Mustafa Itri Efendi’nin Tekbir’inden çağdaş uygarlığa

Doğan Kuban Y
Mustafa Itri Efendi’nin Tekbir’inden çağdaş uygarlığa

1640 yılında İstanbul’da Buhurizade Mustafa Itri Efendi, (1640-1712) bir Buhur (baharat, koku, şimdiki kolonya) tüccarının oğlu olarak doğdu. Bugünkü toplumun fazla işitmediği büyük bir bestekârdır.

Orta mektep ve lisede iken Ankara Radyosu’nda Itri’nin birkaç parçasını dinlemiş olmalıyım. Geçenlerde bir yabancı orkestradan bestekârın Tekbir ve Salat-ı Ümmiye’sini dinledim. Vivaldi, Handel gibi Barok çağın büyük bestekârları ile aynı zamanlarda yaşamış olan Itri, eğer Rönesans dışlanmasaydı, büyük bir bestekâr olarak dünya sahnesine çıkacaktı.

Benim bu melodileri hatırlamam ilginçti. 1930-40’lı yıllarda Ankara Radyosu’nun bu parçaları çaldığı anlaşılıyor. Çocukluğumda dinlediğim melodileri yineleyebilen bir işitme niteliği yaşamımı zenginleştiren bir olgu.


Bu parçalar bir kilise korosunda çalınsaydı, Handel veya Vivaldi gibi müzisyenlerin yapıtlarına çok yakın bir musiki olarak değerlenirlerdi. Mustafa Itri Efendi de bir Barok kompozitör olarak kolayca anılabilirdi.

Rönesans’ı kaçırınca

Itri 1640’da, Vivaldi (1678) ve Bach’dan (1685) neredeyse yarım yüzyıl önce doğmuş. Osmanlıların Rönesans’ı dışlamalarının Osmanlı ve Türk toplum kültürünün gelişmesine ne kadar ağır bir engel oluşturduğunu düşündüm. Bu bağlamda resim yasağı da kültürün gelişmesi açısından bir intihar sayılabilir.

Osmanlı giderek çağının dışında kaldı ve yok oldu. Başka bir deyişle Osmanlı saltanatı, tıpkı göçerler gibi, İstanbul’un ele geçirilmesi ve yağma ile sürdü ve sadece sülaleyi korumaktan ibaret kaldı. Felsefe, bilim, sanat onları ilgilendirmedi. Harcayacak paraları, kendilerini koruyan orduları, dünyada eşi olmayan, düşününce utanç verici Hristiyan dönmesi haremleri ve dönmelerden kurulu bir enderunları vardı. Itri’nın musiki dehası da bu ortamda kimsenin fazla haberi olmadan ortaya çıkmıştı.

Kültür üretimi çağı

17. yüzyıl, Osmanlının kültür üretiminin en yoğun olan çağıdır. Bu dönem III. Ahmet ve Nevşehirli İbrahim Paşa’nın Lale Devri’nin sonuna kadar sürmüştür.

Unesco 2012 yılını Itri yılı ilan etmiş! Keşke başka yılları da bir Osmanlı ressamı, bir Osmanlı matematikçi, bir Osmanlı-Türk yazarı için ilan etseydi! Bunun bir istisnası da 2009’da ilan edilen Katip Çelebi yılıdır.

Medrese, kültüre karşı bir zırh olarak çalışarak imparatorluğu devirmiş, bütün İslam ülkeleri gibi sömürge olmaktan Kurtuluş Savaşı ile kurtulmuşuz. Ama 500 yıllık cehaletin biriktirdiği düşünce ataletini, dünya hakkında hiçbir şey bilmeyen, okuma yazma da bilmeyen çoğunluğu köylü bir halkın meraksızlığına ve cehaletinin koyulaşmasına engel olamamıştır.

Çünkü bilgi, okul açarak değil, güncel yaşamın bilgiye verdiği öneme göre cahil insanların bilincinde bir yer kazanır. Bugünkü öğretim iflası, kötü öğretimden çok, bilginin yaşamsal değerinin ne öğreten, ne de öğrenen için anlaşılmamış olmasından kaynaklanır.

Bugün ülkeyi sarsan kriz, çağın gerektirdiği bilgi birikiminin niteliği, kullanım yöntemi, bunu gerçekleştirecek entelektüel disiplin üzerinde bilgi sahibi olamamaktan ve toplumsal cehaleti oluşturan bu olumsuzlukların birikmesinden kaynaklanıyor. Kaldı ki bilmemekle, bilgiyi kullanamamak arasında fark yoktur. Düşünme ve bu işlevi bir konuya çevirmek ve konuyu aydınlatmak bilgiye karşı bir susuzluğun varlığına bağlıdır. Rönesans’ı dışlamak, gelişen dünyayı düşününce, kendimizin dışlanması olmuştur, Bu, geri kalmış bir toplumdur.

Tek bir sultan çıksaydı eğer..

