Türk tarihine sahip çıkmazsak kendimize çağdaş bir gelecek hazırlayamayız

Doğan Kuban
Türk tarihine sahip çıkmazsak kendimize çağdaş bir gelecek hazırlayamayız

Bu yazıda Avrupa tarihinin 15. yüzyılda başlayan panoramasında Türk tarihi sürecinden söz edeceğim. Türklerin tarihi konumunu anlamayan, Türk Tarihi ile İslam Tarihi sözcüklerini birbirine karıştıranların ortada dolaştırdıkları tarih söylemi, İslamı parçalamak ve istismar etmek isteyen yabancıların servise koyduğu bir söylemdir. Neredeyse başaracaklar!

Günümüzün yaşamını şekillendiren her şey Türklerin de katıldığı bir Avrasya tarihinin parçasıdır. Türk kimliği cahil politik tartışmalarla yok edilirse, toplum çağdaş dünyanın eşit ortağı olamaz. Suudi Arabistan’dan modern haremiyle gelen bir Suudi prensinin maceraları yanında namaz kılmak, kadınları eve hapsetmek Müslümanların tartıştığı konular olursa, yönelim Batılı sömürücülerin istediği gibi Türk kamu oyunu istenilen şekilde yoğurmak demektir.

Çağdaşlaşma 16. yüzyılda başlayan yaşamsal bir süreçtir. Temsilcileri Avrupa’nın gelişmiş toplumlarıdır. Yaşamlarının her olayında başlangıcı ve gelişmesi Avrupa tarihine bağlanabilecek toplumsal bir etkinlik bulunur. Sanayileşen dünyanın yaratıcısı ve üreticisi Avrupa’dır. ABD, ağırlığı Çin ve Japonya olan Doğu Asya, dünya ekonomisine egemen olan diğer ülkelerdir. Bunlar başta Müslüman olan müşteri dünyasının dümenini ellerinde tutuyorlar.


Günümüzün Müslümanlık üzerinde söz üreten ve Batının ortağı olan ülkeleri, çağdaşlaşmanın hızını kesiyor, Müslümanlara çağdaş yaşamın kapılarını kapatıyor ve Müslüman dünyayı pazarlarının müşterisi olarak yönlendiriyorlar. Asya tarihinin ilk gelişme aşamasında göçerlerin (başta Türkler) egemenliği bugün ekonomik köleliğe dönüştü. Bugün Türk dünyasının ne politik ne de ekonomik egemenliği söz konusu değil.

İslam dünyası neyin modeli

Cumhuriyet, laiklik derken İslamı terk etmeyen bir sanayi çağdaşını amaçlıyordu. 1950’den sonra çağdaşlığı bir giysi gibi algıladık. Bu yanlış yönlenme, yaşamsal ortamı toplumsal çekişme üzerine kurulmuş ülkeyi, 19. yüzyıl kovboy kasabalarına benzetti.

Dünyanın bütün toplumlarında çekişme olabilir. Fakat çağdaş gelişmiş sanayi toplumlarında bunun politik ve idari yansıması yasal kontrol altına girmiştir.

Bugün, kısa süre önce kente inmiş, bilgi seviyeleri ve entelektüel kapasiteleri düşük nüfusa sahip, çevresine karşı hoş görüye sahip olmayanı çok olan toplumlarda, sosyal dengenin zayıf olduğunu görürsünüz. İslam dünyası bu güncel kargaşanın modelidir. Gazetelerde bir günde işlenen cinayetleri, iş kazalarını, ulaşım kazalarını, belediyelerin yanlış davranışlarını, kadınlara, öğretmenlere yapılan baskıyı kısaca gözden geçirirseniz, Osmanlının son zamanlarında bile toplumsal ortamın bu kadar densiz olmadığını görürsünüz. Neredeyse hepsinin de bir İslami nedeni var. 1960’larda Türkiye’nin en az gelişmiş bölgelerinde bile bu düzensizlik yoktu. Bugün ülkenin dengesini bozan tartışma, ülkenin Türk varlığı değil, İslam varlığıdır. İslam dünyasını da çökerten odur.

Çanakkale’den bu yana geçen yüzyılı düşünün! Çanakkale’de Türk olarak savaştık. Kurtuluş Savaşını Türk olarak yaptık. Ve Türklerin kontrol ettiği bir ülke var. Bağımsız Türk vatandaşı olarak dünyanın her köşesinde yaşadık. Bunlar 12. yüzyıldan bu yana kontrol ettiğimiz topraklardır. Bu topraklar için savaşırken karşımızda Bizanslı Hristiyanlar, Müslüman Araplar vardı. Osmanlı İmparatorluğu parçalandıktan sonra, üniversitede Türk, Rum, Ermeni, Yahudi, Kürt kökenli Cumhuriyet vatandaşlarıyla okuduk. Türk dilli bir ülkemiz oldu.

