Schopenhauer: Sokaktaki fabrika ürünleri, her şeyi yönetiyor

Doğan Kuban
Schopenhauer: Sokaktaki fabrika ürünleri, her şeyi yönetiyor

Biraz felsefe okumuşların anımsayacağı gibi, Schopenhauer pesimist (kötümser) bir filozoftur. 19. yüzyılda Alman burjuva toplumunu bir bakıma temsil ederek, felsefi görüşünü; insanın ve tarihin kötülükle örülü olmasına dayandırıyordu. Bu kötümser görüşüne karşın Schopenhauer büyük bir yazar olarak hâlâ dünya okurlarının sevgilisidir.

Schopenhauer tarihe baktığı zaman hep kötü şeyler görüyordu. Çünkü insan “irade”si, ona göre, bir “kötülük kaynağıydı”. Dünyanın iyileşeceğine de inanmıyordu. İnsan, arzuları ve kötülükleri ile değişmedikçe, dünya tarihi değişmezdi.

Ben aynı dünyaya baktığım zaman, kötülüğün hiç bitmediğini gördüğüm için, Cengiz’in, Büyük İskender’den, Timur’un herhangi bir despottan daha iyi olduğunu sanmıyorum.


Fakat insanların kötü davranışları sade kendi karakterlerinde değil, içinde yaşadıkları örgütlü toplumun karakterinde de vardır. Bu, toplumun kötü olması değil, az gelişmiş ve cahil olması, dünya bilgisinin kıt olmasıyla orantılıdır. Bunun topluma yaygın bir özellik olması da kendilerine benzer liderlerin, yani çağdaş yaşamda politikacıların varlığını destekler. Bunu 20.yy. tarihi, dünyanın her noktasında açıkça sergiler.

"Uygar sistem"in dejenere olması

Bu durum günümüz dünyasında demokrasi denen sözde uygar idare sisteminin kolaylıkla dejenere olmasıyla kanıtlanır. Ve dünya ülkelerine baktığınız zaman, en uygar olduğunu düşündüğünüz ülkelerde de olabilir. Toplumlar uygarlık örneği bile olsa, bir despotun ortaya çıkması, dünyanın yakın tarihine baktığımızda, politik yaşamın en yaygın olgularından biridir. Schopenhauer’de olduğu gibi, dünya tarihi insanı kötümser yapar. Ama bu, dünyanın kötü olması anlamına gelmez. Dünyanın evriminin, kimsenin bilmediği dinamik iç yapısı, insan yaşamının yarattığı bir yapı değildir. Dünya ısınıp yok olacaksa politikacıların yapacağı bir şey yoktur.

İskender’in, Timur’un, Hitler’in ve başka despotların istekleri, dünyayı bir süre için karıştırıyor, belki de çürütüyor. Hırs ve kötülük bir süre egemen oluyor.

Kanımca tanık olduğumuz kötülükler, küresel- evrensel bir evrimin ya da kainatın evriminin iyi ya da kötü olduğunu söyleyemez. İnsana verilen bilincin, kıt bilgi ile buluşunca, kötülük odağı olabileceğini gösterir dersek bir gerçek olguyu daha iyi açıklamış oluruz.

Yaratıkların en vahşisi

Dünya ve insanlık tarihi, evrenin Bing-Bang’ten sonra başladığı yaşam süresinin geç bir evresinde, “sonsuz zamanın bir noktası da diyebiliriz”, en gelişmiş hayvan türü insanı sahneye getiriyor. Fakat, gelişmişlik bir yana, yaşamın en kötü ürünü insan. Yaratıkların en vahşisi.

Hiç veba salgını ile 20. yüzyıl savaşlarını karşılaştırdınız mı? Ağaçlar ya da ayılar kendi türlerinden olanları hapishanelere atıyorlar mı? Yılanların silah depoları var mı? Veba evrimsel bir felaket, savaş insancıl bir felaket. İnsancıl felaket önlenebilir: Açlık, savaş, cinayet, yangın insanoğlunun yaşamının ürünleri, bunlar için çareler düşünebiliriz. Ama küresel ısınmayı önleyemeyiz.

Doğanın fabrika ürünleri

Schopenhauer’in ilginç bir tanımı var: Sokaktaki adamlara, “doğanın fabrika ürünleri” der. Onun tanımına benzeyen insanlar, sokakların her köşesini dolduruyor. Savaşa karar veriyorlar. Hemcinslerini aç bırakıyorlar. Söyledikleri içeriği boş sözler, devlet yöneten fabrika ürünlerine benzer. Küçük politik ve içi boş sözcüklerden oluşan donmuş ve içeriksiz, önyargılar üzerine kurulu kışkırtmalar, fabrika ürünleri gibi paketlenmiş mallardır. Bu dünyanın her köşesinde gördüğümüz, adı demokratik olan devletler için ortak uygulama böyle bir süreçtir.

