Veri merkezi yerine DNA kullansak?

Edip Emil Öymen
Veri merkezi yerine DNA kullansak?

Windows95 kullanan bilgisayar kalmadı. Çünkü Microsoft, 31 Aralık 2001’den itibaren Windows95’i “geçersiz” ilan etti. Modası geçmişti. Yenisi vardı artık. Ama kısa sürede o yeni de eskidi. Windows95’in “ilk” CD’leri, sonraki Windows programlarında okunamıyor. Windows98 yazılımına ise teknik destek 11 Temmuz 2006’da kesildi. Sonra sıradaki WindowsXP için de aynı şey oldu. 12 yıl kullanılan XP’ye teknik destek 8 Nisan 2014’te bitti. Hâlâ bu programa ayarlı bilgisayarı olanlar için XP, “tarih öncesi” bir teknoloji. Ve sonra gelen her yeni Windows programı, bir süre sonra kullanımdan kalktı.

Bugünkü yazılımlar da bir süre sonra “eski” ve “geçersiz” ilan edilince bugünkü kayıtları da yeni bilgisayarlarda okuyamayacağız.

Sorun sadece bir Amerikan şirketinin pazarlama stratejisini dünyaya dayatmasından ibaret değil: Teknolojik gelişme nedeniyle kaset, videoteyp gibi “dijital öncesi” cihazlar bugün çöp. 1990’ların sert veya yumuşak bellek disketlerini de bugünkü teknolojiyle okuyamıyoruz. Çok yakın bir gelecekte, hafıza kartı/USB de tarihe karışacak. Yerini başka bir teknoloji alacak.


Oysa, insanoğlunun yazıyı bulmasından bu yana kaydettiği her şey, eğer “iyi” saklandıysa bugüne kaldı. Kaç bin yılın Sümer, Akad, Hitit tabletlerini, Mısır hiyerogliflerini uzmanlar okuyabilir. Gütenberg’in ilk baskılarını, Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesi’ni, İbrahim Müteferrika’nın 1720’lerde yayınladığı ilk Osmanlıca kitapları uzmanları yine okuyabilir. Çünkü bunlar baskı.

Ama dijital her türlü kayıt, eğer “yeni yazılıma” uydurulmazsa, antik çağdan çok daha kısa sürede kaybolmaya mahkum.

Kağıt da durduğu yerde solup sararıyor. Ama yine de dayanıklı. İlk yazının keşfinden bu yana kayıtlı yaşayan insanlığı, kayıtlarını bilgisayardan okuyamama tehlikesi bekliyor. Bu, bilgi toplumu niteliği kazanmış ülkeler için bir kültür mirası sorunu. Bu sorunu dile getiren bir Türk yazar ile bir Türk fotoğrafçının yakınmalarını aşağıdaki uzun paragraflarda bulacaksınız şimdi:

Gündüz Vassaf: Yazar, düşünür

Babam Ethem Vassaf, son yılları ABD'de olmak üzere 50 yıla yakın psikiyatrist olarak çalıştı.Tıbbın diğer alanlarına göre, psikiyatride bireyin anlattıklarıyla dünyasının derinliklerine girildiğinden, doktorun tuttuğu vaka notları, örneğin bir apandisit olayının tıbbi tutanaklarından daha değişken ve kapsamlı.

Babam öldükten sonra annem onun hayatıyla ilgili birçok şeyi toplayıp albümler hazırlamış. Zaman zaman yaptığım gibi, geçen gün bunlardan birisini gözden geçirirken, bir zarfın içinden mavi renkte, şeffaf, bükülebilir nitelikte, günümüzün CD'lerine benzeyen disketlerle karşılaştım. Zarfın üstünde, annemin el yazısıyla not “Ethem'in son hastasıyla ilgili bilgiler” diyordu. Aşina olmadığım bu teknolojiyi, demek 1960'larda ABD'de doktorlar, hastalarının kayıtlarını tutmak için kullanıyordu.

Bende hiç kaydı olmayan babamın sesini duyma özlemiyle, ABD'nin önde gelen tıp merkezlerinden biri olan Boston'da hastaneleri dolandım. Hiçbirinde, bırakın elimdeki nesneyi dinletebilecek cihaz olmasını, ilgililer, sanki uzaydan gelmiş bir nesneye bakıyordu.

İleride bir gün 1960'lı yıllarda sadece psikiyatristlerin değil, diğer doktorların da tuttukları kayıtlardan yola çıkıp araştırma yapmak isteyen tarihçi, teknolojik engellerden ötürü bu bilgilere ulaşamayacak.

Bir dönemin hastalarla ilgili bilgileri, Rosetta taşı bulunana kadar çözülemeyen Mısırlıların dili gibi anlaşılmaz olacak. Belki, CIA, FBI gibi kuruluşlarda bu bilgileri çözebilecek cihazlar bulunacaktır, ama her halükârda geçmişe ulaşmak hiç de kolay olmayacak.

