Türkiye’nin temel krizi ve eğitime çağdaş nitelik

Doğan Kuban
Türkiye’nin temel krizi ve eğitime çağdaş nitelik

Sevgili okuyucular;

Bütün diğer Müslüman devletler gibi, Türkiye de sürekli bir kriz ülkesidir. Osmanlı İmparatorluğu tek sömürge olmayan İslam Devleti olmasına karşın başkenti ve ülkenin yarısı işgal edildi. Osmanlı İmparatorluğu hiç sömürge olmadan yok oldu. Bu, Türk ulusunu yücelten bir söylemdir. Avrupa’nın Hasta Adamı’ndan bugünkü çöküntüye nasıl geldik? Oysa bütün İslam dünyasında tek laik, demokratik ve laik cumhuriyeti biz kurduk.

Atatürk 1938’de öldü ve İkinci Dünya Savaşı 1939’da başladı. Cumhuriyetin kuruluşu bu kısa zaman aralığındadır. Türkiye Cumhuriyeti 2. Dünya Savaşı denilen kriz içinde yol aldı. Türkiye’yi NATO üyeliği sahtekârlığı ile uluslararası ABD sistemine bağladılar. Küçük Amerikalardan biri olduk. Bu kılıf Cumhuriyet’in bağımsız gelişmesini çürütmek için kullanıldı.


Toplumun eğitim ve öğretim amacına sayısal olarak ulaşılmış gibi görünsek bile, Cumhuriyet öğretimini kurulduğu amaçlarla gerçekleştiremedik. Bu bağlamda sayısal veriler aldatıcıdır. Eğitim ve öğretim sade bina yapmak değildir.

Bilim, özgürlük ve demokrasi ortamına gereksinme duyuyorduk. Politikacı cehaleti, at oynattığı bütün İslam toplumları gibi, Türkiye’yi kısa sürede zorbalık batağına sürükledi. Bilimsel öğretim, çağdaş yüksek öğretimin temelidir. Türkiye için de bir zorunluluktur. 1950’den sonra da demokrasi olmaktan çıktık. Ondan sonra anlatılanlar bir kâbus hikâyesidir.

Batan imparatorluk

Rönesans’tan sonra Avrupa, Osmanlı’nın sürekli düşmanıdır. Kavga, İmparatorluğun batmasıyla sonlanmıştır. Fransızların Kahire’ye girişinden sonra Rusları Bakırköy’de, Bulgarları Çatalca’da, İngiliz ve Fransızları İstanbul’da Yunanlıları İzmir’de gördük. Çanakkale başarısını Sarıkamış felaketi izledi. Ruslar Doğu Anadolu’yu işgal ettiler. 1917’den sonra Cumhuriyetin kuruluşu başlıyor ve laik cumhuriyet, kuruluşunu 1923 ile 1938 arası yapıyor.

Fakat 1950-60 arasında, daha yeni kurulan Cumhuriyetin ilkelerine laf atıldığını da biliyoruz. Bugünkü ekonomik bomba olan 20 milyonluk İstanbul’un tarihine saldırı da o zaman başlıyor. 1950-60 Cumhuriyet’i sökme, İstanbul’un bir ekonomik bomba olarak hazırlanması sürecini başlatmıştı. Daha Menderes zamanında demokrasinin giderek sulanması, bilimin dinle yer değiştirmesi, yeni söylemin çağdaşlaşma amacını karartan bir mikrop olarak ülkenin hayatına girmesine sebep oldu. Cumhuriyetin dini bir motivasyonla kentleşmemiş olan grupları çağdaşın içeriğine karşı çıkmaya başladılar. Bu grup, Atatürk’ten sonra cumhuriyetin katılmak istediği kültür ortamının gelişmesine engelledi. Dışarıdan Amerika, içeriden cahil bürokratlar laikliğin ilk düşmanı oldular.

Bilimsel lisenin iflası

Bugün İmam Hatip fırtınası bilimsel lisenin iflasıdır. Bunun sonucu da Osmanlı kültürünü Avrupa karşısında medrese anısı ile tekrar dikmektir. Bu, toplumu ortaçağa döndürecek bir strateji idi. Bunun sonucu, bilimsel üretimin ve sanayinin geri kalmasına neden olmuştur.

Türkiye’nin en büyük handikapı sanayileşmede geç kalmasıdır. Türkiye ile ilgili her bilimsel araştırmada, çağdaş üretimin yapılmasına engel olan bir gericilik atılımı var. Sanayi üretimi düşük ülkelerde, spekülatif ve sömürücü ekonomi egemendir. Toplumun ekonomisi rüşvet çarkı içinde çalışan, bilimsel ve yasal olmayan, ciddi planlamadan uzak spekülatif bir etkinliğe dönüşmüştür.

