Mustafa Kemal’in gelecek vizyonu

Doğan Kuban
Mustafa Kemal’in gelecek vizyonu

Mustafa Kemal’in Osmanlının ve Türkiye’nin yetiştirdiği en bilinçli ve uygar insanlardan biri olduğuna inandıracak sayısız belge var. Sinan Meydan’ın “1923, Kurtuluş Ayarlarına dönmek” kitabının başında Atatürk Trablusgarb’a giderken 1911 Ekiminde Fuat Bulca’ya gönderdiği bir mektuptan söz ediliyor. Mektubun başında “Maksadımız ebedi bir mücadele sahası açmaktır” cümlesi var. Yani “amacımız sonsuza kadar uzanan bir mücadele alanının açılmasıdır.” diyor. Bu mücadele sonsuza kadar uzayabilir anlamına geliyor. Çünkü karmaşık ve sayısız bilinmeyen boyutları olan tarihi bir ortamda yaşıyorduk.

Mustafa Kemal o zaman 28 yaşında bir Osmanlı subayıdır. İmparatorluk henüz ayaktadır. Birinci Dünya Savaşı’ndan üç yıl önce. Acaba Türkiye’de o sırada bu amaçla sonsuza kadar savaşmak gerektiğini düşünen kaç kişi vardı? Batı dünyası ile çok boyutlu ve sonsuza kadar bir mücadeleyi, Trablusgarb çöllerinde İtalyanlarla savaşmaya giderken düşünen 28 yaşında bir Osmanlı subayı.

1911’de Trablusgarb’a giden Mustafa Kemal İstanbul’dan Ankara’ya gelen ve Amerikan mandası isteyen aydın Osmanlılardan, çok daha bilinçli, idealist bir insandı. Kurtuluş Savaşı ve Türkiye Cumhuriyeti bu bilinç, ve uzun sürecek bir mücadele ve emek vizyonu üzerine kurulmuştur.


Mektubun iki boyutu

Fuat Bulca’ya yazılan mektubun iki açıklanması gereken iki boyutu var: Bir düşmanla cephede savaşmak için gitmekten öte, sonsuza kadar mücadele edilmek zorunda kalınacak bir düşman dünya söz konusu ediliyordu. Başka bir deyişle, sadece İtalya değil, İtalya’nın temsil ettiği Batı Emperyalizmi söz konusu idi. O sırada Mustafa Kemal Batı Emperyalizmi gibi kavramları kullanmıyor, fakat bu olayın açık bir Batı Emperyalizmi olduğunu biliyordu. Çünkü İslam, ortaçağdan bu yana Hıristiyanlıkla ve Avrupa ile mücadele ediyordu.

Napolyon’un Mısır Savaşı, İngiliz sömürge imparatorluğu, Rusların Bakırköy’e kadar gelmeleri ve Doğu Anadolu işgalleri aklı başında Türklere Batı Emperyalizminin amaçlarını açıklıyordu. Genç Osmanlı subayı 1911’de imparatorluğun, belki de bütün İslam’ın bu mücadelenin alanı olacağını hisseden ve gören bir vizyonun sahibiydi.

Birinci Dünya Savaşı bittikten ve imparatorluk elden gittikten sonra Osmanlı hükümeti İngilizlerle anlaşarak, Sinop-Sivas-Afyon, İzmit arasında kendilerine lütuf edilmiş bir ortaçağ beyliği büyüklüğünde Osmanlı İmparatorluğunu, Sevr Anlaşması gibi bir utanç belgesi arkasına imza atarak kabul etme zilletini göstermişti. Bu Türkiye’ye, ‘Size bu yeter, gerisi bizim’ demekti.

İzmir’den Trablusgarp’a bir Rus vapuru ile giderken sözü edilen sonsuz mücadele bu ülkenin varlığı mücadelesidir. Atatürk’ün o zamandan doğruyu gördüğü, o tarihten 106 yıl sonra Türkiye’nin parçalanma hikâyelerinin ortada dolaşmasından ve ona soysuzca yapılan saldırılardan anlaşılmaktadır.

Olayı hâlâ anlamamış kafalar

Bugün Osmanlı dönemini dillerine pelesenk etmiş olanların Batı’yla sonsuz mücadele mesajının içeriğini hala anlamamış olmaları kötü bir kaderdir. Oysa İslam dünyasının içinde bulunduğu durum en aptala bile mücadelenin boyut ve içeriğini her gün anlatıyor. Suriye’de Amerikalı ve Rus askerlerin Kürtlerle birlikte çekilmiş resimlerini gösterip sızlananlar, Kurtuluş Savaşı başında İngilizler ve Ruslarla savaş yaptığımızı nedense unutan garip, kafaları pek de çalışmayan adamlardır. Atatürk’e düşmanlık edenler bunların arasından çıkıyor. Onlara önce tarih öğretmek ya da hatırlatmak gerek!

