Rönesansı anlatma sorunsalı

Doğan Kuban Y
Rönesansı anlatma sorunsalı

Rönesans kendinden önceki birkaç yüzyıl süren Gotik üslubun, Roma çağının Grek kökenli insan ve toplum düşünce ve insan özgürlüğü kavramlarını, Sokrat, Platon, Aristo gibi filozoflardan öğrenmiş ve onlar üzerine daha ileri uygulamalar geliştirmiş dünya tarihinin en etkili kültür çağıdır.

Etkisi bugüne kadar sürmüş, Avrupa’nın bütünü de bugün ulaştığı uygarlığın felsefe ve sanatın temeli olarak tarihin en güçlü değişim aşamalarını içerir. Roma ve Grek düşüncesine ve sanatını bir aile mirası olarak kabul eden İtalyan toplumu (Rinaschente) Rönesansı, ‘yeni doğan’ bir kültür dönemi olarak adlandırmıştır.

O dönemde gelişen düşün, bilim ve sanat kalıpları, giderek Avrupa sanat ve düşüncesi, İtalyan Rönesansı’nın temel davranışları gibi Avrupa kültürünü, temelde Grek ve Roma kültürlerinin insan özgürlüğüne saygılı, özgür yaşam erekli bir uygarlığa dönüştürmüştür.


Osmanlı yabancı kaldı

Osmanlılar dini nedenlerle bütün bu gelişmelere ve toplumda merkezi statü verilen bu değerlere uzak düşmüş, kültür ve sanayi çok geri kalmış, sonunda İmparatorluk çözülmüştür.

Kurtuluş Savaşını kazanarak, Çin’de başlayan Batıya göçün Türk varlığı Anadolu’ya yerleşmiş, Türkler Cumhuriyeti kazanarak çağdaşlaşmıştır.

Ne var ki yedi yüz yıldır içinde yaşadığı toplumsal davranışlardan uzaklaşamayan Türkiye Batılılaşmayı, arada kurbanlar da vererek, yüz yıldır gerçekleştiremedi. Avrupa Birliği’ne katılamadı. Bunun nedenlerini Rönesansla paralel olan Osmanlı dönemi ile bir karşılaştırma içinde irdelemek benim amacımdır.

Bir karşılaştırma

Osmanlıların kültürü yoktur demek söz konusu değil tabii! İçeriği ne olursa her toplumun kendine özgü bir kültürü vardır. Fakat bazı yaşam alanları Avrupa ile rahatça karşılaştırılabilir.

Teknoloji çağında hiç bir İslam ülkesi, gelişmemiş toplumlar- ülkeler grubunun dışına çıkamamıştır. İslam devletleri arasında en iyilerin içinde Türkiye var. Bunun nedeni Osmanlı devletinin 18.ci yüzyıldan sonra yüzünü Batıya çevirmesi, Yeniçeri ordusunun ortadan kaldırılması; Tanzimat ve Cumhuriyet aşamaları ile Türkiye’nin bu güne ulaşmış olmasıdır. Fakat bu Avrupa kapısını açmağa yetmemiştir.

Rönesans ile ilgili bir kitap okumuş olsa bile, Rönesansı kentsel çevresini tanımamış, insan kavramına hümanistler gibi Antik kaynaklara hiç yaklaşmamış, Rönesans sanatını resim ya da heykel olarak görmemiş, Tanrıyı bir insan olarak algılamayı aklından hiç geçirmemiş Türkler, Michelangelo’nun San Pietro kilisesindeki ‘Pieta’ heykelinin içeriğinin arkasındaki hümanist Rönesans sanatının Hıristiyan inancı ile İslam inancı arasındaki Tanrı kavramının büyük farkından ileri gelen inançları kolayca kavrayamaz.

Rönesans sanat birikimi Avrupalılar için 15. yüzyıldan bu yana varolan bir sanat üslubu olarak, 20. yılın ortalarına kadar etkili olmuştur.

İtalyanlar kendilerini Roma’nın mirasçısı olarak görürler. Sokrat, Eflatun ve Aristo gibi filozofları felsefi düşüncenin temeli kabul ederler. Bu nedenle kendi çağlarını (Rinashimento) ‘Yeniden Doğuş’ olarak adlandırmışlardır.

Antik bilgiden bugüne süreklilik

Hümanizma, buna paralel bir kavramdır. İtalyan rönesansı bir yanda cinayetler, savaşlar ve condottieri’ler, öte yanda aristokratların sanatçılara ısmarladıkları heykeller, tablolar, dönemin trajik ve romantik yaşamını yansıtırlar.

