Halkın sağduyusuna ulaşmanın yolu

Doğan Kuban
Halkın sağduyusuna ulaşmanın yolu

Attan indiğinden bu yana toprakla haşır neşir olmuş, okuyup yazma geleneği olmayan, şimdi ülke nüfusunun %70’i olarak kentlere dolmuş Türkiye halkı, Cumhuriyet sayesinde İslam dünyasının önde gelen ülkelerinden biri. Fakat dünyanın ekonomik, kültürel, yaşam kalitesi ortalamalarının da çok altında.

Uzun geçmişinde devlet örgütlenmeleri, fetihler, askeri zaferleri çok. Kültürel başarıları hiç yok! Ne İslam ne de dünya tarihinde hiçbir düşünsel, sanatsal, bilimsel yaratmanın arkasında adları yok. Saf Türk göçeri iken de yok, yerleşmiş toplum olarak da yok! Dünya Türkleri sadece korkulan barbarlar olarak tanıyor.

1923’den sonra Cumhuriyet bu karanlık sınırı aştı. Fakat 1950’den sonra geçmişin karanlığı ağır bastı.


Bizim tarihin özeti bu. Fakat Cumhuriyet, Türklerin düşünecek kadar akılları olduğunu dünyaya kanıtladı. Bugün o büyük ve köklü miras sayesinde (1923-1950) çağdaş yaşam ve uygarlığa katılma şansımız var.

Fransız Devrimi’nden bu yana geçen (1789-2017) 228 yıl içinde Batı dünyası sülaleler, krallar, babadan oğula geçen iktidarlar, ve kilise baskısından kurtuldu. Uygulaması zaman zaman alsa da, halk iktidarı ve demokrasi denilen sistemi Batı kültürünün yayıldığı dünyaya ulaştırdı.

Temel politik sorun

Bugün politik tartışmalar uygar dünyada insan hakları ve demokrasi kavramları üzerinde oluyor. Bu haklardan taviz vermeyen toplumlar uygar, taviz veren ya da zaten farkına varmayanlar cahil ve az gelişmiş. Türkiye cahil ve az gelişmişler arasında. Çünkü Cumhuriyetin sultandan alıp halka verdiği hakların henüz farkına varmamış büyük bir toplum kesimi var. Toplumun temel politik sorunu da bu.

Halkın ve kişinin hakları nelerdir? Önünüze gelen okumuşa ya da okumamışa sorun: ‘Vatandaşlık haklarınız nelerdir? Hak ve özgürlük hakkında ne düşünüyorsunuz? Bunun yanıtı genelde yoktur. Ne toplumda, ne okulda, ne evde ne de partilerde eğitim parçası bu değil. Onun için Türkiye’de seçimi horoz dövüşüne döndürüyorlar.

Uygar kişilerin görevi

Türk halkına Cumhuriyetle verilen haklar üzerinde, uygar aydınların toplumu aydınlatmak gibi bir sorumlulukları var. Bu sorumluluğun nasıl yerine getirileceği bağlamında yıllardır düşünüyorum. Bir çözüm bulamadım. Yazılarımla halka ulaşamam. Çünkü onlar benim okuyucularım değil.

Öğretim biçimsel bir programdır. Doğru - yanlış bir devlet ideolojisi doğrultusunda yazılır. Orada doğru düşünce değil politik ideolojiya aykırı bir şey olmaması önemlidir. Bilinçli öğretmen bunu aşsa bile, karşısına alamaz. Halka dünyanın gerçeğini anlatmak, politik mesajlarla olmuyor. Halkın içinde politikacılar da var. Onları kim eğitsin?

Sorun, ülkenin ve dünyanın sorunlarının halkın günlük yaşamına katacak etkinliklerle yapılması. Bu etkinlikler miting yapar gibi insanları meydanlara toplayıp onların beynini yıkamak şeklinde, arasıra yapılan bir aşı gibi değil. Çoğunluğa erişen, yazılı mesaj olarak değil, yaşamal bir mesaj olacak etkinlikler. Doğrusu bunun yolunu bulamamıştım.

Yıllardır aradığım halka ulaşmak yöntemini, Yılmaz Özdil’in ‘Bu İşe Kim Evet Der?’ adlı olağanüstü akıllı yazısında gördüm. Halka ulaşmak üç beş kişinin çabası, protestosu, yazılarıyla olmuyor. Şimdiye kadar olmadı. Bu tür çabalar zaten aynı şeyleri düşünenler arasında mesajlaşma gibi. Üstelik iletişimin iktidarlar elinde olduğu ülkelerde, onların söylediklerinin karşıtını söylemek, söylemlerini yinelemek şansını yine onlara veriyor. Demokrasi olmayan ülkelerde entelektüel kahramanlık çağdaş bir yöntem değil.

Halkın yaşamına katılan etkinlikler aracılığı ile bir ölçüde gerçekleşebilir. Fakir ve cahil bir toplumda bu bile kolay değil. Zorlayıcı olmayan, katılımcı bir yol bulmak gerekir.

