Tarih boyunca kozmopolit dünya kavramı ve göçer geleneği

Doğan Kuban
Tarih boyunca kozmopolit dünya kavramı ve göçer geleneği

Sevgili okurlar,

Bu dünya, sözle anlatılacak kadar küçük değil. Tek devletin egemenliğine hiç girmedi. Çin, Osmanlı, Rus, İngiliz, İran’da büyük politik egemenlik alanları kuruldu. ABD teknik üstünlüğüne ve zenginliğine dayanarak evrensel bir ekonomik egemenlik alanını, silah zoruyla, kontrol etmeye çalışıyor.

Fakat dünyada bağımsız, 200’e yakın devlet var. Toplumsal etkinlikleri, bir ortak amaçta birleştirmeye çalışan uluslararası örgütler kurulu. Ne var ki dünya coğrafyasından habersiz, birbirlerinin dillerini, ne de tarihlerini bilmeyen devletlerin oluşturduğu Birleşmiş Milletler kurumu, zengin devletlerin oyları altında topal bir kurum. Sözüm ona uluslararası adalet var; devletler arası anlaşmalar var. Fakat dünyanın nüfusu arttıkça fakirlik, zorbalık ve savaş eksik olmuyor. Dünyanın kozmopolit birliği ise sadece bir tekerleme. Dünyanın yaşamı kapitalist ekonominin yataklık ettiği, can alan sorunlarla dolu.


Özgürlüklerin koşulları eksik

Uygar olduğu kabul edilen her ülkede, Fransız Devriminden ve Kant’tan bu yana insanın hakkı olduğu söylenen özgürlüklerden söz ediliyor. Fakat bu, örgütlenmiş ve yaşam pratiği insanın hakkı olarak kabul edilen kuramsal ve yaygın söyleme uymuyor. İnsanların çoğu bunların ne olduğunu da bilmiyor. Bazı yasalar ve pratikler insanlara bazı hak ve özgürlükleri tanıyor. Fakat geri kalmış olan toplumların çoğu, az ya da çok, zorbalık ortamında yaşıyorlar. Zorba söylem, cahilin ağzından çıkarmadığı sakızdır.

İnsanlar binlerce yıldır birbirlerine zorbalık yapan, şiddet gösteren en kötü hayvan türü olarak damgalıdır. Fakat bu, en akıllı hayvan türünün uygarlığımızın temeli olan özgürlük kavramını tanımlayıp dünyanın ortak yaşamına sunduğu dönemde, özgürlüklerin her boyutunu yok etmeyi de içeren yaşam pratiklerini keşfediyor ve uyguluyorlar.

Bu durumu gözleyince filozoflar, sosyal bilimciler, iyi niyetli düşünenler, her gün bir tekeri çıkan uygarlık arabasının, güya bütün insanları aynı amaçlarda buluşturan-, insanların eşit haklara sahip olduğunu savlayan ‘Kozmopolitanizm’’ kuramı ile güncel yaşam pratiğiyle arasındaki çelişkilere işaret ettiğini gösteren kitaplar yayınlamaya başladılar.

Eşitlik ve özgürlük, insanın işsiz ve aç kaldığı bir toplumda hiçbir zaman gerçekleşmiyor. Kaldı ki bir insan sağlık, güç, yaş, güzellik, akıl bağlamında zaten başkasıyla eşit değildir. Sadece kendi yazdığımız yasalarda var.

Göçerin karakteri

Asya bozkırında Türk göçer devletlerini kuran aile ve aşiretlerin tarihe bıraktıkları miras azdır. Ömürleri kısa olduğu için bıraktıkları maddi veriler sadece kalıntılardır. Dönemlerinde yazılmış kitap da yoktur. Adları ve katıldıkları savaşları dışında bir bilgi de yoktur. Türklerden oluşan göçer toplumlar, Osmanlı Beyliğine kadar, herhangi bir aşiretin güçlü, ailesinin ya da klanının egemen olduğu aşiret devletleridir.

Osmanlı devletinden önce ya da onunla eş zamanlı Türk egemen devletler, yerleştikleri bölgelerde ve o toplumun tümel üretiminin sürekli müşterilerdir. Yerleşme süresi kısa olduğundan göçer toplumun bıraktığı kültür mirası çok sınırlı olmuştur. Bu devletler büyük yerleşme alanları, geleceğe kalacak yapılar, edebiyat ve bilim ürünleriyle uygarlık damgası bırakmamışlardır. Göçerin baş özelliği fethettiği bölgenin ve insanın bilgisine el koymaktır.

Batılı düşünürlerinin kendi tarihi gelişmelerini temel alarak, bütün insanlığı birleştiren bir “kozmopolitizm” ve dünyaya egemen olma istekleri, kendi bilgi birikimlerine güvenmekten kaynaklanıyor. Osmanlı İmparatorluğu, bütün ulusları birleştirebilecek bir düşüncenin var olabileceğini hiç düşünmedi ve “patron” kalabilmelerini sağlayacak bilgiye de sahip olmadı. Osmanlı sistemi fetihle egemen oldukları halkları Müslüman oldukları zaman kendi halkı olarak kabul etti.

