Çağdaş toplum düzenine ulaşma sorunu

Doğan Kuban
Çağdaş toplum düzenine ulaşma sorunu

Toplumun çağdaş olmaması sayılarla belirlenen kesin bir olgudur. Adam başına ulusal gelir, ihracat, ithalat geliri gibi ekonomik göstergeler, kentlerin ve ülkenin nüfusu, ekim alanları, yiyecek ve mal üretimi, “iç politika nedeniyle, özellikle yanlış verilmediyse” toplumun anlayıp, dünya ile karşılaştırabileceği matematiksel verilerdir.

Çağdaş dünyanın özelliklerinden başta geleni, ülkeye ilişkin sayısal gerçeklerin doğru, yani bilimsel oluşudur. Sosyal çağdaşlık, topluma ilişkin özelliklerin sayısal parametrelerle ifade edilebilmesidir. Bunu bilmeyen halk, yaşadığı toplumun kör cahilidir. Türkiye’de okumuşlar da bu cahillere paralel olarak toplumun sayısal boyutlarını bilmezler.

Geçmiş çağlara göre sayısal veriler, günlük yaşamda etkinliğini çok artırdı. Bunun bilimsel, yani çağdaş nedenleri “insan” dediğimiz toplum ünitesinin kendine ve topluma ilişkin her olguyu sayı ile ifade etmesidir: Yaş, gelir, servet, aile gibi.


Elektrik kesintisinin bize maliyeti ne?

Dolaylı olarak öğrendiğimiz olgular da var. Örneğin İstanbul’da sık sık olan elektrik kesintisi. Böyle bir olay 8 saat sürerse, 15-20 milyon nüfusu olan bir kentteki vatandaşlara maliyeti ne kadardır? Bunu bilmek için kentin nüfusunu, ne kadarının işini elektrik enerjisi yardımıyla yaptığını bilmek gerekir. Yollarda trafik yoğunluğu nedeniyle her gün bir saat kaybeden 10 milyon kişi olsa, 10 milyon iş saati eder.

Bu ve benzer durumların, ülkenin büyük kentlerinde, kaç iş saatine, ülke bütçesinden ne kadar paraya mal olduğu hesaplanabilir. Cehaletin farklı etkinliklerde yarattığı davranışların zaman olarak neye mal olduğu hesaplanabilir. Bundan 30 yıl önce bir kentte 15-30 dakikadan fazla elektrik kesintisi olursa o kentin çağdaş kent sayılmadığını söylüyorlardı. Günümüz parametresini bilmiyorum.

Biz Türkiye’de elektrik kesilmesi, telefon bozulması, trafik gibi sorunlar nedeniyle yaşamın ne kadar felce uğradığını bilmiyoruz. Bunun hesabının yapıldığını hiç görmedim. Çoğumuzun, hakkında hiç bir şey bilmediği sayısız olay var. Acaba sokaktaki kaç kişi, toplumun dış borçlarından haberi var?

Topluma ilişkin sayısal olaylar konusunda duyarsız bir toplum, çağdaş dünya düzenine bizi yaklaştırmayan cehalet bataklığıdır..

Atatürk’ten miras

Çağdaşlık kavramı bize Mustafa Kemal Atatürk’ün mirasıdır ve anısıdır. Türkiye’de Atatürk’ten daha fazla çağdaş olmayı vurgulayan, geçmişin bizi dünyadan ayırmış cehaletini ruhunda hisseden, Türk kimliğini tanımlamak isteyen, bugüne kadar Osmanlı’ya ve dış güçlere sonuna kadar direnen ve sonunda çıplak ayakları, çıplak sırtı ve kağnılarıyla cepheye silah taşıyan bir ulusa, çağdaş bir kimlik kazandırmak isteyen Atatürk... Bu çabaların ilk programını tanımlayan ulus liderimiz.

20. yüzyılda faşist ya da komünist olmadan, Türk olmanın verdiği onurla çağa yetişmek için çalışmamız gerektiğini de o söylemişti. Arkasında bütün cehaletine karşın, başka Müslümanlar gibi teslim olmayan ve sömürge olmayan tek ulus da Türk ulusu idi.

Ya kulluk ya özgürlük

Bugün silahını sadece Müslümanlara çeviren Müslüman bir devletiz. Bunu, bize karşı Arapları kışkırtarak onları sömürge yapan İngiltere ayarlamıştı. Hepimize İngiliz karamanı Lawrence’i öğrettiler. Bu bir kaç cümlenin anlattığı gerçek, biçim değiştirerek bugüne kadar uzadı.

Bugün askeri yoldan işgal edilmiş sömürge devlet neredeyse kalmadı. Yüzyıl önce doğrudan sömürge olanların tümü Batının ekonomik sömürgesidir. Bu gevşek kuşak, Endonezya’dan Fas’a kadar uzanıyor. Bu ülkelerin hiçbiri tümüyle sanayi devrimini tamamlamış değil. Bilimsel öğretim, bilimsel yayın sayısı, patent sayısı, araştırma sayısı açısından dünyanın arka sıralarında.