Yoldan çıkan Cumhuriyet

Emperyalistler bu aydınlanmanın daha çabuk olduğu 20. yüzyıl başındaki Cumhuriyet Devrimini, 1946’dan sonra yolundan çıkardılar. İslam dünyasının tek Cumhuriyetini egemenlik ve sömürü programlarına engel olarak gördüler. Onlarla dost olduk. Bugünkü sonuç bu dostluğun ürünüdür.

Böyle bir olumsuz sona ulaşmak ancak cahil bir toplum için olasıydı. 70 yıl Türk toplumunun tarihi birikiminin niteliğini bize ve dünyaya öğretti. Bugün uluslarası geri kalmışlık belgemiz var. Uluslararası istatistiklerde sürekli yayınlanıyor.

Gelelim Yılmaz Özdil’in ilham ettiği yönteme: Anadolu’yu bırakıp Sudan’a yapılan tarımsal yatırım nedeniyle Özdil bize bir Cumhuriyet, yani aydınlanma öyküsü anlatıyor.

Hepsi Cumhuriyetin ilk çocukları

Öykünün bütün kahramanları ilk Cumhuriyetin çocukları. 1932 doğumlu Abdurrahim Karakoç’un bir şiiri ile başlamış. (Burada Özdil’e bir teşekkür borçluyuz. Çünkü Anadolu şairleri vatanı bize tanıtan ilk sanatçılar). Benim gibi çocukluğunu Anadolu’da geçirmek şansına kavuşanlar, dağları, ovaları, tarlaları, ekinleri, kağnıları ve insanları bilir ve özlerler. Sonra başka sanatçılara geçmiş. Aşık Veysel (1894) sadece türkü söylemezdi. Şiiri ve düşüncesiyle bir halk filozofuydu. Bugün çok insandan daha bilinçli bir cumhuriyetçiydi. Fikret Otyam (1926) benimle yaşdaş, yazıları, tabloları ve Anadolu’yu sevip orada mekân tutan karakteri ile bir cumhuriyet aydını idi.

Özay Gönlüm (1940), Nesimi Çimen (1931), Cahit Berkay (1946) Selda Bağcan (1948) müziği ve şarkıyı halka indiren cumhuriyet kuşağının temsilcileriydi.

Anadolu’yu sevdiren, Türkiye’yi halka tanıtan ressam, heykeltraş, seramikçileri de unutmamak gerek. Kanımca Cumhuriyet kuşağının yazar ve sanatçıları yaptıkları ile bir Ortaçağ ülkesini ve halkını aydınlattılar. Onlar ve Cumhuriyet öğretimi olmasaydı, biz Mısır, Suudi Arabistan, Afganistan gibi olmasak bile, yine de, oran olarak ortaçağda kalırdık. Gerçi bugün de ortaçağda yaşayanlarımız var. Fakat otomobil, televizyon ve telefonlarından vazgeçemiyorlar. Bu yüzden insan eziyorlar. Kavga ediyorlar. Yarın bir duvara çarpabilirler.

Anadolu ile birleşmek

Sevgili okuyucular,

Yılmaz Özdil’in Cumhuriyet döneminin Anadolu’yu anılarımda canlandıran şiiri ve adlarını saydığı sanatçılar, aydının halkla nasıl ve nerede buluşacağını anlatıyor. Kentli aydınlar, kendi felsefelerini, bilgilerini, görüşlerini derslerinde, kitaplarında anlatsınlar. Bu bilgiler ve görüşler, bilimsel jargon ya da sadeleştilmiş bir anlatı bile olsa halka ulaşmaz. Kuşkusuz her şey gibi, bunun da istisnaları olabilir.

Fakat halka sanatla ulaşmak daha kolaydır. Kaldı ki her yolu denemek olasıdır.

Bunun belki tek bir koşulu var: Her şeyi politik söyleme, suçlamaya, ötekileştirmeye bulaştırmadan, halkın yaşamını, anlayabileceği ve kendini parçası olarak olarak göreceği bir çağdaş dünya yaşamına bağlayan bir dünya imgesi yaratmak.

Bu söylemin yaratılması kolay değildir. Kentlinin önce kendini politik söylemin kuruluğu, tecavüzkâr tavrı, övünmesi ve yalanından kurtarması gerekir.

İkonlaşmış politik imgeleri, tekerlemeleri de bırakmalıdır. Bir politikacının kötülükleri, yanlış yaptığı işler, insan kayırma, rüşvet artık sözü bile edilmeyecek olaylar.

Halkın aydınlanması, idarecilerin hataları ile değil, kendi yaşam koşullarını değerlendirerek olabilir.

Halk önce hakkını öğrenecek. Sonra nereye gittiğini soracak!

Doğan Kuban


Bu yazı HBT'nin 69. sayısında yayınlanmıştır.

Doğan Kuban