Schopenhauer’in sıradan kapitalistler için verdiği ad, “Jetztzeit ”(hemen şimdi) adamları. Bu insanlar için ne geçmiş ne de gelecek var. (Gelsin paralar, hemen şimdi!) sınıfı… Olasılıkla her zaman böyle olmuş, eski ya da yeni. Bizde buna “Gözü Doymaz” denir.

Bu karşılaştırmalardan anladığım kadarıyla, son Osmanlı burjuvaları dünyayı iyi yorumlamışlardı. Schopenhauer, toplumların yöneticilere gereksinimi olduğunu ve devletin Voltaire’in de istediği gibi, kültürlü, Rönesans’tan günümüze doğru aydınlanmış, hükümetlerin özgürlüğü amaçlayan insanlardan olmasını istiyordu.

Burada laik Cumhuriyetin devlet adamı profili de vardır. Toplum, din ya da politikadan kaynaklanmayan, fakat insan özgürlüğü üzerinde temellenen bir inanç ve saygının üzerine kurulmalıdır. Bu özgür insanın sahip olması gereken hoşgörü ve yardımseverliği içerir.

Birkaç gün sonrasını düşünmek

Schopenhauer bu davranışların Avrupa’da gelişen Aydınlanma felsefesinden kaynaklandığını düşünüyordu. Bu düşünce çağdaş toplumun da benimsediği fakat uygulanması geri kalmış ülkelerde hâlâ zorluk çıkaran bir sorundur. Bunu iki savaş arasındaki sorunlarla dolu dönemde, 15 yılda, %90’ı okuma yazma bilmeyen Anadolu insanı, 600 yıllık kulluktan sonra yapamazdı. Daha özgürlüğün sınırlarını bile bilmiyordu.

Sevgili okurlar,

Her an dengesini yitirerek kargaşaya düşecek toplumlar, dünyanın her tarafında, hatta Avrupa’da da var. Bütün dünya ekonomistleri kapitalizmin krizde olduğunu söylüyorlar. Dolar yükseldikçe kriz çanları çalıyor. İnsanların çoğu anlamasa bile, biraz mürekkep yalayan herkes haberleri okudukça ya da dinledikçe gelecek için kötümser oluyor. Onlar Schopenhauer gibi dünya tarihini değil, birkaç gün sonrasını düşünerek kötümser oluyorlar.

Fakat toplumun dengesini yitirmesi, ekonomik göstergelerde değil. Toplum ve kişi başına gelen günlük olaylarda. Bir gazete sayfasında yazan olaylarda. İstanbul’un 19.yy’ın Vahşi Batısı olduğunu söylemek olasılığı var. İnşaat alanı kazası, otomobil kazası, kadın cinayeti, hırsızlık, sahtekarlık, karısını dövmek, kaçakçılık.

Öğrensek bile tepkimiz yok

Bunları her gün okuyup dinlediğimize göre bunlarla yaşayan bir toplumuz. Öğrensek bile tepkimiz yok. Bunlara politik ve ekonomik daha geniş ve kötü haberleri, ülkenin ekonomisinin battığını sayılarla anlatan makaleleri, büyük toprak ve orman kıyımlarını ekleyebilirsiniz.

Bunlardan şikayet ederseniz, bunun uzun zamandan bu yana aynı olduğunu söyleyebilirler. Aynı olaylar, değişik ivmelerle devam ediyor. yıllardır sürüp giden bütün bu olaylar sağlıklı bir toplumun dengesini bozabilir.

Bizim cehalet gibi vurdumduymaz, dayanıklı bir toplumsal özelliğimiz var. Ne var ki bilinçsizlik, kapıya dayanmış bir yangını söndüremez. Bu kabaca, cehalet denen olgu toplumun sayısız dengesizliğini içeriyor.

Bu bilinçsiz toplum, yediğinin zararlı yapısını bilmiyor. Çocuğunun okulda aldığı eğitimin niteliğini sorgulamıyor. Öğretim kalitesinin dünya sıralamasında aşağı sıralarda olduğunu, dünyanın bilim ve teknoloji düzeyinin ve patent üretiminin de çok gerisinde kaldığımızı, teknik öğretimin giderek kötüleştiğini, bütün bunların ekonominin tepe taklak aşağı gitmesine neden olduğunu, halkın oldukça geniş bir bölümü, Nasreddin Hoca hikayesi gibi dinliyor. Göle yoğurt çalınca ekonomimiz kabaracak, hiçbir şey düzelmeden gökdelenlerin üst katlarında oturacağız.

Sevgili okurlar,

Bu gibi karmaşık durumlarda insan, yani düşünen hayvan özelliğimizle, hayvan olmakla, düşünen bir yaratık olmak arasında bir seçim yapmamız gerek. Biz oturacağımız yuvayı kendimiz yaptığımız gibi, yaşamımızı da kendimiz düzenleyen hatta zamanla kent yapan bir hayvanız.

Doğan Kuban

Bu yazı HBT'nin 119. sayısında yayınlanmıştır.

Doğan Kuban