Düşünce çölü…

Doğan Kuban
Düşünce çölü…

Eski Yunan’dan sonra, ne Bizans ne de Türk döneminde, "mutlu akıl" yani derin ve yüceltici düşünce, Anadolu toprakları üzerine pek fazla gelişmemiştir. Avrupa’nın düşünce ve sanat birikimi ve İslami aydınlanmanın temsilcilerinden İbn-i Sina’nın Türkçeye çevirisi bile 19. yüzyıla kadar yapılmamıştır. Anadolu’da da doğru düşünen insanlar vardı. Halkı etkileyerek, toplumu uygarca düşünmeye ve davranmaya yönlendirmek istiyorlardı.

Avrupa kendi ortaçağına sırtını çevirip yüzünü hümanizmaya döndüğü zaman, bu hümanizmanın kaynaklarını Constantinopolis’te değil, 400 yıl önceki Bağdat’ta bulmuştu. Osmanlı bu ara kesitte sonradan hiç değişmeden koruduğu Bizans ve Osmanlı gericiliğini sürdürmüştür.

Bu bakış açısı, mimaride de kendini göstermiştir. Ayasofya kilisesine benzeyen bir cami yapılmasını isteyen Kanuni’de bu bakış açısını görürüz. İslam dünyasında Jüstinyen’in kilisesinin görkemine sahip bir cami yoktu. İslam camisi böyle olmalıdır! diye, bir model de yoktur. Orta Asya, Hindistan, İran, Mısır, Kuzey Afrika ve İspanya kendi iklimlerinde, yerel gelenekler doğrultusunda anıtsal camiler yarattılar.


Osmanlılar da Anadolu fethinden başlayarak, Anadolu’nun bütün bölgelerinde yerel gelenekler ve iş gücü üzerine kurulu bölgesel cami üslupları geliştirdiler. İslam dünyası tek bir cami üslubu geliştirmedi. Her sultan kendi camisini yaptırdı. Camisini o sırada elinin altında olan işgücüne ve sanatçıya yaptırdı. Bazen gücü yetiyorsa Azerbaycan’dan çini ustası getirdi.

Osmanlı zihniyeti pragmatik ve sabırsızdır. Onlarca yıl sürecek cami inşaatı bekleyen sultan hiç olmadı. Tapınak yapmak bağlamında İslam’la Hristiyanlığı karşılaştıracak olursanız, iki dinin toplum yaşamındaki rolünün birbirlerinden ne kadar farklı olduğunu anlarsınız.

Kiliseler kral adına yapılmadı

Bir Gotik katedral çok uzun yıllarda toplumun bütün kesimlerinin katkısıyla ortaya çıkar. Gotik Katedrali bir kral yaptıramaz. Kilise, kral, halk hep birlikte bazen yüzlerce yılda bitirirler. Bizdeki gibi, bir oğluna, bir kendine, bir karısına, bir kızına, köşk yaptırır gibi, kilise yaptıran Hristiyan kral olmaz. Kaldı ki kiliseler kral adına değil, kilise azizlerine adanır. Olasılıkla Paris’te Notre Dame’a harcanan emek, zaman ve parayla, sultan camilerinin çoğu yapılabilirdi.

Hristiyan kiliselerindeki resim, heykel ve musikinin cemaat üzerinde etkisi olağanüstüdür. Bu, Müslüman Türk’ün güç gösterisinin daha modern olduğuna işarettir. Aynı sadeliği konut mimarisinde de buluruz. Topkapı sarayı, Avrupa sarayları yanında çok mütevazidir. Bunun da nedeni göçerlerde anıtsal mimari geleneği olmamasından kaynaklanmaktadır.

Hristiyan kilisesi, Papa’sını, Patriğini kendi seçer. İslam’da kilise yoktur. Fakat Şeyhülislamı Sultan seçer. Din devletten daha büyüktür. Fakat Osmanlı pratiğinde devlet dinden önde gelir. Sultanın dediği olur. Din adamının rolü sultanın dediğini dini kılıfına uydurmaktır. Osmanlı din adamı alacağı maaşa ve sultanın vereceği keseden çıkacak bahşişe ayarlı olmuştur. İslam dini başından beri, devlet idaresinin emrinde olmuştur.

Cennette yer almak!