Bu tutum, 20 milyonluk çirkin bir dünya kenti yaratmıştır. İstanbul’un fırınını ateşleyen spekülatif enerji, Türk devlet kurgusunun yapısını da çatlatıyor. Belediyeler, ticari kurum ve şirketler spekülatif kazanç söz konusu olduğu zaman yasal yolları zorluyorlar. Bu işlemlerin gazetelere ve kamu söylemine yansıyan haberleri, kamuoyunun geleceğe dönük umutlarını kırıyor.

Türkiye teknolojide, ağır sanayi üretiminde 10 yıl içinde büyük bir aşama kaydetmezse, nüfusu daha da artan bir ülke olarak sadece ekonomik bir pazar niteliğinde kalacaktır. İstanbul; Karaçi ve Sao Paolo gibi bir kargaşa yeri ve çöplük olabilir.

Türkiye’nin ekonomik çöküşü İstanbul’dan başlayacaktır. 20 milyonluk nüfus aynı zamanda ülkenin tarımsal olarak da çöküşü demektir. Sanayinin ve bilimsel öğretimin ortak çöküşü genelde yüksek öğretim standartlarının çöküşü anlamına gelir. İmam Hatip okulları bu çöküşün borazanlarıdır. Bu durum, Kurtuluş Savaşı’ndan daha zor bir mücadele olacaktır.

Türkiye’nin iteklendiği bu karanlıktan bir mucize olarak kurtulması, Türkiye’nin her mücadelesi, uluslararası kapitalizm ile mücadeleye dönüşmesi anlamına gelir.

Çağdaşa açık yobazlığa kapalı sınıf

Bu belki de çok bilinçli olmadan, bu mücadelenin ağırlığı ile orta sınıfın altındaki teknisyenler sınıfının bilinçlenmesine bağlıdır. Türkiye’de benim kaya sınıf dediğim çağdaşa açık, yobazlığa kapalı olan çok büyük kalabalıklar Türkiye’nin geleceğini saptayacak olası toplum sınıfıdır.

Bu sınıf, toplumun çağdaş topluma katılmasına en yakın sınıftır. Çünkü özlediği modern yaşamdır. Dini veya eskiye dönük istekleri yoktur. Köylü kalmamıştır, Osmanlı veya din gibi tutkuları yoktur. Olanakları el verdiği zaman çağdaş yaşama öncü olacaktır. Bunun için kavga etmesi de gerekli olmadığından geleceğin egemen kuşağı olduğunu düşünebiliriz.

Eğitime çağdaş nitelik vermeliyiz

Bu sınıfa lise sıralarında çağdaş bilim ve teknoloji öğrenme olanakları verilseydi, Türkiye’nin geleceğini yaratan kuşağı yaratmış olacaktık. Bu sınıfla buluşarak Türk teknolojisini yaratacak diğer büyük gruplar yeni Türkiye’nin teknisyenlerini oluşturacaklardır. Bilinçli olarak böyle bir program hazırlanırsa, bugün 15-25 arasında olan bu gençler, yarının kurulacak ileri teknolojisinin üreticileri olacaklardır. Bu sınıfın tanınmasında kentleşemeyen köylüler değil, çağdaş yaşama 1980’den sonra giriş yapan Anadolu halkı olduğunu söyleyebiliriz. Bugünden sonra Türkiye bir kurtuluş aşamasına bilinçli olarak dönerse, bunun taşıyıcısı Anadolu’dan 1970-80 yıllarından itibaren gelmeye başlayan halk olduğunu bilmemiz gerekir.

Özel koşullarda teknisyen olarak yetiştirilmiş adaylara öğretim yapan enstitüler kurulmalıdır. Başlangıçta gereken kaliteler, bu enstitülerdeki hoca ve öğrencilerin seçimine bağlıdır. Bunun sağlanması devlet kurmak kadar önemlidir. Dini hiçbir koşul 21. yüzyıl bilim adamının yetişmesinde bir işlev göremez. Bu ortamın hazırlanmasına olanak verilmezse bu bilimsel atılımı yapamayız.

Sevgili okuyucular;

Eğer İslam’ın çağdaş dünyaya ortak olmasını ve ömrünü sömürge olarak tamamlanmasını engellemek istiyorsak, eğitime çağdaş bir nitelik kazandırmak zorundayız. Bu da diyanet işleri bütçelerini arttırma anlamına gelmez. Burada yapılması gereken bilim ve inancı düşman kardeşler gibi görmeden, bir sağduyu felsefesine ulaşmak zorunda olmamızdır. Bu bilinci, bilgi ve örgüt olarak gerçekleştirmek yeni bir çağdaşlaşma döneminin kapısıdır.

Doğan Kuban

Bu yazı HBT'nin 91. sayısında yayınlanmıştır.

Doğan Kuban