-imam yakın geleceğin okumuş prototipi olarak hazırlanıyor. Türk toplumu cyber-space ve nano-teknoloji dünyasında çağdaş Cro-magnon kuşağı olarak arz-ı endam etmemeli!

Bir Cro-magnon adamı rökonstrüksiyonunu hatırlıyor musunuz sayın okuyucular?

Doğan Kuban

Doğan Kuban'ın anısına saygıyla. Bu yazı HBT'nin 200. sayısında yayınlanmıştır.

Doğan Kuban