Kaldı ki kendine bir cami yaptırmak, cennette toprak almak değildir. Bugün toplumun cahilleri, hâlâ, dünyadaki paraları ile cennette yer satın alabileceklerini sanıyorlar. Toplumun ahlakını bozan en büyük çağdaş inanç uydurması budur.

Hristiyan dünyasında kilise, politik güçten Rönesans ile birlikte ayrılmıştır. Din ile politika arasındaki güç mücadelesi sonucu, dinin politik amaçlarla kullanılmasını engelleyen kurumsallaşma büyük bir uygarlık olgusudur. Bu Batıda kilisenin gücünü azaltmamıştır. Oysa gelişmemiş İslam toplumlarında politikacılar dini her amaç için kullanırlar. Kırsaldan kentlere gelen cahil halk da bunu algılayacak kültür düzeyine ulaşamamıştır.

Hıristiyan dünyasının tümünde, son elli yılda Türkiye’de yapılan cami sayısında kilise yapılmamıştır. Bu yüz bin caminin içinde Sinan’ın herhangi bir yapısı ile estetik düzeyde karşılaştırılabilecek tek bir yapı da yoktur. Hatta çirkin olmayan bir yapı bulmak zordur.

Estetik duyarlılık ve uygar çevre yaratma açısından gelişemeyen bir toplumuz. Bu durumun entelektüel kuruluğunu da hissetmiyoruz. Kendine özgü bir kent mekanı yaratmış Osmanlı başkenti İstanbul’un, betonun ağırlığı altında ezildiği sözüm ona modern çevrede, bu duyarsızlık tescillidir.

Dünya felsefe tarihinde, edebiyat tarihinde, sanat tarihinde, musiki tarihinde, bilim tarihinde, teknoloji tarihinde, coğrafi keşifler tarihinde bir tane Osmanlı adı yok. Eğer tesadüfen bir Türk uluslararası bir itibar kazanırsa ancak Batı kültürü bağlamında bir ilişkisi olduğu içindir. Nazım Hikmet öyle bir örnektir. Amerikan üniversitesinde çalışıp bilim ödülü almak Batılı bir değerlendirmedir. Bazı uluslararası değerlendirmeler de, örneğin Nobel, hatta Batı dışı edebiyat ödülleri gibi, politik amaçlıdır. Kuşkusuz bir kaliteye tekabül eder. Fakat özgün ve yüksek değerde bir kültür üretimi anlamına gelmez.

Eşit statü yoksa, kölelik var

Sevgili Okurlar,

Müslümanlar eğer sayıdan anlıyorlarsa, kadınla erkeğe eşit statü tanımayan bir yapının dünyanın kölesi kalma kaderini değiştiremeyeceğini anlamak zorundalar. Çünkü toplumların yarı nüfusunu oluşturan kadınların düşünce potansiyelini dışlarsanız bir Müslüman toplumun düşünce potansiyeli bir Hristiyan topluma göre çok düşük olmak zorundadır.

Örneğin 80’er milyon nüfuslu Almanya ve Türkiye’nin düşünenleri arasındaki oran, büyük bir oran farkı ile Alman toplumu lehinedir. Bunu öğretim kalitesi ölçeği olarak da düşünebilirsiniz. Buna kentlileşme ve kentsel yaşam faktörünü katarsanız, sonuç yaralayıcı olur.

80 milyonluk Alman toplumunun düşünce potansiyeli karşısına yetişmiş ve uygar 8 milyon Türk çıkarmak olanaksızdır. Türkiye’nin yaratıcı varlığı Almanya’nın %5’ini geçmiyor. Bu sanayi üretimine, eğitime, ulusal gelire, kentsel yapıya, sanatsal yoğunluğa, yayın gücüne bakarak, sayısal olarak da saptanabilir.

Sevgili Okurlar,

Cehalet ülkenin üstünü kara bulut gibi örtmüş. Bu bağlamda okumamış ile okumuş arasında çok fark yoktur.

Çağdaş yaşama karşı duyarlı, yaşamını çağdaş dünyayı anlayacak kadar sorgulayan bir Türk insanı yetiştirmek zorundayız.

Doğan Kuban

Doğan Kuban'ın anısına saygıyla. Bu yazı HBT'nin 168. sayısında yayınlanmıştır.

Doğan Kuban