Matematiksiz teknoloji

Doğan Kuban
Matematiksiz teknoloji

Sevgili okurlar, Türk kültürünün özgün düşünce yaratmakta hemen hemen yok denecek kadar kısır olduğunu konuşuyorduk. Cambridge yayınevinin yayınladığı 1500 kişilik bilimsel biyografyada hiç Türk adı geçmediğini de gözleyerek, Farabi, İbni Sina gibi düşünürleri, Orta Asyalı olmaları nedeniyle, Türk yapan çağdaş yazarlarımızı da anımsadık.

Bugün 150 milyonu bulan nüfusları ile Türk diyalektleri konuşan Türk toplumlarının uzun varlıklarına, Osmanlı İmparatorluğu nedeniyle Konstantinopolis merkezli uzun yaşamlarına, politik etkinliklerine karşın, dünya tarihine entelektüel bir katkıda bulunamamamızın nedenini tartıştık.

Bu gözlem Cumhuriyet döneminde abartılı görünür. Fakat doğrudur. Örneğin yarımız kadar bir ülke olan Güney Kore’de yılda alınan 5500 patente karşı Türkiye’de sadece 55 patent alınmaktadır. Bir topluma uluslararası kamuoyunda cahil sıfatı verilmesi için birçok gösterge var. Devlet yönetiminin gerçekleri saklaması sebebiyle son dönem Türkiye’sinde, bilgiye ulaşmak için yabancı kaynaklara başvurmak zorunda kalıyoruz.


Rakamlar ne diyor?

Yazarlarımız bilgilere daha çok uluslararası kaynaklardan ulaşıyorlar. Bir kitap okumayanlar ülkesiyiz, Uluslararası Yayıncılar Birliği’ne göre, dünyada kişi başına kitap harcaması 1.3 dolarken, Türkiye’de 25 sent. Kişinin günlük gereksinimleri arasında kitap 235. inci sırada.

Türkiye’de kitaba günlük 1 dakika ayrılırken, televizyona 6 saat, internete 3 saat ayrılıyor. Kitap okuma alışkanlığında ise 86. sıradayız. Almanya’da 7.500 kişiye bir kütüphane, Türkiye’de 68.500 kişiye bir kütüphane düşüyor. Bu sayılar, Türkiye’de okuma alışkanlığının yok olmasının, toplumu geride bırakan temel neden olduğuna ilişkin açık veriler sunuyor.

Gelişmemişlik, dünya bilgi hazinesine ortak olmamaktır. Eğitim, toplumun merak yokluğunu aşmalı ve bilginin tek kaynakta olduğu inancını yıkmalıdır. Gerçi günümüzde, Türk halkının önnemli bir kısmının kentleşme ile yeterince çağdaş bilince ulaştığını ve yeterince aydınlandığını söyleyebiliriz.

Doğru politika uygulandığı zaman çağdaş toplumun ne büyük yarar gördüğünü sağlık alanında izliyoruz. Bunun aksini ise, öğretimin harabeye dönmesinde görüyoruz. Teknolojide ve bilimin başka dallarında, örneğin ulaşım, fizik ve biyoloji, elektronik gibi dallarda uluslararası rekabette hayli yetersiz durumdayız.

Avrupa’nın dışına düştük

Türkiye’de oy’a dönüşmesi beklenmeyen konuların çoğunluğu, batının “hümanizm” adı altında, öğretimde yer alan bilgi ve sanatlardır. Bilim ve sanatsal duyarlığın onları birleştiren artistik duyarlık ortamına felsefi düşüncenin katılması ile, Avrupa 15. yüzyıldan bu yana radikal bir entelektüel düşünce atılımı yaşadı. Fakat Müslüman toplumlar ve Osmanlılar düşünce, bilim ve sanat ve hümanizma alanlarında gelişme aşamasına katılmadılar.

12. yüzyıldan sonra felsefeyi reddettiler. “Hümanizma” atılımı ile felsefe Osmanlı kültüründe yol alamadı. Osmanlı ülkesinde; resim, heykel, felsefe ve okul yokluğu ile birlikte bilimsel araştırma, matematik ve tıp da yoktu. Medreseler, hiç gelişmeyen bilgi yapıları ile Avrupa ile eşleşemedi. İmparatorluk Avrupa bilimi ile paralel bir üretim yapamadı.

Bugünkü hükümet politikalarının kültür kısırlığı da öğretim ve kültürün kalitesini düşürdü. Benimsenen öğretim programı okulları medrese düzeyine indiriyor. Bilimi kısıtlayan bir öğretim yöntemi, dinle bilimim ortaçağdan bu yana yan yana gelmeyen içerik ve yapıları, bilimsel kültürün gelişememesine, eğitim ve öğretimin kısırlaşmasına, araştırma ve keşfetme mantığından uzak kuşaklar yetişmesine neden oluyor.

