Kentlerden başlayarak her şeyi küçültmek zorundayız

Doğan Kuban
Kentlerden başlayarak her şeyi küçültmek zorundayız

Yavrular, bebekler, taze meyvalar, yeni açmış çiçekler, yeni çıkan yapraklar güzeldir. Büyük; ihtişam, ihtiras, hırs sergileyen gösterişli yapısıyla bir güç ifadesidir. Kapitalizmin zorbalık, sömürü ve hırsızlık kapılarını açık tutan pörsümüş bir ekonomik model olduğunu anlatan en aydınlatıcı kitap, büyük ekonomist E. F. Schumacher’in ‘Small is Beautiful’ (Küçük Güzeldir) kitabı idi (1977).

Schumacher kitabında dünya ekonomisinin yoluna girmesi için ekonomik etkinliklerin boyutlarını küçültmeleri gerektiğini yazıyordu. Kapitalist ekonominin savaşlara, göçlere ve açlıklara neden olan zengini daha zengin, fakiri daha fakir yapan modası geçmiş ilkelerinin değişmesi, bugün dünyanın her köşesinde, zengin kapitalist ülkelerin uzmanları tarafından da, her gün yinelenip duruyor.

Üretimin artması dünya halkının lehine olmadı. Tersine alt ve üst gelirler arasındaki uçurum derinleşti. Schumacher’den sonra savaşlar arttı. Büyük ekonomik krizler oldu. En büyük felaketler de İslam dünyasında gerçekleşti. Sonunda buna biz de katıldık. Hatta savaşa girdik. Bu gelişmelere uzaktan bakan birisi, bütün bunların Müslümanları kurban etmek için hazırlanmış bir senaryo olduğunu bile söyleyebilir. Çünkü İslam ülkeleri en çok acı çeken ve zarar görenler. Cahillikleri, seslerini bastırıyor.


Üretim artışının yok edici özelliği

Üretim potansiyeli arttıkça savaşlar ve çatışmalar ve açların sayıları arttı. Hidrokarbür kullanımı, silah, otomobil, televizyon, telefon, kalabalık kentler ve çalışamayan ulaşım sistemleri, gökdelenler dünyanın doğal zenginliklerini yok ediyor. Tarlalar boşalıyor, denizler kirleniyor. Dünya ısısı arttıyor, kutup buzları eriyor. Sıcaklık ve kuraklık artıyor.

Kapitalist yalanları da üretim ve tüketimin artması için akıl almaz bir propaganda yürütüyor. Kapitalistler Schumacher gibi rasyonel ve insancıl düşünmüyorlar. Sloganları daha çok üretim, daha çok tüketim. Üreten kazanır, tüketen borçlanır. Buna liberal ekonomi deniyor. Üreten ve yöneten aynıdır. Bu sisteme, bilmeden, anlamadan kafa sallayanlar onun kurbanlarıdır. Fakat elleri ayakları bağlıdır. Tüketen aynı zamanda güdülendir. Fakir insan sürüleri…

İnsanın az ile yetindiği zamanlar

Oysa insanlığın her zaman azla yetindiği, hiçbir bilgenin, filozofun, bilim adamının ve peygamberin zenginliklikle övünmediği uzun bir tarihi var.

Dünyada hâlâ bir milyar aç varken paranın ve daha zengin olmanın neden dünyanın önde gelen gösterisi olduğu, düşünülmesi gereken bir insanlık ve uygarlık sorunudur. İnsanların çoğunluğu hâlâ az gelirli, aç kalabiliyor. Dünya nüfusu artıyor.

İnsanın başarısını düşünceye, sanata, bilime değil, fakat daha çok para kazanmaya, zenginliğe yönelten çağdaş propaganda insan yaşamına egemen oluyorsa, bunun nedeni aptallık olmasa da cehalettir. Son yüzyılda insanları başına gelen felaketler bütün geçmişten daha yoğun, daha umut kırıcı.

Üretimle birlikte sıkıntı artıyor

Üretimin artmasıyla birlikte dünyanın sıkıntıları artıyor. Çünkü sorun, yaşama sağlanan kolaylıklar değil. Bunun insanlara dağılması! Dünya gezisi kolay. İnsanların ne kadarı bunu yapabilir? Daha çok otomobil, daha fazla gaz, daha fazla enerji, atom, megalopolisler, gökdelenler, dünyanın doğal zenginliklerini yok ediyorlar. Tarlalar boşalıyor, denizler kirleniyor, hayvan ve bitki türleri azalıyor, dünya ısısı artıyor, su azalıyor, kuraklık artıyor. Felaket getiren fırtınalar artıyor. Üretim ve tüketim insanları örümcek ağları gibi sarıyor.

Doğal enerjiyi alternatif enerjilerle henüz değiştiremedik. Burada geri kalmış ülkelerin yeni teknolojileri geliştirenler tarafından sömürüsü hiç değişmiyor. Türkiye gibi nüfusu hızlı artan ülkeler yine fakir. Bu ülkeleri sömürge düzeyinde tutan, kullandıkları sanayi ürünlerini üretememeleridir. Temel ekonomik sorunları da büyük ekonomik açıkları olan kentlerdir.

