Schrödinger’in sorusu

Doğan Kuban
Schrödinger’in sorusu

Büyük bilim insanları, sadece anlaması zor kuramlar, formüller yazmazlar. Doğa, yaşam ve toplum üzerine de özgün gözlemler yaparlar. Çok ilginç öneriler geliştirirler.

Türkiye’de bilim hâlâ bir kaç meraklı gencin ilgi alanında hapis kaldığı için, zaten okumayan eğitimli ve eğitimsiz halk için Erwin Schrödinger, küçük bir Pasifik adası gibi hiç işitilmemiş bir sözcüktür. Gerçi bugün elinizin uzantısı olan telefonunuzda onun adını bulabilirsiniz!

Erwin Schrödinger büyük bir Alman fizikçisidir. Atom fiziğinde önemli buluşları var. Küçük kitabım adlı yapıtına ‘Yaşam nedir?’ sorusu ile başlıyor. Realistler bu yanıtı şöyle verebilirler: ‘Doğumdan ölüme kadar devam eden yaşama süreci’. Fakat bu cevap, yaşam gibi karmaşık bir soru karşısında sizi aydınlatmaz. Kaldı ki eğer bir natüralist iseniz yaşam-ölüm süreci canlılarda o kadar farklı ki, bir gün ‘Yaşayan bir böcekle bizim yaşamımızın ne benzerliği var?’ diye sormak zorunda kalırsınız.


‘Küçük kırmızı fareler’

İngiliz natüralist Gilbert White’ın yaşadığı köydeki küçük kırmızı fareler üzerine yazdığı makaleyi okudum. Böyle bir konuya ilişkin bilgi edinmek isteyen ciddi bir aydın, gereken bilgileri edinmek için kuşlar, balıklar, memeliler, sayısız yaratık üzerinde okuma yapmak zorunda. İşte o zaman bilim adamının sorduğu soruya yanıt vermesi için ne kadar çalışması gerektiği konusunda bir fikir sahibi olursunuz.

İşte o zaman ‘yaşam nedir?’ konusu evrensel ve entelektüel bir boyut kazanır. Bilim adamının ortaya attığı her sorunun basit bir gözlemden başladığını anımsarsınız. Galileo’nun Pisa Kulesi’nden aşağı bıraktığı değişik boyuttaki taşlar, Newton’un elma ağacından düşen elması, bunların üzerine geliştirilen astronomi yasaları, bilimin, insanın anlamadığı için sorguladığı doğal fenomenlere bağlı olduğunu gösteriyor.

Bizim topluma Schrödinger ya da Gilbert White’ı okutabilir misiniz? Her doğal fenomen üzerinde soru sormak gereksinimi duymayan üyelerden oluşan bir toplum bilim insanı yetiştirebilir mi? Bu konuda çok umutlu olmaya olanak yoksa da, dünyanın her toplumu 2050’ye kadar teknolojik düzeyini dünya ile aynı boyutta geliştirmek zorunda.

Dünyada bunu yapamayacak milyarlar var. Türkiye’nin nüfusu bu hızla artarsa Mısır, Pakistan gibi ülkelerin şimdiki durumuna düşecek. Bugünkü durum kanımca hesap yapmakta zorluk çekenlerin yorumuna kalmış!

Dünyaya el açmamalıyız

Son yazılarımda tekrarladığım temalar var. Bunların başında, büyük bir hızla teknolojimizi dünya düzeyine çıkarmak geliyor. Her gün geç kalıyoruz! Aç kalmak pahasına da olsa 80-100 milyonluk bir toplumu teknolojide dünyaya el açmaktan uzaklaştırmak gerek!

Şimdiye kadar yerleşmiş ekonomik düzen birçok açılıma engel olabilir. Fakat teknoloji ithalatına devam etmek, Afrika’daki eski sömürgelerin durumuna düşmek demektir. Zaten o yola girdik. Devletin ve özel sermayenin dış borcu 500 milyar dolara yaklaşmış. Bu matematiksel olarak başka türlü olamaz. Bu durum sağcı, solcu tartışması değildir. Kaldı ki o tartışmaların anlamı kalmadı. Rus Devrimi 1917’de olmuştu. Şimdi 2018’de yaşıyoruz. Yaşamın ritmi hızlandı. Avrupa Amerika düşman değil. Amerika Çin’le ticaret ortağı.

İnsanları en şaşırtan şey, politik jargonun modasının geçmiş olması. Eskiden sömürge kurmak isteyen, toplarıyla geliyor, topu olmayanları tehdit edip Afrikalıları köle yapıyorlardı. İstanbul’un işgalinde de İngiliz filosu toplarını sultanın sarayına çevirmişlerdi.