Osmanlının bu yolda direnmesi, nüfusun %90’ının 1950’lere kadar köylü kalması, 1950’den sonra Batı’nın küçük düşürücü politik manipülasyonlarının nedenidir. Şimdi Türkleri Asya’ya göndermek istemiyorlar. İslam’ın sömürü pazarında tutmak istiyorlar. Hiçbir Batılı buna hayır demiyor. 1950’den sonra İslam üzerindeki egemenliği devam ettirmeye kararlı Batı’nın en baş hedefi Türkiye olmuştur. Çünkü modernleşen tek İslam ülkesi Türkiye Cumhuriyeti idi. Bu da İslam pazarı doğasına aykırıdır.

Sorun, sömürülecek pazar sınırına geldiği zaman karmaşık bir politik sorun ortaya çıkması. Çünkü sömürenler arasına Asya ülkeleri de gelmektedir. İslam dünyası ise Endonezya’dan Atlantik’e kadar uzanan kargaşa ve cehalet bataklığıdır. Bu çarşafın içinde, petrolcü Arap’tan, Hindistan ve Pakistan’ın dilencisine, Afrika’nın fakir Müslümanlarına kadar 1.5 milyar insan var.

Bunları açıklama çabası, her konuda cehaletle çevrili olduğumuz için, düşüncemizin o duvardan bu duvara çarpmasına neden olur. Fakat toplumun yaşaması bu duvarların sökülmesini gerektiriyor.

Eğer bir İstanbullu Osmanlı, 17. yy.’da büyük Barok kompozitörler düzeyinde musiki bestelemişse, tek bir aydın sultanda da dünya bilgisine ulaşma isteği olsaydı ve bizde de bir üniversite açılmış olsaydı, (Avrupa’da 15. inci yy. da 54 üniversite vardı. Ve ilk üniversite 11. yy. da açılmıştı) bizde de başka büyük kompozitörler yetişebilir ve Katip Çelebi’nin, Koçi Bey Risalesi’nin ya da Adnan Adıvar’ın söz ettikleri bilimsel ve felsefi cılızlıktan dolayı 1918 iflasına mecbur kalmazdık.

Aydınların yapması gereken

Sevgili okurlar, Itri’nin bestekâr olarak öneminden başlayıp Osmanlının cehaletine gelmek size abartılı da gelse, Türkiye’nin geri kalmışlığı ve cehaletinden daha önemli bir konumuz yok. Biz 1500 yıllık bir toplumun bugüne uzayan ve kanıtı dil olan, tarihinin mirasçısıyız. Çağdaş kültürün de ortağı olmak zorundayız.

Tarihe sahip çıkmak benim gibi ilk Cumhuriyet kuşağından olanların bilincine yazılmıştı. Bugünkü varlığımızı buna borçluyuz. Kanımca bundan sonra yapılması gereken, bilinci açık aydınların, toplumu çağdaş kültür düzeyine ulaşmaya çağırmaları ve bunun yollarını düşünmeleridir. Çağdaş kültür, çağdaş teknolojik üretimini dünya ortalamasına çıkarmaktır. Teknolojisini bu düzeye çıkaramayan toplumlar, her zaman tekrarladığım gibi, kapitalist sömürünün, devletlerden bağımsız ekonomik kölesidir.

Bu uğraşın birinci aşaması çağdaşın doğru tanımı, yani uygar toplumların ulaştığı yaşam düzeyinin doğru analizi, ikinci aşama öğretim, üçüncü aşama üretimdir.

Bunu ulusun her ferdine duyurmak ve anlatabilmek en zor ve en uzun aşamadır. Biz silahlı devrim çağını geçirdik. Fakat uygarlık için savaş dönemlerini geride bıraktık. Bu söylediklerim kanlı ve ölümlü savaştan daha zor olacaktır. Rönesans’tan bu yana uygar yaşamın ve bunu gerçekleştirecek politik yapılaşmanın kuralları evrensel kabul görmüştür. Bunları her seferinde yeniden keşfetmeyeceğiz. Bugünün din satıcıları Mevlana’ya değil, Hristiyan patronlara başvuruyorlar. Kuyruk sallayanlar da var. Bunu aşan bir kamuoyu yaratmak zorundayız.

Bugün kenarda köşede Mustafa Itri’ler varsa, onu uygar dünyaya ortak yapacağız. Bu, Amerika’da ya da Çin’de ticari ortak bulmaktan daha önemlidir. Fakat bunu gerçekleştirecek kadar uygar ve bilgili olmayı beceremezsek kölelik kapıdadır. Politik ve kültürel dünya arenasında temsil edebilecek bir 21. yy. aydınının yerini kültürel ve politik ağırlığı olmayan cahil bir kapitalist alamaz. Bugün sorun kapitalizm değil, sanayileşmesini tamamlamamış olan toplumdur.

Doğan Kuban

Doğan Kuban'ın anısına saygıyla. Bu yazı HBT'nin 129. sayısında yayınlanmıştır.

Doğan Kuban