Turizm denilince sadece turist sayısını, deniz, güneş, tarih, yemek anlayanların “anlayamayacağı” kadar ince ayar bir proje İngiltere’de uygulanıyor: Ülkedeki 6 resim müzesinde dünya çapında eserlerin arasına, en az o eserler ayarında “sahte tablolar” yerleştirdiler. SkyArts adlı özel tv kanalı, herkesi bu sahte eserleri saptamaya davet etti. 2 Temmuz-1 Ağustos arasında bunları bulan ilk 10 kişi SkyArts’ta tanıtılacak. İlk bulana 5 bin Sterlin (20 bin TL) değerinde gerçek bir tablo hediye edilecek.
SkyArts, milleti güzel sanatlara, kültüre, “yarışma programı” kıvamında meraklandırırken bir taşla kaç kuş vuruyor? Sanat turizmini hareketlendirmek için şimdiye kadar düşünülmemiş yenilikçi bir girişim... Turizmin en yoğunlaştığı bu aylarda turiste pasif değil, aktif bir müze/sergi etkinliği sunmak... Böylece İngiliz müzeciliği ve sanat sunumu hakkında dünya çapında haber ve yorum fırsatı yaratmak... Kısacası: Turizmi teşvik adına, alışılmışla değil, taze bir buluşçulukla hareket etmek.
Buraya kadar, madalyonun bir yüzü. Ama madalyonun öteki yüzüne baktığımızda sahteciliğin, gündelik yaşamda nasıl “yeni normal” haline geldiğini düşünüyoruz. Yediğimiz ekmekten peynirden, sanata siyasete edebiyata, akla gelecek her konuda sahtecilikle içiçeyiz artık. Örneğin, en ileri bilgi toplumları, yalanları gerçek diye yutturabiliyor, elalemin memleketine savaş açıyor. İngiltere’nin, 2003’te Irak’a ABD ve diğer “koalisyon” ülkeleriyle birlikte nasıl yalan-dolanla girdiğini, oranın ne hale geldiğini inceleyen 2.5 milyon kelimelik dev ötesi rapor geçen hafta açıklandı. Eski başbakan Blair, üzgün pozlarda ah-vah dedi. Ama iş işten geçtikten sonra. 2003’te bir sahtecilik olduğu anlaşılıyordu ama resmen bilinmiyordu.
“Sahte gerekçeyle savaş” analizinin yayınlandığı sırada İngiliz müzelerinin sahte tablo bulma yarışması elbette rastlantı. Ama çok manidar bir rastlantı. Çünkü sahtecilik, artık hem sıradan, hem “yeni normal”, hem gerçek bir sanayi dalı.
OECD’nin Taklit ve Korsan Ürünler Ticareti (Trade in Counterfeit and Pirated Goods) Raporuna göre Türkiye, Çin’den sonra dünyada en çok sahte ürün üreten ikinci ülke. Ama Çin’in % 63.2 payı o kadar büyük ki, Türkiye’nin % 3.3’ü azıcık kalıyor. Sahtecilikten en çok zarar gören ülkeler sırayla ABD, İtalya, Fransa diye gidiyor. (Çin’in sanat sahteciliğinin öyküsü, haftaya burada...)
Dünyada ithal edilen sahte ürünlerin değeri 2013’te 461 milyar Dolar oldu. Dünya ticareti 17.9 trilyon Dolar ama, bunun % 2.5’unu sahte ürünler oluşturuyor.
Ülkemizde ticari marka haklarının korunması amacıyla çalışan Marka Koruma Grubu’nun hesabına göre, Türkiye’de üretilenlere ek olarak, ithalat veya diğer yollarla ülkemize giren korsan ve taklit ürünlerin piyasası 17.2 milyar Dolara ulaşıyor. Bizim “yerli” üretimin büyüklüğü ise 5.4 milyar Dolar.
AB’nin Türkiye İlerleme Raporu 2015’te bu konuda diyor ki: “Resen veya şikayete dayalı büyük ölçekli polis baskınlarına rağmen, taklitçilik ve korsan ürünler halen yaygındır ve bu durum kamu sağlığına, tüketici korumasına ve kayıtlı ekonomiye zarar vermektedir. Gümrüklerde hakların korunması birlik mevzuatı ile daha da uyumlu hale getirilmelidir. Fikri mülkiyet haklarının etkin korunması hakkında daha güçlü politik iradeye ihtiyaç bulunmaktadır.” (7 numaralı Fikri Mülkiyet Hukuku Bölümü)
Bu, bilişim sektörünün de sorunu. Türkiye’de kullanılan korsan yazılımların oranı % 60, değeri 506 milyon Dolar tahmin ediliyor (BSA Küresel Yazılım Araştırması 2015).
Uluslararası Fikri Mülkiyet İndeksi’ne göre Türkiye’nin ortalama notu, 30 üzerinden 12.38. Ülkemizde sahtecilik, korsan yazılım ve donanım kullanımının yüksek oluşu, mücadelenin yetersizliği, yatırım indekslerinde Türkiye’nin puanını düşüren önemli bir etken.