Uygar olamamanın sersemliği

Doğan Kuban
Uygar olamamanın sersemliği

Ne uygarız, ne de medeni! Son zamanlarda medeni sözcüğünü kullananların uygar ve çağdaş olmadığını, uygar sözcüğünü kullananların çağdaş olacak kadar uygar olmadığını öğrendim.

Arapçayı hiçbir zaman öğrenmemiş “Medeni”-ler, yani Arapçasıyla Medineliler, toprağı bırakıp kente dolduklarında otomobil, telefon, televizyonlu yaşamın çağdaşlık gösterisi olduğunu sanıyorlar. Sanayi gelişmesini tamamlayamamış bir toplumun 10 yıl sonra ekmek bile alamayan kesimlerinin olabileceğini, dünyada olan bitenleri izleyenler hemen öğrenebilirler. Dünyada fakir ülkelerden zengin ülkelere olan göçlerin içeriği, bir iki kişiyi sorgulayarak öğrenilebilir.

Uygarlık: Doğru kullanımı


Uygarlık, elastik bir sözcük. Doğru kullanıldığı zaman, bir toplumun entelektüel bilgi, davranış standardına ve bu birikime Rönesans’tan bu yana, kazanımlarına ortak olmak anlamı taşır. Otomatik bir uygarlık yok. Otomobil, bilgisayar, telefon, gökdelen toplumu uygar yapmaz. Türkler olarak, ne Mısırlılar ne de Aztekler gibi uygar olmak istiyoruz. Çinli ve Japonlar gibi de olamayız. Amerikalı gibi olmak istiyoruz. Bu da olası değil. Cahiller, Amerikalı’nın geçmişinin zengin ve boş toprakları kapışan köylü Avrupalı göçerden geldiğini ve tarihinin 17. yüzyılda başladığını bilmiyorlar. 17. yüzyılda Osmanlı iflas bayrağını çekmişti. Kaldı ki Amerikalı da kimseye benzemek istemiyor.

Dünyanın nüfusunun birkaç yüz milyonu bulmadığı, insanların birbirlerinden hiç haberleri olmadan yaşadıkları, dünyanın masalından söz ettikleri zaman, göçer uygarlığı da yoktu.

Hindistan’da Mezopotamya’da, Mısır’da yerleşik düzen kurulduktan sonra, bir toprağa yerleşenler ortak kurallara uymaları gerektiğini gördüler. Zamanla yerleşik düzen kuralları, insan davranışlarını kontrol etti. Son iki bin yılda ağır ağır kurulan yaşam düzenlerine uygarlık dendi. İdeal uygarlık hiçbir zaman gerçekleşmedi. 20.yüzyılda savaş ve yüz milyona varan ölü bunun kanıtıdır.

Tek tanrılı üç din

Sevgili Okurlar,

Öldürmek ya da ölüme bilinçli olarak neden olmak hep vardı: Doğu’da Çin Uygarlığı, Güney Asya’da Hint uygarlığı, Ortadoğu’da Mezopotamya, Kuzey Afrika’da Mısır uygarlıkları, Anadolu’da birbirlerini izleyen katmanlar, Ege’de Yunan Uygarlığı, Yeni Dünya’da ise kimsenin haberdar olmadığı Aztek, Maya, İnka uygarlıkları. Bu medeniyetler konusunda, okumuşlar da dahil, kimse fazla bir şey bilmez. Amerikan Wild West’inin(Vahşi Batı) yaşamının ilkelliğini, olasılıkla, Anadolu tarihi pek yaşamamıştır.

Fakat yok olmuş tarihi gelişmelerin dışında, kimliklerini hala sürdüren ve değişik yoğunluklarla evrensel içerikleri olan dört uygarlık ocağı var: Çin, Hint, Yunan ve Avrupa. Yaygın monoteist –tek tanrılı– üç yakın doğu dininin birbirinin içinden çıkmış evrensel serüvenlerin etkilerini hâlâ yaşıyoruz. Bu toplumlar değişik uygarlık düzeylerinde yaşıyorlar. Fakat bunlara mensup olan insanların homojen olarak uygar olmaları söz konusu değil.

Her insan, kişi olarak çağdaş ve uygar olabilir. Fakat içinde yaşadıkları ortamın adamıdırlar. Amerika’da yaşayan Afrikalı ile Arap bedevisi Müslüman, dışarıdaki Hristiyan toplumunun yaşamına uyum sağlar. Fakat Hristiyanlıkla ilgisi yoktur. Anadolu köylüsü, dünyadan habersizdir; okuma yazması olmayan Müslümanın çağdaş uygarlıkla ilişkisi yoktur. Çünkü uygar yaşamın bugün geçerli olan tanımı Rönesans’ı yaşamış Hristiyan halkların yarattığı bir uygarlıktır.

