Adnan Adıvar ve bilim tarihimiz

Doğan Kuban
Adnan Adıvar ve bilim tarihimiz

Cumhuriyet döneminde Osmanlı bilimini en iyi araştıran ve yayınlayan Abdülhak Adnan Adıvar’dır. Bilim tarihinin Türkiye’deki öncüsüdür. Paris’te başladığı araştırmalardan sonra 1946’da “Tarih Boyunca İlim ve Din” adlı kitabını yayımlayarak, gençliğinde başladığı çalışmayı genel bir bilim tarihi olarak topluma sunmuş, bu alanda, sadece öncülüğünü değil, güvenilir bir bilim insanı ve yazar kimliğini de kanıtlamıştır.

Osmanlı geç döneminin yetiştirdiği bir düşünür ve bilim adamı olarak, Osmanlı ve Arap kaynaklarını en iyi bilen ve bugüne kadar Türkiye’de bu alanda yazılan her yapıta öncülük eden az yetiştirdiğimiz aydın ve entelektüellerden biridir. Halide Edip Adıvar ve eşi Adnan Adıvar, Kurtuluş Savaşına ve sonrasına aydınlık getiren Mustafa Kemal’le birlikte, Türkiye’nin çağdaşlığa adım atmasını sağlayan Cumhuriyet temsilcileridir. Günümüzde de Adıvar’ın Osmanlı bilim tarihi, bu alanda, güvenilebilecek en önemli kaynak olma niteliğini koruyor.

Adnan Adıvar Cumhuriyet tarihinde bağımsız bir düşünür olarak da örnek bir karakterdir. Eşi Halide Edip’in de daha başından Kurtuluş Savaşına katılmış olmasına karşın, politik olarak, Amerikan mandası önerenler arasında olduğunu biliyoruz. Aydın, yenilikçi bağımsız düşünceli kurtuluş savaşçıları içinde olan Adıvar, İslam ve Osmanlı’nın dünya bilim tarihindeki yerini, karşı bir görüşü savunmayı olanaksız kılan bir açıklıkla, İkinci Dünya Savaşı sonunda genç kuşakların okuması umuduyla yayınlanmıştı.


Ciddi bir araştırmacının bu yapıtının okunmasını dileyerek, gençlerimize ve okuyuculara anımsatmak için çok kısa bir özetini sunacağım. Geçmişimizi öğrenmeden geleceğe çeki düzen veremeyeceğimize inanmamız gerekiyor. Geçmişe onu yermek için değil, neleri başaramadığını ve niçin başaramadığını anlamak için bakmak zorundayız.

607 sayfa olan kitapta İslam’a ayrılan iki bölüm 30 sayfadır. Burada hiçbir Osmanlı bilim insanı yoktur. İslam kültürünün bilim tarihindeki yeri Adnan Adıvar’ın kitabında, bilimsel gelişmenin sadece 1/20 sini oluşturuyor. Ve bu tarihte Osmanlı bilim insanı adı geçmiyor. Aynı tabloyu daha yeni İslam bilim tarihlerinde de görüyoruz.

Bir Osmanlı bilimcinin bile adı yok

Araplar tarafından yeni yazılan kitaplarda Arap sözcüğü İslam’la eşdeş olarak kullanılır. Çünkü, İslam tarihinde bilim kitapları Arapça yayınlanmışlardır. Bu İslam kültürünün karakteristiğidir. Ne var ki bu kitapları yayınlayanların en önemlileri Müslümanlığı kabul eden ve Arap olmayan toplumlara mensuptur.

Örneğin Rüşdü Raşid’in (Roshdi Rashid) 1997’de yayınlanan üç ciltlik ‘Arap Bilimler Tarihi’ (Histoire des Sciences Arabes) adlı yapıtında da, 500 yıllık Osmanlı döneminde yetişmiş bir bilim insanı, matematikçi ve filozof adı yoktur. Rönesans’tan öteye Osmanlı toplumu, Avrupa’nın felsefe, bilim, sanat gelişiminin, kısaca uygarlık gelişmesinin dışında kalmıştır. Adnan Adıvar bunu bir Osmanlı çocuğu olarak açıkça söylemek istemezdi.

Sonraki kuşaklardan biri olarak, ben de Osmanlı dönemini eleştirmek için değil, önce başardığı olumlu şeyleri anlatmanın bir görev olduğunu düşünerek çalışmalarıma başlamıştım. Fakat bugün 100 yıl öncesinin ortamında ve dünya görüşü ile yaşamıyoruz. Aradan 100 yıl geçtikten sonra, Türkiye hala az gelişmiş bir ülke ise, bunun nedenlerini araştırmak ve tarihimizi yorumlamak zorundayız.

Türkiye her şeyi dışarıdan ithal edip bilim, felsefe, sanat, teknoloji üretiminde yetersiz ekonomisi ve kültür yapısı ile, Osmanlı İmparatorluğunu yok eden bir dünyanın dinamiklerini, bilim-teknolojisini ve sanatını dışlayarak, ortaçağ kafasıyla yaşayamaz.