Türkiye’de hali vakti yerinde olan ana babaların ilk düşüncesi çocuklarını yurt dışına göndererek okutmak. Türkiye’de öğretim kalitesi durmadan düşüyor. Öğretim para ile satılır oldu. Para vererek satın alınacak bilgi yoktur. Eğer “köle olmak istemiyorsak”, sanayileşmeyi tamamlamak, sanayileşmek için de bilimsel öğretimi mükemmelleştirmemiz gerekiyor. Bunu kısa sürede gerçekleştiremeyenler, 2030’dan önce kulluğa hazırlanmalıdır.

Öncelikli sorun

Bugün Türkiye’nin öncelikli sorunu bilim insanı yetiştirme sorunudur. Bu, hükümetlerin ve üniversitelerin asla vazgeçilemeyecek görevi ve sorumluluğudur. Geri kalmış ülkelerin vatandaşlarının yapmaları gereken de, hükümetlerden sürekli sanayi devrimini tamamlamalarını istemektir. Bir yandan ekonomik köle olmak tehlikesi, öte yandan fakir kalarak dünyaya avuç açmak, (Türkiye’nin dış borçları!), Menderes’ten kalan bir pratik olarak yabancılar tarafından savaşa sürülmek, bunlar dünya sahnesinde korkutucu rollerdir.

1923’ten sonra yapıldığı gibi, kendi yağımızla kavrulmak, planlı yapılması gereken bir uygulamadır. Bu gerçekleştiği zaman çağdaşlık düzeni yolu açılabilir.

İşte sorular

Bir soru dizisini yanıtlamamız gerek: Bunu önce üniversite öğrencilerine ya da mezunlara sormak zorundayız.

*Türkiye neden yüzyılda sanayileşemedi?

*Türkiye öğretime o kadar yatırım yaptığı halde neden öğretimde gelişmiş ülkeler düzeyinde başarı gösteremiyor?

*Üniversitede öğretimin sizce eleştirilecek yanları nedir?

Bu ülkede yaşayan herkesin Türkiye’nin geleceği ile ilişkisi olmak zorunda. 80 milyon insan, yurtlarını bırakıp başka ülkelere kaçamayacak! Sanayileşmeyi tamamlamak tek çıkar yoldur. Çünkü Türkiye’nin geliri, çağdaş dünya standartlarına erişemiyor. Madem sanayileşmiyoruz, “inşaat yapalım” demek parayı havaya atmak, demektir.

*Avrupa, insan ve düşünce özgürlüğü bağlamında dünyada en önde olan ülkeleri barındırıyor. Yaşamımızı bu düzlüğe çıkarabilir miyiz?

*İçinde bulunduğumuz ekonomik kargaşanın çözümü konusunda kişi özgürlüğü önemli bir faktör müdür?

*Çağdaş yaşamda kişi özgürlüğünü nasıl anlıyorsunuz?

*Öğretime çeki düzen vermeden sanayi devrimini başarabilir miyiz?

*Sanayi devrimini gerçekleştirecek elemanları sadece yüksek öğretimle halledebilir miyiz?

Kendinin Türk toplumunu temsil ettiğini düşünmeyen, özgür toplum olmasının temelinin sanayileşme ve öğretim olduğunu kabul etmeyenlerin, ülkenin gelecekteki gelişmesine katkısı olabilir mi?

Fakir ve cahil bir toplum olmasına karşın bu toplumun gelecek bağlamında gerekli potansiyele sahip olduğuna inanıyor musunuz?

Daha önceki yazılarımda Türkiye’de “Kaya Sınıfı” diye isimlendirdiğim bir çalışan sınıfından bahsetmiştim. Bunu tanıtmak için yineliyorum. Bu sınıf, çalışan nüfusun geniş bir katmanını oluşturuyor. Genelde lise hatta bazen üniversite mezunu oluyorlar. Hastaneler, fabrikalar, bazı inşaat konularının uzman ustaları, marangozlar, demirciler ve daha bir çok meslekte çalışan milyonlarca kişilik bir grup oluşturuyor.

Bunların çoğu 1970’lerden sonra köylerinden, Batı Anadolu ve kıyı bölgelerine yerleşen ailelerin çocukları. Bunlar okur yazar, ama içlerinde kitap ve gazete okuyanı az. Fakat yaşama sarılmışlar. Amaçları kendilerini, ailelerini yaşatmak için yeterli para kazanmak. Çocuklarını okutuyorlar. Bunların partilerle ilişkisi yok. Dinle ilişkileri sınırlı. Politika ile ilgileneni az, Türkiye’yi bir ev, bir çatı olarak da algılamıyorlar. Bir büyük toplum sınıfı daha var. Köyden, milyonluk kentlere doğru göçenler. Bir yoğrulmamış hamur.

Doğan Kuban

Bu yazı HBT'nin 114. sayısında yayınlanmıştır.

Doğan Kuban