Tarihini sadece reklam olarak okuyan toplum

Doğan Kuban
Tarihini sadece reklam olarak okuyan toplum

Sevgili okurlar,

Avrasya tarihine Türk adı altında, kendi dili ile girmiş ve ilk yazılı toplumların da bildiği Türklerin tarihi, İ.S. 6. yüzyılda ortaya çıkıyor. Bunlardan daha eski bir bilgi, Çin’in Wei dediği kuzey Çin sülalesinin, kuzeydeki gruplarının, Topa Türklerinin Çinlileşmiş tarihi ile örtüşmesidir. Aynı döneme ilişkin bir bilgi de, Hunların Fransa’ya kadar yaptıkları akınların ilginç tarihinde, akınları yapanların çoğunluk Hun (Hyung-nu) olmalarına karşın, Attila’nın Türk olması olasılığıdır.

Bu referans ne yaman olduğumuzla övünmek için değil, İ.Ö. 5. yüzyılda, İslam’dan çok daha önce, Türklerin adları ve dilleriyle dünya tarihine katılmış olmalarıdır. Avrasya Bozkırı, Cengiz Han’ın fetihlerine kadar Türk göçerlerin varlığını kanıtlayan, 17 Türk devleti görmüştür.


Türk göçerinin tarihte daha önemli bir konuma gelmesi Osmanlı devletinin 1300’de kurulması ve 1453’de Roma-Bizans İmparatorluğunun Doğu Roma başkentini ele geçirmesi ile başlar.

Yükseliş ve çöküş

1453’ten sonra Doğu ve Güney Akdeniz kıyıları ile birlikte yıkılan Roma İmparatorluğunun Balkanlardaki boşalan topraklarını Osmanlılar ele geçirmiş ve Hıristiyan Avrupa’nın 17. yüzyıla kadar en büyük düşmanı olmuştur. Fakat Balkanların ve Macaristan’ın güneyinin fethinden sonra savaşın adı cihat olmaktan çıkmış, fetihler sona ermiş, ve fetihlerin yerini, yenilgiler almaya başlamış ve Osmanlılar 18-19. yüzyıllarda Napolyon’un ele geçirdiği Kahire’den Rusların heykel diktikleri Bakırköy’e kadar her taraftan sarıldıklarını görmüşler ve son iğneyi de Balkan Savaşı’nda Bulgarlar Çatalca’da batırmışlardır.

Çanakkale Zaferi, İstanbul’un işgalinden önce ufak bir nefes almadır. Arkasından Yunanlıların İzmir’e çıkması, İtalyan, Fransız, İngiliz ve Rus işgalleri, Türkleri Anadolu’dan atmak ve ülkeyi Avrupalılar arasında bölüşmek amacını taşıyordu. Yunanlılar Anadolu’ya turistik gezi yapmaya değil, Bizans’ı tekrardan kurmaya gelmişlerdi.

Toplumun milyonluk kentlere doluşan cahilleri ne Bizans’ı biliyor ne de Yunan ideolojisi hakkında bir fikirleri var. Zaten “İdeoloji” sözcüğünü de bilmiyorlar. Hiç tarih bilmedikleri için, 700 yıllık bir imparatorluğun yok oluşunun toplumsal ve kültürel boyutlarını da anlamalarına olanak yok. Kurtuluş savaşında ölmüş dedelerinin yaşadığı günler ve ülke hakkında da hiç bir fikirleri yok. Belki gökdeleni de köy camisinin minaresi gibi algılayarak sahip çıkıyorlar.

Kayı boyu Türkmen aşireti

Sevgili okurlar,

Ertuğrul’un kurduğu Beylik, Anadolu’yu işgal ederek her köşesinde kısa ömürlü bir küçük beylik kuran aşiretler gibi, Kayı boyundan çıkan bir Türkmen aşireti idi. Bir bakıma onların sonuncusu sayılabilir. Konya Selçuklularının İznik ile Eskişehir yöresinde yerleşen aşiret, Ertuğrul Bey’in oğlu Osman Bey döneminde yayılmaya başladı. Orhan Bey döneminde Marmara kıyılarında, Birinci Murat ile Yıldırım arasında Balkanlarda, Anadolu Hisarı inşaatı ile Boğaziçi’nde, Timur’la Ankara savaşında, İkinci Murat’ın fetihlerinden sonra Fatih’le İstanbul’daydı. İstanbul’un Fethi, göçer Türk’ün tarihinde çok güçlü bir statü değişikliğidir. Constantinopolis’in bir Türkmen Beyliği tarafından ele geçirilmesi devletin statüsünü İmparatorluğa yükseltti.