Soruna İslam Tarihinin Abbasi çağında, 9-12. yüzyıllarda, büyük bir Yunancadan çeviri aşamasında, Halifeler’in isteği ve yardımı ile başlayarak Ortaçağ’dan Rönesans’a kadar Avrupa kültürü üzerinde etkili olmaları gözlemi ile başlamak gerekir. Bu bir bakıma, Rönesans hümanizma akımının ilk temsilcileri olmaları anlamına gelir.

Abbasi halifelerinin öncülüğü

Abbasi halifeleri, 9. yüzyılda, Harun el-Reşid’den başlayarak, Yunan uygarlığının bilimsel ve felsefi üretiminden haberli olduklarını ve bunu İslam kültürüne mal etmek istediklerini kanıtlamışlardır. Bağdat’ta El-Memun’un yaptırdığı Bayt ül-Hikma (Felsefe Evi ya da Enstitüsü) olarak kurulan çeviri kurumunda 900’den fazla yapıt Yunancadan Arapçaya çevrilmiştir. Yunan uygarlığının bu baş yapıtları İspanya’dan Avrupa manastırlarına, sonra da Rönesans düşünürlerine Latince çevirileri yapılarak ulaşmıştır. Bu birçok Batılı tarihçinin Batıda doğan Arap Güneşi dediği antik bilginin Avrupa’ya geçişi olgusudur. Tarihi ayrıntılı olarak yazılmıştır ve bilinmektedir.

Bağdat’ta Beyt-ül Hikmet çevresinde oluşan antik bilgi fırtınasının İslam dünyasında bilimin, matematiğin, tıp ve felsefenin gelişmesine katkısı ve bu yüzyıllarda yetişen Farabi, İbni Sina, İbni Rüşt gibi Eflatun ve Aristo’yu izleyen filozoflar, El Harezmi gibi ‘Cebir’ sözcüğünü matematik tarihine hediye eden matematikçiler, İbn ül-Heysem, El Razi gibi bilim adamlarının varlığı İslam kültürünün gelişmesinin en üst noktasını oluşturur.

Avicenna (İbni Sina) çağının en ünlü doktoru idi. Tıp üzerine yazılan kitabı 16. yüzyılda 22 kez basılmıştır. Avrupa tıp tarihinde Hipokrat, Galen geleneğinin üçüncü adı Avicenna’dır. Alhazen’in (İbn ül-Heysem) optik üzerindeki kitabı Avrupa üniversitelerinde 17. yüzyılda ders kitabı olarak okunuyordu. Fakat Arapça yazan bu İslam filozof ve bilim insanlarının çoğu Arap değil, İranlı ve Ortaasya’lıdır. Ana dilleri Farsçadır. Bu bağlamda Müslüman kültürüne patronluk eden Abbasi halifelerinin, Hıristiyanlık ve İslam’ın Arap kökenini değil, dini temel almaları bir uygarlık gösterisidir.

Biz Arap olmadık!

Bu değerlendirme Anadolu’nun Müslüman köylüsünün İslam uygarlığının temsilcisi, ya da Müslüman kafası kesmeye gelen Haçlının ‘Hıristiyan uygarlığının temsilcisi olduğu’ anlamına gelmez. Ortak dil olarak, Avrupalıların Latinceyi kullanmaları gibi, Müslümanlar da Arapçayı kullandılar. Biz Arap olmadık. Bugün Araplar İslam yerine Arap sıfatını kullanarak Müslümanlığın evrensel mesajını Arap Milliyetçiliği yolunda sömürüyorlar. Bu İslamlıkla Araplığı birleştirdiği için dinin evrensel mesajını ilkel bir milliyetçiliğe çeviriyor.

Bu milliyetçiliği, Arap kökenli yazarlar İslam üzerine yazdıkları başka kitaplarda da vurguluyorlar. Bu yapıtlarda Osmanlının Mısır’a girmesinden sonra geçen yüzyılların İslam’ın ayakta kalması bağlamındaki rolüne değinilmez.

Bugünün nedense fazla Arapçı olan cahil Türkleri, Edward Said’in Oryantalizm temasını işlerken Osmanlı’dan söz bile etmediğinin farkında değillerdir. Birinci Dünya Savaşında Lawrence’in Araplarını unutmuşlardır. Arapların da Napoleon’un gelip Osmanlı İmparatorluğunun elinden Kahire’yi almasını, Süveyş kanalının açılışını, bütün İslam dünyasının Batı sömürgesi olmasını Osmanlı lehine yorumlamaları beklenemez.

Adıvar’ın Din ve Bilim adlı kitabını okumaları ve Osmanlı döneminin bilimsel açılımının niteliğini görmeleri önemli bir kültürel aydınlanmadır. 1453’ten sonraki Osmanlı tarihinin dünya kültürünü dışlaması bugünün cehaletinin temelidir.

Adıvar’ın çalışması, Osmanlı bilim insanlarının yazılarından pasajlar eklenerek yeniden yayınlanırsa, Osmanlı kültür tarihine büyük bir katkı yapılmış olacaktır.

Doğan Kuban


Bu yazı HBT'nin 75. sayısında yayınlanmıştır.

Doğan Kuban