İstanbul nüfusu ülke nüfusunun ¼’ü, Berlin Almanya nüfusunun 1/20’si. Çok kalabalık kentler fakir ülkeleri boğuyor. O büyüklüğü kontrol edebilme potansiyelleri yok. Cumhuriyet Türkiyesi’nde olmayan potansiyel, başka hiçbir İslam ülkesinde de yok! Örgütsüzlük ve cehaletten dolayı bu kentler uygarlık düzeyi altındaki ülkelerin vitrinleridir.

Yanlış ve düzensiziliğin örneği

Ekonomik velayet altındaki bu ülkelerin tarihten kalan anıtları, topografik güzellikleri yabancı ziyaretçilere, İstanbul şahane kent! dedirtecek niteliklere sahip olabilir. Bu zenginlik 600 bin hektarlık kentte 1400 hektar alan kaplayan sur içindedir. 20 milyonluk megalopolisin çirkinliği örtecek, kargaşasını düzeltecek potansiyeli yok. Günümüz İstanbul’u yanlış ve düzensiz kentleşmenin tipik örneklerinden biri. Çağdaş ve uygar bir kentin hiçbir özelliğini taşımıyor. Yolları, parkları, yeşil alanları, kaldırımları ve otoparklarıyla kent uygarlığının dışında kalmış, ilkel bir kargaşa sergiliyor. Arada tek tük değerli mimarların yapıları, plansız yapılaşmayı, üstünkörü tasarımları, yapı ve toprak spekülasyonunun mimari tasarıma yansıması nedeniyle, büyük bir örgütsüzlük ve duyarsızlık sergiliyor.

İstanbul Türk toplumu için utanç verici bir sonradan görme Asya pazarıdır. Osmanlı çağının başkenti ve 1950’ye kadar İstanbul, fakirliğine karşın, hâlâ dünyanın en güzel ve uygar kentlerinden biri olmakta devam ediyordu. İstanbul bir çirkinlik pazarı.

Burada Schumacher’in küçük boyutun güzelliği kuramına geri dönebiliriz. Büyüklüğün ekonomik olmadığını ve çirkin olduğunu ilk göreceğimiz yer İstanbul’dur. Türk toplumunun bilimsel ve teknolojik birikimi ve gelişmemiş kültürü 20 milyon kişinin düzenli ve uygarca yaşamasını sağlayacak niteliklere sahip değildir. Kaldı ki bu büyüklük kontrol edilebilecek bir boyut olmadığı için Batının en ünlü kentleri bu nüfusa olanak vermediler.

Kentlerden başlamak üzere her şeyin boyutunu küçültmek zorundayız. Nüfusu sayamıyoruz. İstatistik yapamıyoruz. Seçimi güvenli yapamıyoruz. Kent planlayamıyoruz. Yeterli üretim yapamıyoruz. Ayağımız yatağın dışına sarkmış. Reklamlar halkı tüketim hastası yapmış. Kendi üretmediği şeylere düşkün olduğu için satabildiğimizden çok fazlasını satın alıyoruz. Toplumsal krizler bu dengesizlikten kaynaklanıyor. Çözüm boyutları küçültmekten geçiyor. Toplumun çözmesi gereken en önemli sorun budur

İnsanın hayali zenginlik

İnsan güvenli yaşamak için zengin olmak istiyor. Hayal edilen şey sade para. En çok korkulan, hastalanarak ölmek. Herkes tıbbın getirdiği yaşamı uzatma olanaklarına sahip olmak istiyor. Çağdaş yaşamın insanı korkutan temel sorunu sağlık. Hastalık türleri de, insan ve ilaç üzerindeki araştırmalar da arttıkça artıyor.

Günümüzde dünya ekonomisinin en büyük bölümü insanların sağlık sorunlarıyla ilgili olanlardır. Bunu açlık izliyor. 8.5 milyar dünyalı arasında karnı doymayan bir milyar insan yaşıyor. Bu açların sayısı gökdelenler, alışveriş merkezleri, otomobiller, telefonlar arttıkça azalmıyor, artıyor. Seçim, referendum, partiler, üniversiteler, köprüler, asfalt yollar, gösteriş, camiler, saraylar insanların aç kalmasına engel olmuyor. Dünyada da böyle. New York gökdelenleriyle ünlü, ama Amerika’da çöp tenekesinden yiyecek arayan insanlar yaşıyor. Bunu gören sadece Schumacher değil. Sayısız uzman yazmakla bitiremiyor.

Sevgili okuyucular,

Ülkemiz halkını yaşatacak kadar zengindir. Emeğimizi, dünya bizi sömürsün diye, kontrol dışı Gargantuavari projelere yatırmamalıyız.

Doğan Kuban


Bu yazı HBT'nin 74. sayısında yayınlanmıştır.

Doğan Kuban