Türkiye’de halkın ırksal zenginliği vardır. İmparatorluğuna Anadolu ve fethedilen topraklardan gelen uluslar Müslümanlığı kabul ettikleri zaman Müslüman olmuşlardır. Bizde kimseye Rum, Ermeni, Sırp, İranlı olup olmadığı sorulmaz. Sadrazam Bizanslı, yeniçerisi Hristiyan, denizci Rum, İtalyan ve Karadenizlidir. Çerkezler gibi Müslüman olarak gelenler de Çerkez’dir. Araplar ve Kürtler zaten Müslümandır ve bu yurdun insanlarıdır. Balkanlardan Orta Asya’ya kadar dünya tarihinin bütün halkları Türkçe konuşarak bu ülkede yaşıyorlar. Sömürgeci göçerin yerine sömürgeci Osmanlı geldi. Halkı Müslümanlıkta birleştirdi ve kul olarak aynı kalıba soktu. Hristiyanlar üretici olarak, Osmanlı’nın sömürge halkı olarak sultan kulları oldular.

Türkler ve kozmopolitizm

Bu sosyal yapı Türklerin neden kozmopolit olamayacaklarını gösterir. O yüzden göçer geleneğinde yaşamış Osmanlı devletinin sonunda Batılı bir toplum olamadığını biliyoruz. Kültürel birikimi yetersizdi. Cumhuriyetten sonraki hızlı gelişmenin “kozmopolitizme” daha uygun olduğu söylenebilir.

Aslında Osmanlı İmparatorluğu, Avrupa için zaten temel düşman olarak yaşadı. Ve sonunda Türkler Anadolu’dan atılması gereken bir halk olarak tanımlandı. Türk için böyle gelecek düşünenler, Hristiyanlığın kozmopolit dini vurgusunu da bu düşünceyle birleştirerek düşmanlık söylemini gündeme getirebilirler. Sömürücü pratikler arasında tutunacakları her olguyu kullanabilirler.

Osmanlı sömürgeciliği var mı?

Osmanlının temel göçer devlet özelliği, egemenlik altına giren kul halkların bütün sosyal yapılarıyla egemen emrine tabi işçiler konumuna dönüşmesiydi. Osmanlı tarihini ancak böyle anlayabiliriz. En başından 19. yüzyıl sonuna kadar, Hristiyan iş gücüne dayanarak yerleşik yaşamın olanakları kullanılmıştır.

Eğer bir batı sömürgeciliğinden söz ediyorsak, bir Osmanlı sömürgeciliğinden de söz etmek de doğru olur. Sadrazam Mahmut Paşa Rum, Mimarbaşı Sinan Rum, ilk matbaayı kuran, Macar kökenli İbrahim Müteferrika vb. Osmanlı dünya tarihinin en özgün sömürge devletidir. Eski Doğu Roma topraklarında kurulmuştur. Fakat yerleşik bir devlet değil, eski Türk göçer devletleri gibi sömürge yapan, ülke halkını iş gücü olarak kullanan bir devlettir. Yerleştiği ortamda kendine özgü toplum biçimini yaratmıştır. Fakat özgünü yaratamayan bir toplum olarak yaşamıştır.

Osmanlı’nın 18. yüzyıldan bu yana gerçekleştirmeye çalıştığı Batılılaşma bağlamında, laikliği içeren idare sistemini kurduk. 1950 seçimleri, sistemin yozlaşma yolunu açan, ABD’de hazırlanmış kapitalist toplum programının oluşmağa başladığı yıllardır. Bu duruma ordu tepkisi oldu. Fakat 1950 sonrası Türkiye’si, Amerika’nın dünya politikasına uyması için eğilip bükülen karışık kafalı cumhuriyet hükümetleriyle doludur.

Bugün Batılılaşma, Avrupa’da tanımlanan ve uygulanan bir çağdaşlıktır. Yukarıda kısaca değinilen “Kosmopolitanizm” toplumun cehaletine karşın, yabancı toplumlarla bir dünya görüşü paylaşmak ve uygulanmasına yardım etmekt demektir. D. Harvey bu kavramın temelde bağımsız devlet , kişisel özgürlük ve sorumluluk, insan kimliğine saygı, demokratik rejim, şiddete karşı çıkmak olduğunu vurgular. (Cosmopolitanism and the Geographies of freedom, 2009). Bunu, içinde yaşadığınız sistemle karşılaştırın ! Önümüzde ne yapacağını bilmeyen yarı çağdaş bir toplum var. Geçmişin analizi kendimizi tanımlamaya yarar, fakat ne yapacağımızı göstermez.

Doğan Kuban

Bu yazı HBT'nin 104. sayısında yayınlanmıştır.

Doğan Kuban