Ülkeye karşı kullanılan araçlar

O zamandan bu yana İslam ülkelerinde karşıtlıkları körükleyerek devletin dengesini bozmak için kullanılan araç, dinsel, dilsel, ırksal farklılıklardır. Bugün emperyalist yöntem hal geçerli. Fakat buna doğrudan katılan bir Batı daha var. Eski yöntemlere, evrensel kapitalizmin karmaşık mekanizmaları da ekleniyor. Bu ekonomik sistem, devlet ya da kişi bazında olur. Türk, Amerikalı, Suudi, Yahudi ya da İranlı, Rus, Türk’ü birleştirebilir.

Bu ilişkiler özel, resmi, gizli, açık, para destekli, desteksiz, politik yön verme içeren ilişkilerdir. Hepsi Türk devleti adına yapılır. Fakat bunlardan beklenen yararın devlet değil, hükümetin politikaları adına olması doğaldır.

Sevgili Okuyucular,

Bu yazıyı bir dokunulmazlığı tartışmak amacıyla değil, Türk, Türklük, Türkçe, Türk kültürü, Türk vatandaşını Türklüğe yabancılaştıran etkinlikler bağlamında yazdım.

Biz bütün İslam toplumlarından bir yüzyıl önce çağdaş dünyaya katıldık. Bugün dünyada örnek alacağımız bir İslam devleti yok. Türkiye’de önerilen hükümet türleri, dışarıda planlanan ve uygulanmasıyla ülkeyi 20. yüzyıl başının İsrail çukuruna düşüren daha eski örnekleri anımsatıyor. Filistin’i, Irak’ı, Suriye’yi düşünün. Biz Arap değiliz. Arap gibi Müslüman da değiliz. Biz önce Türk’üz. Müslümanlıktan önce devlet kurmuşuz. Eski bir dilimiz var. 400 yıl süren bir Avrupa devleti tarihimiz var. Ve Avrupa ile ilişkimiz İslam’dan önce başlıyor.

Araplar kültürel varlıklarını 7. yüzyılda başlatabilirler. Biz bu tarihi varlığı bundan 500 yıl önce başlatıyoruz. Türklerin tarihi varlığı hem eskiliği ve genişliği, sonra da bütün Araplardan uzak olarak 1922’ye dayanıyor. Bu günkü adımız da aynı kökenden.. Dilimiz de öyle.

Dincilik modasının yaptığı

Sevgili okuyucular,

Bu saptamanın övünmek amacı yok. Sadece bir dincilik modasının, büyük bir tarihi ulusun varlığını ikinci plana düşürmesinin anlamsızlığını vurgulamak istiyorum. Türk tarihinin coğrafi genişliği ve süresi daha uzun; Avrupa karşısında İslamı koruyan güç 500 yıl Türkler oldu. İslam dünyasında Çağdaş devlet sürecine girerek temsil eden de Türkiye Cumhuriyetidir. Bu anlatıda Osmanlı yerin dibine batırılmıyor. Atatürk’ün bir Osmanlı generali olduğunu, Kurtuluş Savaşını da Osmanlı ordusunun yaptığını, Cumhuriyeti de Osmanlı subaylarının okulda öğrendiklerini hatırlamak gerektiğini söylemek istiyorum. İslami kültürün Hristiyanlık karşısında eksik kaldığı doğru. Bunun nedeni de Türk İmparatorluğu. Bugünkü İngiltere, İngiliz imparatorluğundan ayrılmaz, biz de Osmanlıdan ayrı değiliz. Fakat bugün devletin yakın geçmişini unutması tehlikeli bir tutumdur. Bu sanayi çağının doğasını ve gücünü anlamamaktan geliyor.

Türkiye’yi horlama yarışı

1950’de Demokrat Parti ile birlikte Türklerin tarihi rolleri azaldı. Türklerin entelektüel yapısı, göçerden başlayan uzun ve etkili tarihi, sonunda ve bugün Türkiye Cumhuriyeti her boyutuyla horlanıyor.

80 milyonluk Türk toplumunu Irak, Suriye, Lübnan gibi boyutsuz, kimliksiz bir konuma düşürüyor.

Alevi, Kürt, Ermeni, dinsiz, Cumhuriyetçi yaftaları ile kavgaya sürüklüyor. Birinci Dünya Savaşı’nın başka eşi olmayan bir laik cumhuriyet olarak modern çağa yeni örgütlenme olarak giren tek İslam toplumunu, hor görüyor. Onu, İngiliz, Fransız sömürgesi hizasına indiriyor.

Dünyanın en büyük dillerinden birini, en değerli kültür temelini horluyor.

Yabancılar da büyük zevk duyarak bu küçültücü deformasyonu alkışlıyorlar.

Doğan Kuban

Bu yazı HBT'nin 116. sayısında yayınlanmıştır.

Doğan Kuban