Küçücük Kuzey Kore ile ABD birbirlerini tehdit ettiler. Sonra anlaştılar. Çin de karışmadı. Her gün benzer durumlara tanık oluyoruz.

Sanayileşmiş yaşam nedir?

Türkiye’nin tek bir sorunu var. Sanayileşmek. Ülkenin durumu düzelsin de yaparız, diye bir şey yok.

Şimdi bana ‘sanayileşmiş yaşam nedir?’ diye sorarsanız, bunun bilimsel yanıtı olmaz. Bu basit bir örgütlenme ve matematiksel bir yanıttır. Bu durumdaki zorluk, karar ve destek verecek vatandaşın bir ölüm kalım durumunda olduğunu kavramasıdır.

Mümkün olduğu kadar süratle sanayi gelişecek. Bunun gerçekleşmesi için Türkiye, başka alanlarda kemer sıkacak. Bunu gerçekleştiremezse ekonomik köle olacak. Çin’in bugünkü varlığı nedeniyle, Amerika silah zoruyla eski zaferlerini yineleyemez.

Osmanlı 700 yıl, Türkiye Cumhuriyeti de iki savaştan sonra Atatürk’le 15 yıl, ilk Cumhuriyet hükümeti ve sonraki hükümetler döneminde sayısı 200’ü geçen üniversitelerle 800 yıldır var olan bir ülkede yaşıyoruz. Yurt dışında yetişen adamlarımız var. Bu, ülkemizde bir bilim geleneği olmadığını gösteriyor. Ne var ki bu yokluk, yakın gelecek için ölüm kalım sorunudur.

Türkiye’den 250.000’den fazla gencin yurt dışına iş aramaya çıktığını biliyoruz. Birçok tanıdığım da çocuklarını okutmak için yurtdışına yollamış. Fabrikaların kepenkleri indirmesi ise günlük gazete haberi.

Öğrenciden başlayacağız

Bu insan gücünü yetiştirmek için öğrenciden başlanacak. Öğrenci sayısı baştan hesaplanacak ve öğrenciler, bilimsel ve matematiksel sınavlarla alınacak. Burada torpil yapılırsa bu Türkiye’nin torpillenmesidir. Bu öğrenciler okullarda zor ve yüklü bir program izleyecekler ve her yıl bir bilim laboratuvarında, yurt içinde ya da dışında, staj yapacaklar. Buna paralel bir çalışma da, hocaların seçimi ve öngörülen teknoloji alanında bir kaç model fabrikanın kurulması olacaktır.

Bu sistem, bir öğretim ve eğitim enstitüsü olarak bağımsız olmalıdır. Kuşkusuz sistemde bir kaç yabancı danışman gerekir. Yabancı teknologlar, Devlet maliyesini kontrol edeceklerden daha önemlidir. Teknolojik reform yapmalıyız; başka çözüm yoktur. İthalatın analizi başka çözüm olmadığını göstermektedir.

Kapitalizm+teknoloji = Fakir köleler

Sevgili okurlar, dünya teknolojinin esiri oldu. İnsanlar teknolojiye çağdaş esir gibi bakarken, bugün teknoloji, kapitalizmle birleşerek fakir ve cahil toplumları köle gibi kullanmaya başladı. İnsanlar dünyanın her köşesinde yeni teknolojinin her türüne sahip olmak istiyorlar.

Gökdelen, otomobil, telefon, kimsenin hayır diyemeyeceği borçlanma araçları. Bu tekno-psikolojik sömürü giderek artıyor. Üç yıl önce aldığım telefonun fiyatı şimdi üç katı. Bu artıştan dolayı telefon almaktan vazgeçen yok. 20 milyon nüfuslu bir kent, teknolojik fakirleştirme mekanizmasıdır.

Yıllardır yanlış yatırımlar, bugünkü ekonomik krizi getirmiştir. Bu Türkiye’ye özgü değildir. Orta Asya’dan, Gürcistan’dan Türkiye’ye çalışmaya gelen on binler var. Bu durum da Türkiye’nin daha büyük ve kalabalık olduğu ve onlara göre ekonomik bakımdan üstün olduğunu anlatıyor.

Türkiye ekonomik sınırındadır. Batı dünyası, hatta Rusya bile bizi ekonomik olarak tehdit edebiliyor.

Sağduyu ve insan sevgisine dayalı ulusal bilince dayanmak gerek.

Doğan Kuban

Doğan Kuban'ın anısına saygıyla. Bu yazı HBT'nin 136. sayısında yayınlanmıştır.

Doğan Kuban