Excelsior!

Doğan Kuban
Excelsior!

1881’de Romualdo Marenco adlı çok tanınmayan bir İtalyan bale kompozitörünün yazdığı ‘Excelsior’ adlı bale gösterisi, Milano’da La Scala tiyatrosunda sahneye konmuştu. Bale gösterisinin amacı 19. yüzyılın ikinci yarısında insanlığın ulaştığı teknolojinin, keşiflerin ve uygarlığının ulaştığı mükemmel düzeni simgelemekti.

Bunu simgeleyen alegoriler çok zengin bir koreografi ve kalabalık bir bale grubu ile alışılmamış bir fantezi içinde sahnelenmişti. Referans olarak sunulan teknolojik harikalar içinde New York’ta Brooklyn Köprüsü, Süveyş Kanalı, Fransa ve İtalya arasındaki büyük tünel, elektrik, telgraf seçilmişti.

Bu sembolik ve coşkulu bale, 19. yüzyıl Batı uygarlığı ve teknolojisinin ve onlara dayalı dünya egemenliğinin Avrupa ve Amerika toplumlarında yarattığı büyük iyimserliği ve coşkuyu ifade eden ilginç bir yapıttır.


O dönemde Avrupa’da kral ve imparator hanedanları vardı. Fakat kent burjuvazisi Batı egemenliğinin sağladığı olanaklarla, dünyanın diğer bölgelerine göre çok daha zengin koşullarda yaşayarak, felsefe, bilim, edebiyat, sanat ve teknoloji alanında bugünü hazırlayan atılımlar yapıyordu. Dünya politik egemenliğinin açtığı sınırlar sayesinde Avrupalılar dünyayı keşfediyordu. Avrupa 19. yüzyılın gelecek bağlamındaki iyimserliğine Rönesans’tan bu yana gelişen ve günümüzün bütün entelektüel, sosyal ve teknik performanslarını üreten bir egemen uygarlığın coşkusu ile girdi.

Türklerin geleceğe baktıkları dönem

Bu çağ bütün Batı düşünürlerini etkileyen Marksizmin, sosyalist ve komünist düşüncenin geliştiği dönemdir. Avrupa’nın iyimserliği Alman Reich’ı ve İngiltere arasında başlayan ve sonunda dünyaya bulaşan savaşla sona erdi. Onu Rus ve dünya komünizmi ve sonradan buna katılan diktacı Alman ve diğer faşist rejimler izledi. 19. yüzyıl iyimserliği yok oldu. Dünya, ikinci savaşa girdi.

Avrupa yeniden iyimser olabilmek için 20. yüzyılın sonunu bekledi. İkinci Dünya Savaşı’nın bitmesinden 50 yıl sonra, Batı yeniden dünyanın ekonomik egemeni, en zengin ve uygar ülkelerini barındırıyor.

Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşü bu iyimserliğin ve kötümserliğin birbirini izlediği döneme rastlar. Cumhuriyet’in kuruluşu ise bütün Batı dünyasının iki savaş arasındaki umutsuz ortamında Türklerin, 500 yıl sonra, geleceğe en iyimser baktıkları dönemdir.

Cehalet birikir ve yoğunlaşır

Türkiye ise geri kalmış İslam dünyasına katılmaya çalışan eğilimler sergiliyor. Bu, 19. yüzyıl sonunda belli olmuştu. Aradan yüzyıl geçtikten sonra aynı noktaya dönmek, toplumun dünyayı algılamasında bir eksiklik olduğunu düşündürüyor.

Türkler İslam’ın Abbasi dönemindeki büyük atılımını ve Avrupa Rönesans sonrasını dışlayarak, felsefe, bilim, sanat ve matematikte Ortaçağ düzeyinde kaldılar. Bu, tarihimizde yükseliş çağı olarak fetih döneminin kültürel içeriği abartılan, fakat 17. yüzyıldan başlayarak her adımda Avrupa’nın arkasında kalan imparatorluğun batana kadar süren statüsüdür. Dünyanın bugün ulaştığı düzeyde birikmiş bir cehalet gösterisidir. Cehalet de, bilgi gibi, birikir ve yoğunlaşır.

Dünya kültür tarihinde bizim yaşadığımız coğrafyada etkili olan iki kültür alanı var. Biri Antikite’yi ve Hristiyanlığı birleştiren Avrupa kültürü, diğeri erken döneminde Antikite ve İran’ı birleştiren İslam kültürü. Her ikisi de monoteist İbrani geleneği üzerine kurulu yakın doğu kültürleridir. Yüzyıllar boyunca birbirleriyle kavga eden bu kültür alanlarının bileşenleri ve karakterleri farklılaşmıştır.

