En üretken, en çalışkan ve en sistematik çalışan Cumhuriyet döneminin yetiştirdiği büyük bir tarihçi olan Halil İnalcık 100 yaşında öldü. (1916-2016). Mimari ve Sanat tarihçisi olarak onun okuyucusu ve dostu oldum. Onu kitapları, dünya görüşü ile tanıyordum.
Şikago’da uzun süren hocalığı sırasında kendisiyle birlikte olan, yakın akrabam profesör Fahir İz’in tanıklığı ile İnalcık’ın ekonomik ve toplumsal tarih alanında etkili bilimsel kişiliğini de öğrendim. Basının şan, şöhret, ödül, nişan hocaların hocası gibi övgüleri dışında, alanında neler yaptığını anlatan tarihçi öğrencileri herhalde hocalarını kamuoyuna daha iyi tanıtacaklardır.
Göçer Türklerin fethettiği ve ilk kez yerleşik düzene geçtiği Anadolu’ya ‘Turchia’ adını ilk veren İtalyanlar oldu. Göçer Göktürkler'den sonra, Türkiye adını taşıyan ilk yerleşik Türk vatanı Cumhuriyet ile kuruldu.
Türk halkına, bu ülkenin tarihini anlatmak, onun daha uzun bir tarih içinde kimliğini belirlemek, yaşadıkları ülkenin coğrafyasında yaşamış, daha erken insan kuşaklarını tanıtmak, tarihçi ve arkeologların ilk kuşaklarına verilmiş bir görevdi. Tarih, dil ve coğrafya yeni Türkiye’nin insanının ülkeye sahiplik ve uygarlık bağlamında ilk öğrenmeleri gereken konulardı. İnalcık bu görevi, sadece profesyonel bir akademisyen olarak değil, bilinçli bir vatansever cumhuriyetçi olarak benimsemiş ilk kuşak öncüleri arasındadır.
Sistematik geliştirdi
Osmanlı tarihçisi olarak Türk tarih öğrenimine kazandırdığı en önemli şey, belki de, milyonlarca belgenin incelemesinde uygulama sistematiğinin geliştirmesi olmuştur. Bu bağlamda Arnavut Sancağı Tahrir defterlerinin transkripsiyonunun önemini özellikle vurguladığını Muhittin Eren’den dinlemiştim.
Onun en çok okunan kitabı, önce İngiltere’de basılmış ve sonra Türkçe'ye çevrilmiş olan Osmanlı Tarihinin 1300-1603 arasındaki dönemiydi. 'Osmanlı İmparatorluğunun Toplumsal ve Ekonomik Tarihi’ adlı 1995’te Cambridge’de yayınlanan kitabı, çalışmalarının sınırlarını en iyi yansıtan bir yapıttı. Bunun ilk cildi İnalcık tarafından yazılmış, 2000’de Halil Berktay tarafından yapılan çevirisi Tarih Kurumu tarafından basılmıştı.
Editörlüğünü yine İnalcık’ın yaptığı ikinci cilt değişik yazarlar tarafından yazılmıştı. İstanbul’un Fatih döneminin belgelere dayalı olarak yerleşme istatistikleri, ve Türk Aile yapısı üzerinde çalışmaları da aydınlatıcıdır.
Halil İnalcık, Osmanlı tarihini yazılı kaynakların dikkatli incelenmesine dayandıran bilimsel tarih yazarlığının saygın örneği oldu. Tarihi övgülerle doldurmayan, hikaye anlatmayan, laf cambazlığı yapmayan üslubu ile, Türk yazınında hala devam eden amatör propagandacı tarih yazımı geleneğini, kendi öğretiminden uzaklaştırdı.
Tarihini halka öğretme görevi
Onun kuşağı ve onu izleyen bizim kuşak ağır bir sorumluluk taşıyorduk. Anadolu’da oturan, büyük kentli olmayan, kendi sınırlı Türkçesini konuşan, okumamış bu ülke insanına bir Türk devletinin üyesi olduğunu, bir dili ve tarihi olduğunu öğretme, bu tarihin Cumhuriyetle başlamadığını bilmesi gerekiyordu.
Bu bir kimlik ve güven sorunu idi. Bunu gerçekleştirmek için Osmanlı'nın neden battığını değil, neden bu kadar uzun yaşayabildiğini, bütün pozitif verileriyle incelemek gerekiyordu. Önce başarılardan başlamak gerekiyordu. Halil hoca ve arkasından gelen kuşağa göre, Türk ulusunun dünya içindeki konumu ve varlığının, başarı hanesine yazılması ve kesin verilere dayandırılması gerekiyordu. İnalcık’ın düşüncesinde tarihin bu pozitif aşaması 1603’te bitiyordu. Bu Cumhuriyetin ilk dönemi için bir tür zorunluluktu. Lise öğretimimizde bizim tarih hocalarımız böyle yaptılar. Arkamızdaki tarihi bütünüyle kötüleyemezdik.
