Kurtuluş Savaşı, Çanakkale ve marşlar

Doğan Kuban
Kurtuluş Savaşı, Çanakkale ve marşlar

Sevgili Okurlar: Cumhuriyetle birlikte büyümüş bir asker ve bir öğretmen çocuğu olarak, okul yıllarında bayramlarda söylediğimiz marşları hatırlarken, o zor dönemin şairleri, vatanı nasıl görüyordu diye bir tartışma açıldı. Bu savaşlara katılmış, Sibirya’da 3 yıl esir kalmış babam ve Bulgar ordusunun Çatalca’ya kadar geldiği sırada cami avlularını dolduran Balkan Türklerinin acıklı yaşamlarını görmüş annem, bize her yemek sonunda o şairlerden bahseder, özellikle Mehmet Akif ve Tevfik Fikret’ten şiirler söylerlerdi.

1926’da doğan, Cumhuriyetin ilk kuşağından olan bir çocuk olarak Anadolu’nun küçük kentlerinde dört yıl okudum. Liseyi Ankara’da bitirdim. (Ankara’daki üç liseden biri olan Gazi Lisesi).

Bir Cumhuriyet ve asker çocuğu olarak Türkiye’nin çağdaş dünyaya katılmak için bütün varlığını ortaya koyduğu yılların tanığı oldum.


O dönemi kimler bilmez?

Bugün İstanbul, Ankara, İzmir gibi kentlerde yaşayanlar, Cumhuriyetin ve Gazi’nin ölümünden önceki yaşamını hiç hatırlamazlar. 70 yaşından küçük olanlar Cumhuriyet tarihini bilmezler, bu yaş sınırlarını mihenk noktası alırsak, günümüzde Türk nüfusunun 70 milyonu Atatürk dönemini hayal bile edemez.

Okumamış ya da zorla orta okula gitmiş olanlar Cumhuriyet devriminin hiçbir boyutunu bilmezler. Bu tarihi öğrenmelerinin gereğini bile işitmemişlerdir. Annemin masa başında söylediği, okulda okuduğumuz şiirleri ne okurlar, ne bestelerini bilirler, ne de dillerini anlayabilirler. 1980’lere kadar köyden çıkmamış olanlar başka bir yaşamın insanlarıdır. Çoğunluğu köy kökenli olan halk, ne Kurtuluş Savaşının alt yapısını, ne şimdiki dünyanın özelliklerini ne de Osmanlı tarihini bilir. Türkiye devlet politikası ülkenin geçmişinden kopuk bir kahve söylemidir.

Bu yazımın geri kalan bölümünü Cumhuriyetin marşları üzerine yazacağım. Fakat önce annemim en çok tekrar ettiği Mehmet Akif’in Safahat’ındaki Çanakkale şiirinden bahsetmek isterim.

Safahat’ta Çanakkale şiiri

“Şu Boğaz Harbi nedir? Var mı ki dünyada eşi?” ile başlayan ve Safahat’ın son kitabı olan ‘Asım’da bulunan bu şiirde Akif, Avrupalının uygar sıfatına layık olmayan vahşi, his yoksunu, sırtlan ve kafesten kaçmış olduğunu yazar. Çanakkale’ye, Avustralya’dan, Kanada’ya kadar uzanan sömürge ülkelerinden çehreleri, dilleri, renkleri farklı, fakat vahşetleri denk insanlardan söz eder.

“Kimi Hindu, kimi yamyam, kimi bilmem ne ne bela…”

Yirminci yüzyıl medeniyetinin Mehmetçiğin üzerine, karnındaki esrarı hayasızca döktüğünü, artık yüzündeki maskenin yırtıldığını, söyler ve Avrupa’nın çağdaş medeniyetini aşağılar.

Sonra bir cehenneme bezeyen savaş ortamını anlatır ve Türk askerini över: Bütün bu öldürücü silahlar:

“Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin”

Akif bombalar altındaki dehşeti tasvir ettikten sonra ordunun kahramanlığı över; göğsündeki iman alınamayacak bir kaledir. Namusunu çiğnetmeyecektir. Fakat vurulup ölen asker için şairin yakınması unutulmaz:

“Bir hilal uğruna, Ya rab, ne güneşler batıyor.”

Şiirin ötesi, şiir kadar uzundur. Fakat dindar bir şairin yazdığı en güzel ağıttır:

Bu topraklar için toprağa düşmüş askeri sade ebediyetler kucaklayabilir. Başına taş olarak Kabe’yi diker ve şöyle der:

“Sana aguşunu açmış duruyor Peygamber…”

O kuşakları ağlatan bu şiir gerçekten çok güzel ve içten bir ağıttır. O dönemin halkı, huzuru dini referanslarda buluyordu. Bu kez aynı askerin kumandanı Çanakkale’nin en büyük kahramanı Mustafa Kemal Paşa idi.

