Bir kaç hafta önce aşıları konu alan yazıma gösterdiğiniz ilgiye teşekkür ederim. Yazımda şunları yazmıştım.
“Bu aşı karşıtlığı tartışmasının temel nedeni belli ki grip aşıları. Çünkü grip aşılarının koruyuculuk oranları tartışmalı. Ama tartışma bu noktada kalmıyor, çocuk felcinden, hepatit aşısına, tüm aşılar zan altına giriyor. Tartışma bununla da bitmiyor, bilimi kirletenlerin yerine bilimin kendisi tartışılmaya başlıyor. Tartışmayı tapınak şövalyeleri, Rockefeller düzeyine indirdiğinizde – bu etkiyi küçümseyen biri değilim – vardığınız nokta koca bir “bilim dışılık” oluyor..”
Geçen süre içinde birçok kişi bana neden “grip aşıları” bu işin merkezinde diye sordu, benim için de grip aşılarından bahsetmek şart oldu. Çünkü grip aşıları üzerindeki kuşkular, diğer aşılara ve bilime inanca doğru yayılabiliyor.
Bilim yolundan ayrılmadan sorunu doğru ortaya koymak gerekir.
Grip önemli bir sağlık sorunu. Dünya Sağlık Örgütü, tüm dünyada her yıl 3-5 milyon hastane yatışı gerektiren ciddi grip olgusu ve 300.000-500.000 arası gribe bağlı ölüm olduğunu rapor ediyor. Sadece Amerika’da gribe bağlı ölümlerin sayısı geçen yıl 80.000 civarındaydı.
Grip aşılarında tartışılması gereken en önemli konular aşının değişken etkinliği, koruyuculuk yüzdeleri ve ilaç sektörünün rolü.
Öncelikle şunu belirteyim, aşıların koruyuculuk oranları her yıl değişiyor. Koruyuculuk oranlarındaki değişikliklerin nedeni o yıl hangi virüs tipinin salgına yol açacağını önceden kesin bilemiyor olmak.
Grip aşılarının hazırlanması için en az 6 ay süre gerekiyor. Bu yüzden grip aşıları, grip mevsimi başlamadan önce genellikle gelecek mevsimde salgın yapma ihtimali en yüksek virüs tipleri tahmin edilerek üretiliyor.
Ayrıca grip virüsleri stabil değil ve sürekli olarak mutasyona uğruyorlar.
Eğer salgın yapma ihtimali olan virüsler doğru tahmin edilemezse grip aşısının etkinliği o yıl için düşük oluyor. Doğru tahmin edilse bile virüs salgın sırasında mutasyona uğrayabileceğinden yine koruma oranları düşebiliyor.
Örneğin 2014-2015 yılında kullanılan grip aşısı o yıl salgına yol açan virüs tipi ile eşleşmediğinden aşının koruyuculuk oranı sadece yüzde 13’de kaldı.
Geçtiğimiz yıl üretilen aşının koruyuculuk oranı yüzde 40 civarındaydı. Eğer virüs türleri aşılar hazırlanırken doğru tahmin edilirse koruyuculuk oranı yüzde 60’lara kadar yükselebiliyor. Ancak daha yüksek koruma oranlarına ulaşmak günümüzde pek mümkün görünmüyor.
Yani grip aşısı bizi gripten yüzde 100 korumuyor ve dananın kuyruğu da burada kopuyor.
Grip aşısı yaptıracak kişinin bu durumdan bilgisi olması gerekir. Ancak bu bilgiye sahip bir kişi “ben aşı yaptırdım yine de hasta oldum, hatta daha beter hasta oldum” benzeri saptamaların ne anlama geldiğini anlayabilir.
Konuyu bireysel olarak değil, genel halk sağlığı açısından değerlendirmek gereklidir.
2010 yılında yapılan bir meta-analiz çalışmasında, grip aşıları ile ilişkili yapılmış 50 farklı çalışmanın verileri değerlendirilmiş ve grip aşısı olanlarda gribe yakalanma sıklığının yüzde 1.2, aşı yaptırmayanlarda ise yüzde 3.9 olduğu bulunmuş. Yani her 37 kişiyi aşıladığınızda ancak 1 kişinin gribe yakalanmasına engel olabiliyorsunuz.
Bu oranlara bakıp grip aşısının pek işe yaramadığını düşünebilirsiniz ancak toplum sağlığı açısından bakarsanız bu fark önemsiz değildir. Milyonlarca kişiyi göz önüne aldığınızda “her 37 kişiden biri” çok önemli bir sayıdır.
Grip olanların iş gücü kayıpları, hastane masrafları filan derseniz sağlık ekonomisi açısından aşılamanın bir önemi olduğu ortadadır. Yani aşılamazsanız, aşılara harcanan paralardan çok daha fazlasını harcamak zorunda kalabilirsiniz.
Ancak tartışmayı böyle noktalamak yeterli değildir.
Burada aşı karşıtlarının işaret ettiği ilaç endüstrisinin temel olarak kar amacı güden bir sektör olduğu gerçeğini de hesaba katmak gerekir.
Devam edeceğim...
Mustafa Çetiner / dr.m.cetiner@gmail.com
Bu yazı HBT'nin 195. sayısında yayınlanmıştır.