Peki Osmanlı neden yok olmuştu?
Fakat Cumhuriyet oturduktan sonra, özellikle 1980’den sonra, emperyalizme yeniden kurban olmamak için, Osmanlı'nın neden yok olduğunu öğrenmemiz gerekiyordu. O kadar tantana ile başlanan Tanzimat’ın neden fiyasko ile sonuçlandığını halka anlatmak gerekiyordu. Bunları en iyi bilenlerden biri İnalcık idi. Avrupa ile Osmanlı’yı anlatan kitabında Avrupa’nın gerçekleştirdiklerini anlatıp bizim hangi nedenle geri kaldığımızı sadece ima etmek yetmiyor.
‘Hasbahçe’de Ayş-ül Tarab’ adlı, İş Bankası’nın yayınladığı güzel kitabında da, Avrupa’daki sürekli yenilgilerden sonra, sarayın eğlence, ziyafet ve içkiye düştüğü ima edilir.
Bunu ilk Cumhuriyet kuşağından biri olarak anlayabiliyorum. Ne var ki İnalcık sosyal ve ekonomik tarih uzmanı olarak, tarih söylemini çığırtkan, hayali bir kahramanlık ve hamaset söylemine dönüştürmedi. Bu bağlamda da geleceği ciddiyete ve bilime davet etmeğe devam ediyor.
Osmanlı kültüründe felsefe olmadığını anımsattım. Bana ‘Ama sufizm var!’ demişti. Sufizm’in bütün çekiciliğine ve şiirselliğine karşın Tanrı yolunda hayal ve spekülasyonla yetinen bir düşünce sistemi olduğunu söyledim. Bunu tartışmadığımızı anımsıyorum.
Belgeyi temel alan nesnellik
İnalcık, eski kuşak Cumhuriyet tarihçileri için oldukça karakteristik bir tutuma sahipti. Bu tutumu, belgeyi temel alan, yorum ve spekülasyonu dışlayan bir nesnelliktir. Nedeni, o zamana kadar yazılı tarihin, ‘o dedi, bu dedi’ yöntemiyle, allamelikle yazılmış olmasıdır. Osmanlı arşivleri ise nesnel tarihçiler için tükenmez bir hazine oluşturuyordu. İnalcık bunun bilimsel sisteminin kurucusudur.
Osmanlı tarihinin sağlam, belgesel temelini yazmadan Batı ile karşılaştırmak anlamsız olurdu. Yukarıda da değindiğim gibi, ilk Cumhuriyet kuşaklarının sorunu önce kendi tarihi varlığımızın nesnel verilerini derlemek gün ışığına çıkarmak, dünya kamuoyuna sunmak idi. Bu olmadan uygarlığımızla övünmek de olası değil.
Bugün değişen, Türkiye’yi uluslararası sıralamada aşağı basamaklarda tutan ve tutacak kültür toplumsal kültür birikiminin yapısı ve nedenleridir. Bugünkü olaylar, dış odakların iç eğilimleri kendi amaçlarına uygun olarak yönlendirmeleridir.
Bugün nasıl kapitalizm artık sopadan çok finans kapitalin küresel örgütlenmesinden yararlanarak sömürüyü sürdürüyorsa, egemen uygarlık kültürü de, emperyalizmini, geri kalmış toplumların kültürel yetersizlikleri üzerine kuruyor. Kendi dilinizi geliştireceğinize İngilizce öğreniyorsunuz. Kitaplarınız çeviri. Bilim insanları yetiştireceğinize imam ve hatip yetiştiriyorsunuz. Amerikalılar ve Avrupalılar da ellerini ovuşturup, bıyık altından gülüyor.
Soramadığım sorular
İnalcık bunları biliyordu. Toplumsal ve ekonomi tarih yazımının, Osmanlı bağlamında en büyük ustasıydı. Fakat bu yaşlarda insanlar geleceği düşünmezler. Daha çok geçmişi düşünürler. Ona neden 1603’ten sonrası için bir başka tarih yazmadın, Osmanlı imparatorluğu o kadar iyi çalışan bir makineyken, nasıl bozuldu? Nesi çalışmadı? diye soramadım. Bu satırları kitaplığımın dışında yazıyorum. Sonuçta bunu İnalcık bağlamında daha iyi yapacak tarihçiler var.
Habsburg, Romanof ve Hohenzollern sülalelerinin sonlarının nasıl geldiği iyi biliniyor. Osmanlı’nın yok oluş nedenleri de belli. Fakat Türkler onu daha yazmadılar. Birden devlet kadrolarının yarısı (!) asker ve sivil, boşalıyor. Çağdaş tarihte bunun eşi yok. Acaba bunun Türk tarihinde bir yanıtı yok mu? Her şey yepyeni mi? Yoksa İnalcık'ın söylemekten kaçındığı bir şey var mıydı? Osmanlı İmparatorluğu'nu yok eden nedeni Türk halkı doğru biliyor mu?
Doğan Kuban