Diz çöktürücü depremler ve bekleyen tehlikeler

Doğan Kuban
Diz çöktürücü depremler ve bekleyen tehlikeler

Sevgili okurlar, geçenlerde bir gün süren bir elektrik kesintisi oldu. Elektriğin bütün yaşamımızı kontrol ettiğini, aydınlanma, ısınma, gökdelenlerin asansörleri, hastanelerin ameliyathaneleri ve klimaları besleyenin elektrik olduğunu ve ufak bir arızanın bir günde ancak tamir edildiğini düşünerek, olası bir depremden sonra kesildiği zaman kent yaşamının nasıl krize gireceğini düşünüp küçük bir şok geçirdim. İstanbul, hiçbir büyük krizi atlatabilecek sağlam bir alt yapı sistemine sahip değil.

İnsan, geleceğini düşünen hayvandır. Düşünemiyorsa, hem gelecekten şüphe edebilirsiniz hem de insandan. İstanbul’un tarihi deprem doludur ve yıllardır büyük bir deprem bekleniyor.

İnşaat, hem müteahhitlere, hem köylerden kentlere tırmanmış köylülere para getirir. Fakat ekonomiye pozitif katkıda bulunmaz. Oysa ülkede abartılı para kazanmanın tek yoludur.


Sel dolayısıyla Ordu karayolunun halini görünce daha depremi tatmamış, gökdelenlerin bir eli yağda bir eli balda olan müteahhitlerinin arasında yol yapanlar olup olmadığını düşündüm.

Bir an mutsuz oldum. Önemli olan, depremin yaratacağı sorunların hedefi olan halk. Zamanı bilinmeyen kesin olasılığa karşı, sistematik olarak devlet ve belediyeler tarafından gerekli plan ve kuralların, özel programlarla halka iletilmesi gerekli. İstanbul’un başına gelen afetlere karşı şimdiden halkın hazırlanması sağlanmalı. Bunlara değişik nitelikte eklenecek başka sorunlar da var. En başta Türk lirası-Dolar paritesi bir ekonomik depremdir. Bunlara iklim değişikliğinin neden olacağı susuzluğu ve kuraklığı da eklerseniz bir çeşit cehennem hayal edebilirsiniz.

Ordu’daki sel felaketi

Bugün Ordu’daki sel felaketi, yol yapan cingöz müteahhitler ve cahil paragöz mühendis-mimarların halkın başına nasıl dertler açabileceğini gösteriyor. Bir sorumlu da çıkıp yeterli araştırma yapılmadan bu sahil yollarının deprem veya sel ile altlarının oyulabileceğini anlatmıyor, halkı uyarmıyor. Okumamış ve okumayan Türk halkı kendiliğinden tedbir alamaz. Kaldı ki bunu yapmak için parası da yok. Eğer devlet kurumları halka değer veriyorsa, milyonlarca insanın, meydana gelecek bir depremden sonra aç, susuz, ışıksız, evsiz, doktorsuz ve eczanesiz kalacağını hesap etmeli ve halkın böyle acil bir durumda neler yapabileceğine dair işleyecek bir plan hazırlamalı.

Belediyeler, inşaat yapılmadan önce vatandaşın yaşamını düşünmeyi öğrenmeli. Eğer Türkiye’nin içinde bulunduğu koşulların farkındaysanız, zaten pahalılıktan bütçesi %30 daralmış milyonların, hiç olmazsa geleceklerini emniyet altına almaya başlamaları gerektiğini anlarsınız. Şu anda İstanbul’da deprem nedeniyle doktor ve başka ihtiyacı olacak yüz binlerce çocuk var. Başka bir deyişle, çocuğu olan milyonlarca insanın, çocuğunun emniyetinin devlet tarafından sağlandığını görmesi gerek. Duvarlara çiçek, yeni sahil yolları, kıyılara inşaattan önce, halkın yakında başına gelecek felaketlere hazırlanması gerek!

Deprem sonrası durum

Depremde insanların toplanabilecekleri açık alanların elzem olduğu çok kez söylendi. Depremzedeleri, deprem anında karşılayacak istasyonlar olmalı ve bu istasyonlarda ekmek, ilaç ihtiyaçlar dağıtılmalı. Depremde bozulan yollar, geçitler, tarihi yapılar ya da yoğun yerleşme bölgelerinde meydana gelebilecek birtakım yıkıntıların ulaşımı engelleyeceğinin hesap edilmesi gereklidir. Özellikle de sağlık açısından hijyenin sağlanabilmesi için çöplerin nasıl toplanacağı düşünülmelidir. Kesilmesi mümkün olan elektrik ve su gibi kaynakların temini için şimdiden tedbir alınması şart. Bütün bunları yapacak para belediyelerde olmayabilir. O zaman devlet buna şimdiden hazır olmalıdır. Deprem her an gelebilir. Bu durum on binlerce insanın hayatına mâl olabilir. Devlet bunu yapmak zorundadır.