Sorun, 5 bin yıllık yazı ve matbaa geçmişimizden sonra, ömrümüz boyunca bile, birini bırakıp yenisini kullandığımız geçici teknolojilerin, ileride erişilemez, anlaşılamaz olmasından da ibaret değil. Tarihçilerin elindeki en dayanıklı kayıt malzemesi hâlâ Mezopotamya'da ilk yazılarımız için Sümerlilerin kullandıkları tabletler. Papirüs kilden, kâğıt papirüsten daha az dayanıklı. Çoğu kitap ve gazetelerimizde kullandığımız ucuz kağıdın ömrü belki yüz yıl bile değil. Sümerlerin kil tabletlerini hâlâ okuyabilirken, bugün kullandıklarımız, bırakın gelecek kuşak tarihçileri tarafından anlaşılmasını, biz bile ölmeden yok oluyor.

Tarihimizin ilk bilgi kayıt malzemelerinin kalıcı olmasına özen gösteriliyordu. Yeni teknolojilerle kaydettiğimiz romanlarımız, şiirlerimiz buza yazılan yazı gibi. Kaybolan kendi sesimiz. (Radikal, 07.01.2007)

Ergun Çağatay: Fotoğraf sanatçısı

Şimdi sayıları çok az da olsa, yeni teknolojiyi kullanarak, hala “klasik” anlamda fotoğraf çekmeye çalışanlar var. Ama onların çektikleri fotoğrafların bile gelecek kuşaklara kalıp kalmayacağı konusunda ciddi kuşkularım var. Ayrıca, kalabilenlerin çok çok az sayıda olacağına inanıyorum: Çünkü, bugünün dijital teknolojisiyle çekilen her karenin, gelecek kuşaklara kadar uzanması için, sürekli gelişen teknolojiyle sürekli uyumlu biçimde yeniden kopyalanması gerekiyor. Analog ses ve görüntü kasetlerini bugün izleyecek cihaz kalmadı. Bunları CD veya başka elektronik ortama aktarmayanların, bu eski kayıtları izlemesi mümkün değil. Hatta zaman içinde CD izleyecek cihaz da kalmayacak. Kısacası, teknolojik yenilemesi yapılmayan fotoğraflar ve kayıtlar, elektronik çöplüğünde kaçınılmaz sonuçla yok olacak. Bunun milyarlar milyarlarca olacağına inanıyorum. İnsanlığın görsel belleği (hafızası) saklanamayacak. Gelecek kuşaklara aktarılamayacak.

Bu sergideki fotoğraflar, dijital öncesi analog çağda çekilen, bazıları klasik anlamda, bazıları ise “ölüme çeyrek kala” çekilen gerçek fotoğrafların son karelerdir. Gerçek tarihtir… (Radikal, 08.10.2014).

[Ara not: Eczacıbaşı Topluluğu, Şubat 2018’de 81 yaşında ölen Ergun Çağatay’ın 50 yıllık arşivindeki -hepsi analog çekilmiş- eserlerinden bir seçkiyi “Fotoğraf Sanatçıları Dizisi”nin 9. kitabı olarak yayınladı.]

Müzik albümüne DNA bellek

Veri saklama gereği -hele 5G ile birlikte- çok çok daha hızla artacak. Çünkü her şeylerin interneti şimdikinden gayet büyük hızla ve miktarda veri üretecek. Bunları saklamak için daha fazla, daha büyük veri merkezleri gerekiyor.

Saklamaya çare olarak acaba DNA kullanılabilir mi? Evet, yanlış okumadınız: Bütün canlıların her hücresindeki “var oluş” programı DNA. DNA, canlı öldükten sonra da kaybolmuyor. Bu özelliği sayesinde, “kaybolmayacak” bellek olabilir mi?

Bilim kurgu gibi görünen bu fikir, şimdi çeşitli laboratuvarların çalışma konusu. Sentetik DNA üreticisi startup’lar var. Üretim maliyetini düşüre düşüre ilerliyorlar.

Bu yepyeni alanda bir de şöyle bir haber:

1998’de Massive Attack müzik grubunun internetten ilk kez ücretsiz yayınladığı Mezzanine albümünün 20’inci yıldönümü nedeniyle albüm, bu kez sentetik DNA “kodlu” olarak yayınlandı. Ama şöyle bir “yayın” bu: Bir sprey kutusu içinde siyah boya içersine gömülü sentetik DNA şeklinde.

Müzik grubu, bu konuda dünyanın önde gelen bilim merkezlerinden Zürih ETH (Einstein’in önce öğrenci, sonra 1912-14 döneminde hoca olduğu teknik üniversite) profesörü Robert Grass’ın Fonksiyonel Materyal Laboratuvarı ile işbirliği yaptı.

Sentetik DNA’nın nasıl yapıldığı, müziğin DNA’ya nasıl dönüştürüldüğü, boyanın içine nasıl katıldığı gibi “aklı aşan” durumları BBC’nin teknoloji programı Click 16 Şubat’ta yayınladı.

Bu yepyeni yenilikçiliğin nasıl yapıldığını anlatmaya “çalışmak”, haftaya kalıyor...

Edip Emil Öymen


Edip Emil Öymen