Bu koşullarda Rönesans sanatının toplum içinde, bugün söz konusu olmayan bir yeri vardı. Bunu Leonardo da Vinci, Michelangelo gibi sanatçıların yaşamlarından biliyoruz. Bu çocukluktan başlayan bir sanat ordusudur.

İtalyan Rönesansının antik bilgi ile kurduğu entelektüel sürekliliği ve hümanizma kavramını, Avrupa entelektüel sınıfı da aynı içerikle değerlendirdi. Bu nedenledir ki, iletişim ve eğitim kanalı ile Avrupa, bugün de Batı Kültürünü, bilimsel, felsefi ve sanat alanlarında Michelangelo, Machiavelli, Galileo Galilei gibi özgün yaratıcılarla temsil eder.

Avrupa, uygarlığın her aşamasında, örneğin Rodin ile Michelangelo yan yana, bugün bile aynı kültür ortamını aynı nitelikte temsil eder.

Her hangi bir sanat tarihçisi başka rönesanslardan söz etse de, bugünkü Avrupa kültürü, kökü Antikiteye dayanmış ve Röneansla yıkanmış bin bir dallı bir uygarlık ağacıdır. Bu dallar bütün Avrupayı temsil ederler.

Rönesans Avrupayı birleştirdi

Rönesans, sonraki yıllarda Avupa’nın tüm ülkelerinde etkindir. Kuşkusuz zamanla yerel üsluplar oluşmuştur. Fakat 16. yüzyılda Gentile Bellini’nin yapılarıyla başlayan Barok ve onu izleyen Rokoko üslupları, Rönesansın dünyaya açılması ile, uzun süre anıtsal mimari tarihinin egemen üslubu oldular. Bu üsluplar 20.yüzyılda hala kullanıyordu. Bu nedenle İtalyan Rönesansı, bir bakıma sanatı ile alanında Avrupa’yı birleştirdi. Bu bağlamda önce özgün ve yaratıcı ilk Rönesans, daha sonra gelene de Avrupa Rönesansı denebilir.

Bu bağlamda hıristiyan kilisesi, aristokratların destekleri, Grek felsefesi, Hümanizma ve özgür insan gibi kavramlar Avrupa uygarlığının temelleri oldu.

Temel ilke: İnsan özgürlüğü

Osmanlı bu temel kavrayışlardan uzak oldu. Bugün toplum kavramının temel ilkeleri insan özgürlüğünden başlıyor. Bunun kaybı dünyayı karartabiliyor, ya da devamlı karanlıkta bırakıyor.

Özgürlük azaldıkça uygarlık uzaklaşır. Franco Mussollini, Hitler, Stalin, Mao herkesin bildiği adlar. İkinci Dünya Savaşı sonunda bütün dünyada 65 milyon insan, asker ve sivil ölmüştü.

Bu yeni zamanların en büyük cinayetidir. Dünya da özgürlük açısından insan toplumuna uygar demekte kuşkuya düşmüştür. Günümüze de insanlar dünyanın her köşesinde demokrasi ile özgürlüğün yan yana olacağı daha uygar zamanları bekliyorlar.

Dışlayan ve dışlanan Osmanlı, Avrupa kültürüne ayak uyduramadı. Çünkü nüfusunun çoğunluğu köylüydü. Müslüman-Hıristiyan çekişmesi devam ediyordu.

Çağdaş üretime her alanda katılmalıyız

Rönesans uzun ömürlü bir toplum ve kültür kurgusu olarak Osmanlı kültürünü uykuda bırakmıştır.

Rönesans konusunda binlerce kitap yazılmıştır. Avrupa sınırında oturup, bu kültür dönüşümünü dışlamanın bu güne uzanan etkisi, Türkiye’de, eğitim yoğunluğuna karşın, kuşkusuz uluslararası çağdaş bilgi kriterlerine uyan on binlerce genç yetişiyor ama bu yeterli değildir.

Türkiye’yi de sürekli olarak gelişmemiş toplum olarak olumsuz nitelemekten kurtulmak gerek!

Okuyan sayısı yüksek, çağdaş kültür sahip çıkan, gelişmiş ülkelerdeki bilim, teknoloji, felsefenin alanlarında, sanatın her dalında uluslar arasındaki standartlara yetişmek, kendi alanında yayın yapmak, teknoloji ürünleri yaratmak, alanların tümünde uluslararası listelere girmek Osmanlıdan bu yana kavgamızdır.

Doğan Kuban

Doğan Kuban'ın anısına saygıyla. Bu yazı HBT'nin 219. sayısında yayınlanmıştır.

Doğan Kuban