Türkiye 21. yüzyılda gerçekten çağdaşlaşmış ve kendine yeter bir ülke olacaksa öğretimin doğasını geçmişin sultasından kurtarmak ve ülkeye, yeni bir perspektiften bakmak gerekir.

Fiziksel varlığımız hazinemizdir

Ülkenin fiziksel varlığına ilişkin yaşam potansiyeli en büyük hazinemizdir. Ülkenin doğasını, tarımsal toprağını ormanlarını, suyunu her türlü enerji kaynağına spekülatif amaçlarla el atmaya kalkışmak ülkenin geleceğine açıkça hıyanet etmek demektir.

Uygar toplumlardan beklenen ve onlarda gerçekleşen ülkenin fiziksel koruma programı, sanayi devriminin son aşamasından önce vazgeçilemeyecek bir toplumsal program olarak gerçekleşmelidir. Bu yaşamsal bir çağdaş devlet sorumluluğudur.

Ulaşmak istediğimiz sanayi toplumu, ülkenin teknik alt yapısı bu ilkelere ve programlar göre tamamlandığı zaman gerçekleşebilir. Gelişmemişlik damgasını silmek, çağımızda da devletin önde gelen sorumluluğudur.

Her köşedeki spekülatif ve plansız yapılaşma İstanbul’u ve onunla birlikte ülkeyi son sanayi aşamasına ulaşmadan bir ekonomik çöküşe götürebilir. Bugünkü ekonomik durum bu olasılığın politikacıların halen anlayamadığı ve halka anlatılmayan bir krizdir. Hemen hemen bütün dünyada kapitalizm, ülkelerin iç hastalıkları ile örtüştüğü için, cahil ve otokrat bürokrasilerin elinde büyük bir handikap oluşturuyor.

Hükümetlerin bu aşamada şimdiye kadar öğrendikleri ne kadar pratik varsa onları unutarak, Türkiye sanayileşmesinin son aşamasına yeni teknik kadrolar, yeni bilimsel enstitülerle, ülke coğrafyasının çağdaş örgütlenmesi ve özgür bilim insanlarıyla başlaması gerektiğini bilince çıkarmalıyız. Sanayileşmenin son aşamasını zamanında gerçekleştirememek bağımsız devletin sonu olur.

Bu bir modernlik aşamasıdır. Çağdaş toplum bu aşamada özgür bir toplum olmak zorundadır. Çünkü bu program ancak bilimsel özgürlük ortamında gerçekleşir. Bir YÖK sisteminde olmaz. Çin ya da Rusya’da varlığı, o sistemlerin bizde olmayan bir geçmiş örgütlenmesine yaslanmalarıdır. Bizim geçmişten gelen bir örneğimiz yok. Yüksek sanayi aşamasına erken giren Çin, Japonya gibi ülkelerde bunu gerçekleştirmenin ciddi ve bütün ülke çapında politik bir sorun olduğunu biliyorlardı. Türkiye de TÜBİTAK’ı bu düşünce ile kurmuştur.

Cumhuriyet 1980’den önce kapsamlı bir modernizm gerçekleştirmişti. Öğretimin şimdi var olmayan bilimsel düzeyde yapıları, öğretimi, öğretmenleri, özgür işleyişi ile bugün ülkemizde söz konusu olmayan bir çalışma ortamı yaratılmasının adımları atılmıştı.

Bilgisizlikle çözemeyiz

Bugün karşımızda bugünkü bilgisizlik ile çözemeyeceğimiz bir sorun var. Ne kadar kapsamlı olduğu Alman ekonomisti Georg Friedrich Lizt’in konuyu (1789-1846 Das Nazionale System der Politischen Economics) adlı kitabında bundan 71 yıl önce ele almasından anlaşılır. Ülkenin aydınları 1980’den sonra Türkiye’nin modernleşmesinin bina inşa ederek gerçekleştiremeyeceğini, TÜ- BİTAK eski yöneticilerinden ve CBT / HBT yazarı yazarlarından, örneğin Aykut Göker’in yayınladıklarından öğreniyordu.

Sevgili Okuyucular,

Friedrich List’ten 71 yıl sonra, çağdaş sanayi dünyanın maddi bilimsel verilerini, din kitapları ile karıştıran bir eğitim sistemini anlamak olası değildir. Öncü bilim insanları cami imamlarıyla birlikte hangi sorunlara ortak yanıt arayacaklar?

Geçmişin çengelleri geleceği taşımaz. Geleceği özgür bir düşünce ortamında aramazsanız, bulacağınız başka pazar yok. Karşınıza bir çağdaş sistem çıkıp dünyanızı da yok edebilir. Türkiye’nin 21. yüzyıla ortaklığı özgür bir bilimsel ve teknolojik bir ortam gerektiriyor.

Doğan Kuban

Doğan Kuban'ın anısına saygıyla. Bu yazı HBT'nin 188. sayısında yayınlanmıştır.

Doğan Kuban