Ölmek mi zor, kalmak mı?

Mustafa Çetiner
Ölmek mi zor, kalmak mı?

Hafta sonu Kayseri’deydim, baba ocağında...

Babam 90 yaşına bastı, annem 80 oldu, yıllar yılları kovaladı, gözümün önünde iki yaşlı insan haline geldiler.

Onları her gördüğümde şaşırıyorum, her yeniden görüşüm aklımın köşesinde kalmış anılarıma birer ihanet sanki. Bir şey olmaz onlara sanırdım, ama oluyor işte. Aslında hepimize oluyor.


Günler hepimizin yaşamından birer birer eksiliyor ve biz herkesi bekleyen o sona doğru yol alıyoruz.

Bu pazar günü YouTube kanalımda özellikle artık umudu kalmamış kanser hastalarının yaşam sonu yönetimi ile ilgili bir video yayınladım, gelen tepkiler ilginçti. Ama ikisinin altını çizmek istiyorum.

İlki videolarımı çeken ve kurgulayan Golgi yapımın ortağı sevgili arkadaşım Emrah’ın videonun altına bıraktığı nottu. Alıntı mıydı bilmiyorum.

“Ölüm en büyük tehlike olduğu sürece, yaşamdan bir şeyler beklenir, ama diğer tehlikenin sonsuzluğu keşfedildiği zaman, ölüm için umut beslenir. Ve ölüm umut olduğu sürece tehlike büyüdüğü zaman, umutsuzluk ölememenin neden olduğu umutsuzluktur.”

Karmaşık bir cümle gibi görünüyor ama değil. Eğer yaşamınız artık yaşanamaz hale geldiyse asıl umutsuzluk ölememektir belki de.

Diğeri ise ismini paylaşmayacağım bir arkadaşımdan geldi. Şöyle yazmış.

“... Sanırım ölüm bilinci, biz insanların zihinsel evrimi açısından büyük bir engel. Yaşamın sonlu olduğunu kavrayan insan ölmemek adına türlü anlamlı ve anlamsız uğraşılara soyunmuştur. Siz de bilirsiniz, sonuçta beynimiz ölmemek üzerine kurulu bir güdüsel yapıya sahiptir. Bunun en somut örneği belki de kortikal olarak ölmek isteyen bir kişiyi ansızın tutup camdan atmaya çalıştığınızda bir yerlere tutunmaya çalışmasıdır.

Peki, videoda söylediğiniz gibi ölüm gerçeği bir sorun mudur..? Bence ölüm bir sorun asla değildir. Ölüm, yaşama amaç katan yegane unsurdur ve ölmüyor olsaydık yaşamımızı da önemsemezdik. Bu yüzden, belki de, ölüme matem ile değil ama sevinç ile yaklaşmamız gerekiyor...”

Aslında belki de temel sorun ne zaman öleceğimiz veya nasıl öleceğimiz değil, temel sorun nasıl yaşayacağımız.

Havaalanında gazetelere, web sayfalarına baktım, etrafta konuşulanlara, insanların birbirlerine söylediklerine kulak kabarttım.

Hep aynı sözcükler, aynı konuşmalar, aynı süslü, cafcaflı içi boş laflar, benzer metaforlar, yanıtları belirlenmiş sorular, kızgınlıklar, telaşlar, öfkeler.

Okuduklarım, duyduklarım hep aynı. Hepsi “ben bilirim”, “biz biliriz” veya “biz hükmederiz” pozlarının altındaki ölümsüzlük sevdaları.

Yıpranmış, içi boş, bulantı yaratan, harap sözcükler...

Gerçek ne?

Gerçek olan emekten, iyilikten yana olmak, haklı olmak, biliyor ve farkında olmak, ölümlü dünyada iz bırakmaya çalışmak, iyi hatırlanmak, anlamaya çalışmak, öğrenmek, yaşamdan keyif almaya çalışmak...

Peki bunlar da pek süslü değil mi, diğerleri gibi...

Evet bunlarda fazla cafcaflı.

Öyleyse nasıl anlatılır gerçek olan?

Bu kirlenmişliklerin orta yerinde içinize akan gözyaşları, sevinçler, sevgiler kelime bulamıyor yeryüzüne çıkacak.

Tüm sözcükler kirli, sırnaşık ve boş geliyor.

O zaman susmak gerekir, anne ve babamın karşısında onları seyrederken yaptığım gibi gibi.

Oğuz Atay diyor ki;

“Çok şey var anlatacak. O yüzden sustum. Birini söylesem diğeri yarım kalacaktı. Sen duydun mu sustuklarımı?”

Mustafa Çetiner / [email protected]

Bu yazı HBT'nin 120. sayısında yayınlanmıştır.

Mustafa Çetiner

Prof. Dr. Mustafa Çetiner 1964 yılında Kayseri'de doğdu. Halen Acıbadem Sağlık Grubu Maslak Hastanesi'nde İç Hastalıkları, Hematoloji Bölümü'nde görev yapmaktadır. Hekimliği ve öğretim üyeliği yanında Popüler bilim, etik, tıp ve tıp tarihi konularında kaleme aldığı güncel yazılarıyla tanınır.