Avrupa ayrışıyor

Avrupa, Ortaçağ’dan başlayarak, 14. yüzyıla kadar süren Haçlı Savaşları bittikten ve Müslümanlar İspanya’dan çıkarıldıktan sonra, İslam’dan tümüyle farklı bir gelişme göstermiştir. 14. yüzyıldan sonra, Rönesans’la başlayan büyük bir gelişme göstererek, dünyaya egemen olmuş, bütün İslam ülkelerini sömürge haline getirmiştir.

Ona son direnen Osmanlı İmparatorluğu’nu da ortadan kaldırmış, fakat bu yok oluş Türkiye’de Kurtuluş Savaşı’nı başlatmış ve Cumhuriyet’i getirmiştir. İslam dünyasında sadece Türkler bağımsız bir çağdaş devlet kurmuştur. Bugün sarf edilen en bilinçsiz sözler, Cumhuriyet kurucularını tanımayan ve onlara suç atan, tarih bilgisinden yoksun kimselerin sözleridir.

Toplum sadece kendi tarihini değil, İslam tarihini de bilmiyor. Dünyanın çağdaş yapısını da tanımıyor. Çağdaş olmayı sadece araba, telefon ve televizyon kullanmak sanıyor. Afrikalı vahşi kabilelerin de aynı araçlara sahip olduğunu fark etseler, belki kendi durumlarını daha doğru değerlendirebilirler.

Kültür birikimdir

Kültürler uzun yüzyılların birikimidir. Kültürel birikim, bugüne kadar uzanan düşünce ve davranış ortamıdır. Sadece din alanında değildir. Ulaşım eşek ve deve ile yapılmıyor. Dünyanın diğer ucundaki insanlarla telefonla konuşabiliyor, televizyonda dünyayı seyrediyor, göklerde uçuyoruz.

Burada düşünmeye başlamak gerek! Şimdi telefon, otomobil ya da füzeden söz edenin dinsizliğinden şikâyet edebilir miyiz? Duvarlara asılan resimlerden şikâyet ediyor muyuz? Radyolarda yayınlanan müziğe itiraz ediyor muyuz? Ne kadar cahil olursak olalım, yaşamak için yeni bilgiler öğrenmek zorundayız. Çocuklarımızı yaşamlarını kazansınlar diye okula gönderiyoruz. Kültürün bir birikim olduğunu da anlamak zorundayız.

Kültürel birikim yetersiz

Türk halkının sorunu kültürel birikimin yetersizliğidir. Amerika, Rusya ve Çin’in uzaya insan gönderebilme olanağı ve birikimi bizde yok. Dünyaca ünlü bilim, düşünce veya sanat insanını yüzyıllardır yetiştirmemişiz. Dünyanın tanıdığı sanatçımız, kompozitörümüz eksik. Avrupa’ya ve Amerika’ya giden birkaç insan Türkler’in de yetenekli olduğunu gösterse de, ülke olarak hala eksiğiz.

Geleceğin dünyasında bir yerimiz olması, kültürel birikim konusunda Türk toplumunun aydınlanmasına bağlı. Osmanlı kültürü bağlamında bugün piyasada olan bilgi, üniversite öğretim üyeleri düzeyinde bile, klişelere oturuyor. Bu önyargıların gelişmiş Batı kültürü ile hiçbir ilgisi yoktur. İlk Cumhuriyet’in 1950’den sonra tökezlemesi, önce bir yadsımaya, sonra bir yargılamaya ve en sonunda yermeye dönüşmüştür. Bu tersine gidişi fırına veren dış odaklar olsa da, un ve maya bu toplumdan geliyor.

Excelsior balesine gelince

Yazının başında sözünü ettiğim bale 1889’da Milano La Scala tiyatrosunda sahneye konmuştur. Balenin konusu olan alanlarda bir Osmanlı adı bilinmiyor. Bir Osmanlı tiyatro ve operası da olmadı. Beyoğlu’ndaki Ermeni etkinliklerini Osmanlı kültür tarihine yazarsanız iyi olur. Ama dünya kültür tarihinde yeri yoktur. Türkiye’nin çağdaş sınırlar dışında halk oyunu festivallerine uzanan sadece halk oyunları var. Yurt dışında yetişen sanatçıların performansları da kişisel başarılardır.

Felsefe, matematik, bilim, sanat alanında dünya tarihinde yer etmiş bir Türk yok. Olsa olsa Gentile Bellini’ye resmini yaptıran Fatih’ten söz edebiliriz. Uzun sözün kısası, Türkler’in dünya kültür tarihinde bir yeri yok.

Seksen milyon Türk davul çalsa kimsenin kulağına gitmez. Gerçi dünya çağdaş devrimler tarihinde Türk adı var. Fakat O’nun varlığı cehaleti ortadan kaldırmaya ya da Türkler’e barbar denmesine engel olmuyor.

Doğan Kuban

Bu yazı HBT'nin 105. sayısında yayınlanmıştır.

Doğan Kuban