Türkiye’nin ulusal Marşının güftesi de Mehmet Akif’in idi.

“Korkma, sönmez bu şafaklarda..”

Sevgili Okurlar,

Biz öğrenciliğimizde marşlarla büyüdük, o dönem, ulusun yeni kimliğini perçinlemek isteyen hükümetlerin zamanıydı. Gazi Mustafa Kemal Paşa ve meclis güfte olarak Mehmet Akif’in şiirini seçmişlerdi. Akif’in şiirindeki ana tema ve mesaj gelecek için duyulan mutlak inançtı. Sonra özgürlük geliyordu.

“Korkma sönmez bu şafaklarda yüzen alsancak
Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım."

Avrupa medeniyetini yine aşağılar. Türkün imanını medeniyetin boğamayacağını söyler:

“Medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar…”

Sonra Mehmetçiğe hitap eder.

“Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda”

Allaha dua eder. Ülkemden ezan sesi eksik olmasın der. Son dörtlük bayrak içindir:

“Dalgalan sende şafaklar gibi ey şanlı hilal
Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helal
Hakkıdır hür yaşamış bayrağımın hürriyet
Ebediyen sana yok, ırkıma yok izmihlal
Hakkıdır hakka tapan milletimin istiklal.”

Akif dinin verebileceği bütün desteği Tanrıdan istemekte, milletin ve özgürlüğün sonsuza kadar kalmasını ve hakka tapan milletinin bağımsız kalmasını diler. Burada kurtuluş, bir bakıma, Allah’ın inayetine kaldığı için Çanakkale şiirini yazdığı zaman, askere daha çok inandığı söylenebilir. Bu şiir 1921’de, Kurtuluş Savaşı kazanılmadan önce yazılmıştı.

Diğer marşlar

“Annem beni yetiştirdi bu ellere yolladı.” ile başlayan Alay marşı, askere giden gençlere, vatan için ölmek şereftir der. “Arş ileri, marş ileri, Türk askeri dönmez geri…” saf ve gelişmemiş bir güftedir. Bu şiirin çekiciliği birinci mısrada anneye verilen işlevdir. Bestesi ile etkili olan Plevne Marşının güftesi çocuksudur.

Gençlik Marşının bestesi bir İsveçli bestecinindi. Güftesini Ali Ulvi Elöve yazmıştı. Lise öğretimi sonuna kadar öğrencilerin söyledikleri bir marştı. Fakat ulusal bir niteliği yoktu. İsveç’te doğa içinde yürüyen öğrencilerin marşıydı.

“Türk Yılmaz Marşı” gençliğe Türk kimliği kazandırmak amacı taşır. Kazım Karabekir’in güfte ve bestesini yaptığı bu marş, Türk kimliği sorunu üzerine yazılmış ve savaşan ve savaşacak gençler için bir tür model çizer. Benim gençliğimde pek çalınmıyordu.

Akıncılar marşı Yahya Kemal’in güzel şiirlerinden birinin güftesidir. Bize şiiri okuttular, fakat marşı söylediğimi anımsamıyorum. Aka Gündüz’ün (Türk Çocukları) şiiri savaştan sonra Cumhuriyetin Türk kimliği sorununa bir dayanak olarak, ilkokullarda bize öğretilmişti.

Marşların bir bölümü (Ne mutlu Türk yaratılana), (Bozkurt Marşı) gibi hiç söylemediğimiz ulusalcı ya da ırkçı marşlardı. Neredeyse her kurum, biraz ilkel, milliyetçilik içeren bir marş yaptırmıştı. Okullar, kurumlar sıraya girmişlerdi. Fakat okul yıllarında hepimizin dinleyerek öğrendiği Harp Okulu Marşı vardı :

“Yıldırımlar yaratan bir ırkın ahfadıyız,
Tufanları gösteren tarihlerin yadıyız
Kanla, irfanla kurduk biz bu cumhuriyeti…”

Harp okulu Ankara’daydı. Öğrenciler kent içinde sık sık marş söyleyerek yürürlerdi. Öğrencisi olduğum Gazi Lisesi’nin de marşı vardı. Fakat onu söylediğimizi hatırlamıyorum.

İlk cumhuriyet kuşaklarının söyledikleri marşların temaları ‘Türk’ ulusudur. Türk kimlik ve varlığını vurgular. Irk; bilimsel olarak, karışık ve çözümlenmemiş bir kavramdır. Tarihteki varlığımız dünya milletlerinin bizi, dilimize bakarak, “Türk” diye sınıflandırmasıdır. Bunun en karakteristik örneği Attila’nın Türk, ordusunun Hun ağırlıklı olmasıdır.

Sevgili Okurlar,

Çağdaş yaşamın kapanını kurduğu yol, kimliğini unutanlar yoludur.

Doğan Kuban

Doğan Kuban'ın anısına saygıyla. Bu yazı HBT'nin 140. sayısında yayınlanmıştır.

Doğan Kuban