Mustafa Kemal bir Osmanlı başkomutanıdır. Birinci Dünya Savaşı sonunda güneydeki ordunun son komutanı oydu. Trablusgarb’te İtalyanlarla savaşmış, Çanakkale’de Anafartalar kahramanı ve Anadolu’yu savunan Osmanlı ordusunu toplayan ve Yunanlıları, İtalyanları, Fransızları ve İngilizleri yenen Osmanlı ordusunun (O zaman Cumhuriyet kurulmamıştı) başkomutanıdır.

Ata’yı kötüleyen dengesiz adamlar kimlerdir?

Bir ülkeye köşesinden bile olsa, biraz bağlı olan bir insan, ülkesinin geçmişini böyle hırpalamak için kimin sözcülüğünü yapmaktadır? Kanımca bu hasta kafalar, bundan bir menfaat umdukları için böyle olmadık sözlerle ortaya çıkıyorlar. Fakat bu çirkin ortamı yaratan toplumun geleceğinden umutlu olunabilir mi? Türkiye’de bazı insanlar ve gruplar arasında, Türkiye’den kaçmak isteği, bu dengesizliklerden kaynaklanıyor. Türkiye’de bu hava 1980’den sonra yavaş yavaş oluştu. Bu kendini çok güçlü hissedenler için de tehlikelidir. Çünkü 20 milyonu İstanbul’da oturan Türkiye’de bir bölgede sınırlı kalacak bir düzensizlik olamaz. İstanbul, Osmanlı dönemi gibi, Türkiye’yi de ayakta tutan tek merkezdir. İstanbul, Türkiye’yi kendisiyle batırabilir. Cumhuriyetin ülkeyi bütünleştirmek için Ankara’yı başkent yapması, gelişmemiş bir sınıf yapısı ve aydınlanmamış bir halkın hâlâ idrak edemediği bir modern devlet vizyonu üzerine kurulmuştu.

Ülkenin sorunu sadece öğretimle ya da üniversite açmakla bitmiyor. Sorun, Mustafa Kemal’in 1911’de dile getirdiği sömürücü emperyalizm ile mücadelenin bitmemesidir. Eğer öğretim ve üretim bizi, egemen ülkelerle, Japonya, Çin, Güney Kore gibi, başa baş gidecek bir düzeye getirmemişse, gelişmemiş toplumlar her zaman diz çöktürülebilir. Çünkü sadece müşteri niteliği taşıyorlar. Oysa Cumhuriyetin ulaştığı çağdaşlık gerçeği birçok Müslüman ülkeye örnek olmuştu.

Sosyal bilimciler nerede?

Hâlâ ortaçağ sloganları yinelenen Türkiye’de aydınların, üniversitelerin çağdaş dünya, bilim ve teknoloji gerçeğini, halka duyurması ve ilkel tepkilerin temsilcilerini de daha iyi tanımamız gerekirdi.

Türk sosyal bilimcilerinin, her kavramın politik sloganlara indirgenmiş olduğu bu cahil ortamda, çağdaş dünya ile eşit düzeyde yaşayabilecek insanların yetişmesi için, toplumun sosyal, ekonomik ve politik dinamiklerini daha iyi incelemiş olmaları gerekiyordu. Fakat sosyal bilimi tarihe yamadılar, yabancı dilden çevirilerle yetindiler. Atatürk ve Cumhuriyet düşmanlarının yetişme sürecini onlardan öğrenmek zorundayız.

Müslüman aydınlanmasının düşünce lideri Türkiye bugün Katar, Suudi Arabistan gibi petrol ticaretiyle yetinen modern show ülkeleriyle aynı hizaya geldi. Ama bizim satacak petrolümüz, hatta domatesimiz yok. Fakat show’umuz var: Hollanda’dan çiçek alıp, düz beton duvarlara tutturuyoruz. Yanılgı çağdaş dünyayı ve emperyalizmi hâlâ anlamamış olanlarındır.

Sevgili okuyucular,

Toplumun içinde bulunduğu durum, gelişmemiş düşünsel düzeyiyle, çağdaş uygarlık denilen bir davranış bütünlüğüne ve içeriğine ulaşamamaktan kaynaklanıyor. Bunun nedeni dünya toplumlarının geleceğini garantileyen niteliklerin yeterince anlaşılmamış olmasıdır. İnsanların yaşam için gereksinmeleri ve arzuları dünyanın her köşesinde aynıdır. Bunlar dinle ilgisi olmayan, yaşamsal güvenlik, özgür düşünce ve insani kimlik dediğimiz özelliklerdir.

Devlet örgütlenmesi bunları katıksız olarak sağladığı oranda çağdaştır. Bunları sağlayan çağdaş devlet yapısı, yaşam güvenliği, özgür düşünce ve adalet üzerine kurulur. Bu demokratik devlettir. Fakat dünyanın hiç bir yerinde sağlıklı değil. Çünkü birkaç yüz kişiye milyarlarca insanın kaderine egemen olma şansı veren kapitalizm virüsü yaşam damarlarındadır.

1911 vizyonu, mücadelenin sonsuza kadar olabileceğini biliyordu.

Doğan Kuban


Bu yazı HBT'nin 60. sayısında yayınlanmıştır.

Doğan Kuban