9 milyar kilometre öteye, 7 yılda…

Edip Emil Öymen
9 milyar kilometre öteye, 7 yılda…

Bir jumbo jet 747 uçağı, yolcu yerine 17 tonluk bir teleskop taşıyacak gözlem evine dönüştürüldü. Amerikan Uzay ve Havacılık Dairesi (NASA), Alman Uzay Kurumu (DLR), Kaliforniya Üniversitesi/Davis ortak projesine göre teleskoplu uçakla bilimciler, yerden 12 bin metre yukarıda dolanarak uzayı araştıracaklar. Geçen ay ilk kez özlem uçuşuna çıkan uçağın yeni adı SOPHIA: Stratosfer Kızılötesi Astronomi Gözlemevi (Stratosphere Observatory for Infrared Astronomy). Amaç, uzaydaki oluşumların görüntü fotoğrafını çekmek yerine, bu oluşumların yaydığı kızılötesi ısı dalgalarının fotoğrafını çekmek. Teleskop, uçağın kuyruk kısmına doğru yapılan bir bölmeye yerleştirildi. Uçağın sarsıntısından etkilenmemesi için jiroskop bağlantılı hidrostatik bir “yatağa” oturtuldu. Teleskopu sağa sola baktırmak için uçağın 20-30 dakikada sadece 1 derece yön değiştirmesi gerekecek. Ama teleskopu yukarıya ve aşağıya oynatmak mümkün.

Bilim için sürekli inovasyon

Dünya yüzeyinden uzaya bakmak gitgide zorlaşıyor. Atmosferde hava ve ışık kirliliği, nem pürüzsüz görüşe hep engel. Bu sorunu aşmak için Hubble Teleskopu gönderilmişti. Halen çalışıyor. Ama oraya gittiği 1990 yılının teknolojisine takılı kaldı. Sistemi yenilemek mümkün değil. Oysa SOPHIA’daki teleskop, uçup gidip, sonra yere konan bir uçakta. Bu sayede sürekli bakımı yapılabilir. Yeni cihazlar eklenebilir. Uzayı daha iyi anlamaya yarayacak inovasyon mümkün olur. Zaten uçağa monte edilen teleskop tamamen bir süper inovasyon örneği: Kuyruk kısmına, teleskopun bulunduğu bölmenin dışına, uçağın gövdesinden bir kapı daha yapıldı. Uçak, gözlem yüksekliğine ulaşınca bu kapı açılıyor. Uçak içindeki basıncın düşmemesi, açılan kapının aerodinamik sorun yaratmaması sağlandı: Bunların hepsi yıllar süren Ar-Ge ve inovasyonla mümkün oldu. Uçağın “kapısı açık şekilde” yerden 12 bin metre yukarda güvenle uçmasını sağlarken, uzay araştırması için veri toplamak. Neden? Çünkü uzayın “nasıl” oluştuğunu daha da çok daha iyi anlamak istiyoruz.


9 milyar kilometre yolculuk

Teleskoplu uçak, Kaliforniya’dan havalandıktan sonra uzay gözlemi için 10 saat süreyle dairesel bir rotada uçuyor. Toplanan veriler aşağıda NASA’nın Silikon Vadisi’ndeki Ames Araştırma Merkezi’ne gidiyor. Geçen ay başlayan uçuşlardan sağlanacak ilk bilgileri bilimciler merakla bekleyecektir. Ama bir başka uzay araştırması daha başladı ki, bunun ilk sonuçlarını almak için 7 yıl beklemek gerekecek: Tam olarak 9 Ocak 2025 günü, biri AB diğeri Japon ürünü iki gözlem aracı Merkür’ün yörüngesine yerleşecek. Ve yayına başlayacaklar. Ama bunu yapabilmek için önce 9 milyar kilometre uçması lazım taşıyıcı kapsülün. Merkür’e “yaklaşınca” kapsülden iki araç çıkacak. Biri Merkür’ün haritalanması, yüzey yapısının anlaşılması için çalışacak. Diğeri manyetik alanını, Güneş rüzgarını ölçmek için.

Merkür ne işe yarar?

Güneş'e en yakın gezegen. Hayat yok. Bizim Ay’dan ufak: Çapı sadece 4 bin 800 kilometre. Güneş çevresinde dönüşü (bize göre) 88 günde tamam. Bu hızlı gezegenin kendi etrafında dönüşü ise fazla yavaş: İki seferde 3 kez. Bu durumda Merkür’de “bir günün süresi” bizdeki 180 güne eşit. Yer çekimi yok gibi. Radyasyon çok. Ama pek yoğun demir yüklü. AB (ESA) ile Japon Uzay Kurumu JAXA, böyle bir yere 2 milyar dolar harcayarak, 7 yıl sürecek bir araştırmaya kalkıştı çünkü Merkür’ün neden ve nasıl oluştuğunu anlayarak, İnsanlığın 10 bin yıldır “Yukarda ne var?” sorusuna daha iyi bir cevap bulmak istiyorlar.

Güneşte yanmamak için

Merkür’e yollanan araç buradan oraya düz bir çizgide gitmeyecek. Önce Dünya’nın etrafında dönecek, sonra Venüs’ün etrafında (16 Ekim 2020 - 11 Ağustos 2021 arasında). Güneş’in çekimine kapılıp içine düşmesin diye hızı sürekli azaltılacak. 2 Ekim 2021’den itibaren Merkür’ün çevresinde 6 kez daha dönmesi gerekiyor. 1970’lerde Merkür’ün ilk görüntüsünü Mariner, sonra Messenger 2011-2015’te çekmişti. İtalyan uzay bilimci Giuseppe Colombo’nun “şirin kısa adı” verilen BepiColombo gözlemi, bilimcilere muazzam “büyük veri” sunacak.

Emil Edip Öymen

*Bu yazı 21.12.2108 tarihli Dünya gazetesinde yayınlandı.  

 

 


Edip Emil Öymen