İlkel canavar

Osmanlı imparatorluğu dili ve inancı farklı olan Hristiyanlar, Balkan slavları, Macarlar, Kürtler, Araplar ve Yahudileri içeren kozmopolit bir devlettir. Sultanın haremi genelde esir düşmüş Hristiyan kızlardan oluşur. Sultanın eşi olmaz. Fakat bir erkek çocuk doğuran cariye, Sultan olur. Osmanlı İmparatorluğunun haremi sadece erkek evlat üretmek için kurulu bir etnik kargaşadır. Osmanlı sultanları devlet büyüdüğü zaman, her yolla ellerine geçen güzel Hristiyan kızlarından bir tür eş kümesi oluşturmuşlar, esir kızları Müslüman yapmışlar, adlarını değiştirmişler, çocuk yapanlar sultan olmuş, fakat eşleri olan sultanlar ölünce, harem halkı yeni sultanın isteklerine göre yeniden oluşmuştur.

Üçüncü Murat’ın hareminde 200 kadın vardı. Oğlu 3. Mehmet’e 40 kardeş bırakmış, 29 yaşında tahta çıkan yeni sultan en büyüğü 13 yaşında olan 18 kardeşini saraya geldiği gece öldürtmüştü. Kız kardeşlerini haremden uzaklaştırmış, hamile cariyeleri ise Marmara’ya attırmıştı. Tarihte eşi olmayan bu ilkel canavar, Eğri Fatihi diye bilinir.

Türkü az, dönmesi çok

Osmanlı devleti Türk’ü az, dönmesi ve Hristiyanı çok bir İslam devleti idi. Sultanların hemen hepsi soyu sopu belli olmayan dönme Hıristiyan annelerden doğmuştur. Osmanlı sultanları arasında sadece 2. Osman bu harem sistemine itiraz etmiş, başkentin İstanbul’dan Bursa’ya taşınmasını önermiş, iki eşle yetinmiş ve bu radikal önerilerinden ötürü genç yaşında yeniçeriler tarafından boğulmuştu.

Osmanlı tarihinin arka yapısını bilmeyenler bu devletin Türklerin elinde olup olmadığını ve sosyal yapısının hangi parametrelerle değerlendirilmesi gerektiğini düşünmeli ve öğrenmelidirler.

Bu kadın dönmelerin ne kadar Müslüman oldukları da bilinmiyor. Enderun’da çalışanlar da Hristiyan dönmelerdir. Devletin en güçlü ordusu da Hristiyan dönmelerden oluşan yeniçerilerdir. Devletin her zaman silah altında tuttuğu, en çok para sarf ettiği savaş kurumudur.

Sürekli varlığı nedeniyle ilk yüzyıllarda Avrupa’daki bütün orduların üstünde bir sistemdi. İlginç olan devletin ve Sultanın mezhebinin Sünni olmasına karşın, yeniçerilerin alevi- Bektaşi tarikatına bağlı olmasıdır. Bu, devletle ordusu arasında kabul edilmesi zor bir ilişki idi. 3. Ahmed’in sadrazamı Nevşehirli İbrahim Paşa yeniçeriler tarafından öldürmüştür.

Bektaşi yeniçeri - Sünni medrese

Burada ilginç olan, Bektaşi yeniçerilerle, sünni medresenin kimi durumlarda ortaklık yaprak padişahlara karşı çıkmalarıdır. 3. Selim’i de yeniçeriler öldürmüşlerdi. Sonunda sultanla ordusu arasında çıkan bu çatışma, 2. Mahmut’un Yeniçeri ordusunu yok etmesi ve Bektaşi tarikatının ortadan kaldırılması ile sonuçlandı. Osmanlılar buna ‘Vaka-ı Hayriye’ dediler.

Bu radikal çatışmayı Tanzimat izledi. Oldukça köktenci yenilikler yapıldı. Fakat Osmanlı devletinin sorunu, toplumsal örgütlenme, insan özgürlüğü bağlamında bir değişikliğe hazır olunmaması, Medrese eğitimin 19. yüzyıl dünyasında yaşamak için tümüyle yetersiz oluşu, imparatorluğun da yenileşmek için yeterli bir entelektüel birikime ve bilgiye sahip olmaması idi. Osmanlı, Avrupa’dan 800 yıl sonra ilk üniversitesini açtı. Ve gerektiği gibi çalıştıramadı.

Kaldı ki 1923 Cumhuriyetinin kurduğu öğretim sistemi de 1950’den sonra yavaş yavaş artık anlamını yitirmiş ve ülkenin geri kalmışlığını teşhir eden nedenlerle, sayısal gösterişine karşın, kalitesini yitirmiştir. Bugün bu performansla gelişmiş dünyanın gerektirdiği hizmetleri veremiyor.

Bugün ülkenin vermesi gereken en önemli sınav, yüksek bilimsel öğretimin ve eğitimin performansı, bilimsel araştırma, bilimsel yayın bağlamında dünya ile yapılacak istatistiklere dayanan sayısal karşılaştırmalarda patent ve yayınların dünya teknolojik yayınlarının arasında sağladığı bilimsel düzeydir.

Burada bir soru var: Bilgi üretmede hâlâ 500 yıl geride miyiz?

Doğan Kuban

Bu yazı HBT'nin 123. sayısında yayınlanmıştır.

Doğan Kuban