Peki, bunları sağlamak için mevcut partilerin sorumlulukları yok mu? Partiler seçim alanlarında zar atıyorlar, toplanan halka söylenecek bir sözleri yok mu? Böyle sorunları sadece ben düşünmüyorum. Pek çok insan endişe içinde. Peki, bu partililerin ya da tarafsızların söyleyecek bir lafı yok mu? Bunların ağzından deprem tehlikesine karşı bir kelime işittiniz mi? Bir İstanbul depremi on binlerce insanın yaşamını aldığı zaman, partiler yine oy pusulası kavgası mı yapacaklar?

Bizde demokrasi seçime indirgenmiş. Halka gelecek hakkında hiçbir bilgi verilmiyor. Ya da ara sıra sanayi, kent planlama, çevre koruma sorunları ortaya konuyor, fakat o zaman da bunların toplumla olan sürekli ilişkisi kimsenin aklına gelmiyor.

Doğal felaket

Olası bir depreme karşı önlem alamayanlar dünyayı kavuran 2. doğal tehlikeyi de hafife alıyorlar. İklimsel değişiklik henüz söylemlerine girmedi. Oysa şimdi tehlike altında olan bir kuzey yarımküre var. Bunu öncelikli düşünenlerin bilim insanları ve sonra hükümetler olması gerekir. Bunun da zamanı çoktan gelmiştir. Hollanda hükümeti çok uzun yıllar önce deniz suyunun yüksekliğinin artması tehlikesi karşısında ülkeyi koruyan duvarların her yıl biraz daha yükseltilmesi için vergi koymuştu. Kısacası iklim değişikliği çok ciddi bir yaşam tehdidi oldu. İnsanların, çok yakın gelecekte sıcak ve kuraklığın pençesine ve umutsuz durumlara düşeceğini geçen yıllardan bu yana biliyoruz. Bugün bile görülmemiş sıcaklar var.

Bu durum benim gibi uzun yaşamış insanlar için sonun yakın veya bir-iki yıl sonra olması açısından belki bir önem taşımaz. Ama toplum hep gençtir. Her şeyin onları düşünmesi ve onlar için yapılması, en az gelişmiş ülkede bile birinci sorumluluktur.

Sevgili okurlar, Türkiye, bu konuda kendine yaraşır bir adım atacaksa, bunun zamanı geldi ve geçiyor. Yukarıda ana hatlarını söylediğim hazırlığı yapabilir ve yapması gerekir. Bu bir uygarlık sınavıdır.

Ülke dize gelir

İstanbul’u vuran bir deprem, bütün ülkeyi dize getirebilir. Türkiye’de başka türlü depremler de var. Bu, yukarıda sözünü ettiğimiz Doların yükselişidir. Ama domates 10 liraya çıkarsa buna tepki gösterecek milyonlarca insan olacak. Peki, Türkiye’de başka deprem var mı? Eğitim depremi var. Yüksek öğretim giriş sınavları bu konuyu toplum için ölümcül bir önemle ortaya koydu. Çünkü ortaya çıkan sonuç, ülkenin sanayileşme şansını yitirebileceğini gösteriyor. Bu durum, elini sadakaya açmış bir ülke vizyonudur. Osmanlılar’ın Düyun-u Umumiye’si vardı. ABD’nin de IMF gibi borç veren kurumları var. Ve para verdikleri zaman o ülkenin boynuna zincir takıp dolaştırıyorlar. Rönesans’ın kanlı savaş ortamında o dönemin yazarları ve filozofları Machiavelli’den başlayarak devlet ve halk arasındaki ilişkiyi tartışmaya başlamıştı.

16 ve 17. yüzyıllarda bu sorun henüz çözülmemişti. Hobbes, egemen mevkiye gelen insanın muhakkak iyi olacağını düşünüyordu. Bu konuda tartışmalar ve pratikler yüz yıllarca sürdükten sonra egemenin, Hobbes’dan kalan sevecen, özverili olacağı inancı artık kabul edilmiyor.

Yıkıma neden olan depremler, egemenliğin sorgulanmasına varabilir ve bizler, tarihte de izleri olan bu süreçleri görmezden gelemeyiz.

Doğan Kuban

Bu yazı HBT'nin 126. sayısında yayınlanmıştır.

Doğan Kuban