Hazreti Muhammed Mekke’de İslam’ı halka anlattığı sırada Mekke’de okuma yazma bilen kişi sayısı Balazuri’ye göre, sadece 17 idi. Peygamberin de bunların arasında olup olmadığı tartışma konusu. İslam uygarlığı ise ürünlerini Hazreti Muhammed’den sonra vermiş. İslam tarihinin en acıklı sorunu, her dönemde hadis uyduranların Peygamberin ağzından sahte hadis uydurarak, İslam şeriatına sokmalarıdır. Bu durumun farkına varıldığı zaman ‘Hadis-i Sahih’ kavramı gelişmiş ve şeriat adına çok yalan uydurulduğu ortaya çıkmıştır.

Gelişmiş dünyanın ortağı olmak

Biz sade İslam dünyasının değil, uygarlığı bilim ve teknolojiye oturmuş gelişmiş dünyanın ortağı olmak zorundayız. Bugün sanayi devrimi yapmış bir İslam yok. Uygarlık tanımı da yok. Osmanlı devleti bu aralığı kapamak için 18. yüzyıldan bu yana, başarısız da olsa çaba sarf etti. Osmanlı dönemi çok uzun ve başarısız, kısa Cumhuriyet dönemi ise başarılıdır.

Fakat 1950’den bu yana Batı’nın bir buçuk milyar Müslümanı, sömürge olmasa bile ekonomik köle yapmak amacından kurtulamazsak, çağdaş uygar olma hedefini gerçekleştiremeyiz. Ülkeler için çağdaş uygarlık tanımı bugünden başlar. Bunların gerçekten en büyüğü ve süreklisi Çin uygarlığıdır. Kanımca bu uygarlık, modern Çinlinin yaşamına da bir şey katıyor. Amerikalı Lin Yutang’ın ‘Yaşamın Önemi’ adlı kitabını okuduğum zaman bunu görmüştüm. Lao Tzu’nun Tao Te Ching’ini Türkçe’ye çevirerek öğrendiğim bir Çin doktrinini Türk halkına sundum.

Bugün ulaştığım ve savunduğum köktenci uygarlık tanımı Avrupalıdır. Fatih’ten bu yana ortak olmaya çalıştığımız, çağdaş insan düşüncesinin ve duyarlığının yaşam, doğa ve evren bağlamında ulaştığı düzey, Avrupa uygarlığının temelidir. Paris’te yaşayan Hristiyan, Müslüman, Yahudi, Çingene aynı uygarlığın mensuplarıdır.

Bu tanım “herkes çağdaş uygardır, ya da uygardır” anlamına gelmiyor. İnsanlık, hiçbir çağda homojen davranışlara sahip olmadı. İnsan, ortak yaşamın koşullarına uymak zorunda olduğu için, Mercedes arabasında gözü kara dolaşan bir serseri ile Beethoven’in Dokuzuncu Senfonisini dinleyen arasında uygarlık açısından bir ilişki yok.

Barışçı üretim çabası

Dünyanın milyarları aynı uygarlık aşamalarında yaşayamıyor. Uygarlık dediğimiz yücelmiş, barışçı bir üretme çabası. Bugün bilim, sanat, felsefe ve teknolojide geçmiş zamanlarla karşılaştırılamayacak bir yaşam ortamı tanımlanmış. Tek tek, az sayıda insana ve insanların küçük bir grubuna ulaşıyor. Fakat otomobili, yatı, çamaşır makinesi olduğu için insan uygar olmuyor.

Bu uygarlığın öğeleri satın alınamıyor. Tanımlanıyor, fakat vitrinlerde yok. Hepimiz çağdaş konforu istiyoruz. Fakat insan düşüncesinin yarattığı uygarlık düzeyinin altında yaşıyoruz. Çin’de 50 milyon klasik piyano öğrencisinin varlığı bu hızın ve homojenleşmenin varlığını kanıtlıyor. Fakat bütün bu gelişmenin, yaratıkların en canavarı olan insan aklının kötü yarısının da toplumları bataklığa çektiğini de biliyoruz. Binlerce yıl önce Aristo’yu yaratan insan toplumu, bugün Putin ve Trump’ı ve benzerlerini yaratıyor. Daha önce de yaratmıştı.

Bilim insanları insanlığın kaotik yapısının akıllı yapısından daha güçlü olduğunu ve kendi yaşamını tehlikeye soktuğunu söylüyorlar. En eski uygar toplumu kuran Çinliler, yaşamın Kaos (Yang) ile Düzen (Yin) arasındaki dengenin varlığına bağlı olduğunu söylemişlerdi.

Kötünün olduğu yerde iyi, iyinin olduğu yerde de kötü ortak bir yaşam sürer. İnsanoğlunun davranışsal yapısı çelişkilidir. Uygarlığa, iyinin egemen olduğu bir dünyada ulaşılabilir. Ama kötüyü dışlamak da bir hayaldir. İnsanlığın hayvanlardan üstün olduğunun farkına vardığı çağlarda iyi-kötü ikilemi, insan toplumunun idaresine yetiyordu. Bugün bir üçüncü faktör var: Bilim ve teknoloji.

Bu insanların tümüne yaşamın içinden çıkılmaz parametrelerini dikte ettiriyor.

Doğan Kuban

Bu yazı HBT'nin 113. sayısında yayınlanmıştır.

Doğan Kuban