Avrupa’ya ne zaman bakmaya başladık?

Doğan Kuban
Avrupa’ya ne zaman bakmaya başladık?

Sevgili Okurlar,

Osmanlı tarihinde Batılılaşma, kuşkusuz yoruma göre, 17-18 inci yüzyıllarda Avrupa’da Karşı Reforma paralel olarak Maniyerizm ve Barok Sanatı ve ona paralel bir edebiyatın gelişmesine yol açtı. Bu da Avrupa’da Rönesans içinde bir yan akım doğurdu; bu sanat o kadar güçlüydü ki Osmanlı elçisi 28 Çelebi Mehmet efendi ülkeye dönüşünde, yanında rokoko ve barok üslubunda resimler getirmişti.

O sırada İstanbul’da hüküm süren Lale Devri bezemesel akımının yarattığı ortam, klasik çeşmelerin basit bezemelerine karşı ilginç, özgün ve zengin bir Osmanlı rokokosu yarattılar. Bu Avrupa kültürü ile sınırlı fakat ciddi bir karşılaştırma ortamı oldu.


3. Ahmet’ten sonra tahta geçen 1. Mahmud, Osmanlı ustalarına büyük bir cami yaptırdı. İstanbul’da yapılan Rokoko ve Barok üslubunda bezemelerle süslü bu caminin özgün yapısı, Osmanlı mimari tarihinde büyük bir transformasyonunu Sultan katında da, Batıya doğru açıyordu.

Osmanlı mücadeleyi bırakmadı

Osmanlı’nın Avrupa kültürü ile el sıkışması Lale Devrini izleyerek matbaa, askeri okullar, mimaride yeni üsluplar ve 18. yüzyıl sonunda açılan Mühendishane-i Hümayun ve matbaa ile takip etti. Askeri okullar planlıydı. Bunun yanında Matbaa da ciddi bir teşebbüs oldu.

Bütün bu büyük mücadeleler, Osmanlı’nın sonuna kadar mücadeleyi bırakmayan savaş geleneğinden kaynaklanır. Yavaş ve yetersiz olsa da Cumhuriyet, Lale devrinden başlayan ve rotayı Batıya çeviren görüşlerin ordu tarafından gerçekleştirilmesidir. Bugün bunun tartışılması, akıl almaz bir cehalet örneğidir.

Böylece Barok bezemeli, (Nuruosmaniye), Beyazıt’ın kapattığı Avrupa kapısını tekrar açtırmış oldu. İkinci Viyana yenilgisi Osmanlılara teknik kapıları da açmak gerekliliğini öğretti. Askeri öğretimde Fransızlar idaresinde bir topçu okulu açılarak Osmanlıda askeri teknolojinin yolunu açtı.

Osmanlı’yı yıkan

Rönesans’ı dışlamanın sonucu, Osmanlı’yı yıkan bilim ve teknoloji yokluğudur. Bugün dünyanın her köşesinden yeni teknolojileri ithal ediyoruz. Fakat 500 yıllık düşünme yasağı, başka bir deyişle felsefe ve bilimsel öğretim yokluğu bu açığı 250 yıl izlemedi. 3. Ahmed döneminde matbaanın kurulması ve ancak yılda 80 kitap üretebilmesi bu kısırlığın işaretidir. Bunu açan da Macar İbrahim Mütferrika’dır. Bu üretim kısırlığının bir başka nedeni de basılacak kitap olmamasıdır. Biz doğru dürüst kitap basana kadar Avrupa’da milyonlarca cilt kitap basılmıştı.

15. yüzyılda Fatih’in batıya egemen olma denemesi sonuç vermedi.

3. Selim’in başlattığı ordu reformu, yaşamına mal oldu.

Osmanlı’nın ünlü Yeniçeri ordusu yenileşmeye karşı direnç kurumu olmuştu. Bu orduyu destekleyen de medrese idi. Tanzimat fermanından sonra bütün yenileşme çabaları çelişmeli bir ortamda oldu.

Yenileşme fikri

İstanbul’da kuşkusuz dünyadan haberi olanlar da yetişiyordu. Tevfik Fikret, Şinasi, Namık Kemal, Ziya Paşa gibi adlar benim gibi Cumhuriyetin ilk kuşağından olanların okuyup ezberledikleri yazarlardı.

Yenileşme fikri Osmanlıda 19. yüzyılda doğdu, Şinasi, Ziya paşa, Tevfik Fikret, Namık Kemal gibi yazarlar Avrupa’dan yeni esintiler getirdiler. Bu çağın, Tevfik Fikret gibi yeni kuşakların dilini anlaması olanaksız şairleri vardır. Bunlardan bazıları Osmanlının içinde bulunduğu durumdan tekrar çıkamayacağını düşünüyorlardı. Fakat bazı şairler de örneğin Tevfik Fikret, oğlu Haluk’a: “Gündüz olur geceler.” diye umut vermeye çalışıyorlardı.

Tanzimat edebiyatı temelde şiirdir. Bu da Osmanlı geleneğinin uzantısıdır. Fakat bu şairlerin bir bölümü ya yurt dışına kaçmış ya da sürülmüştür. (Bu dönemi anlamak isterseniz Ahmet Hamdi Tanpınar’ın 19. Yüzyıl Edebiyat Tarihini ve yazarların kendi eserlerini okuyun.)

18 ve 19. yüzyılı özetlemek istersek; bu Avrupa’ya kökten değil inançlı olarak dönme çağıdır. İstanbul’da batılılaşma demek Avrupalı gibi yaşamak demekti. Bu yaşamın arka planında Osmanlı Avrupa uygarlığına katılma kararı aldığı zaman ne saltanatın devrilmesi ne de kişilerin özgürlüğü düşünülüyordu. Ziya Paşa Cenevre’de yayınladığı bir makalede, devlet için modern bir meclis öneriyordu. Kuşkusuz sultanlar böyle düşünmüyorlardı.

Tek modern devlet

Sevgili Okurlar,

Fakat savaştan sonra sonuç sultanların dediği gibi değil, Mustafa Kemal Paşanın dediği gibi oldu.

Türkiye İslam dünyasının tek modern devleti oldu. Bugün de böyledir. Benim yaşam boyunca unutmayacağım görüntü köy ve kazalarda doktorlar gibi beyaz giyinmiş gencecik öğretmenlerdi. Eğirdir’deki okulda bir yıl, yeni alfabeyi öğrenmek için diviti uygunca mürekkep hokkasına batırmanın gerektiğini hoca hanımdan öğrenmiştik. O günler gerçek cumhuriyet devrimi idi.

Sevgili Okurlar,

Biz Türkçe ve Türk kavramlarıyla çevrili olarak büyüdük. Bunların dünya tarihindeki konumu kültür açısından önemli olmayabilir. Fakat dünya jeopolitiğinde vaktiyle büyük yerleri vardı. Bugün yok!

Eğer bugün teknolojimizi dünya düzeyine yükseltebilirsek Kurtuluş Savaşına paralel bir devrim olabilir.

Umudunuzu kırmayın, daha çok düşünün!

Doğan Kuban

Doğan Kuban'ın anısına saygıyla. Bu yazı HBT'nin 147. sayısında yayınlanmıştır.

Doğan Kuban