Yalan üzerine…

Mustafa Çetiner
Yalan üzerine…

İnsan neden yalan söyler?

Tüm dünyada büyük bir yalan yağmuru varken, ülkemizde bu yağmur sele dönüşmüşken, sıradanlaşmış, iyice kötüleşmiş, çirkinleşmişken yalan üzerine yazmadan olmaz.

Kanımca patolojik anlamda yalan söylemenin ilk nedeni, yalan söylemenin yerel ve kültürel etkiyle büyük bir ayıp gibi görülmemesi ve insanların yalan söyleyerek emeksizce sonuç alabileceklerini hissetmeleri.


Her insan yalan söyler, bunun aksi iddia edilemez ama yukarıda andığım topluluklarda yalan söyleme hastalığı patolojik ve çoğu kere yıkıcı biçimde yaygın.

Bu toplumlarda yalan, hele bir de farklı renklere ve düşüncelere aman verilmiyorsa, yani yalancılara “sen yalancısın” diyebilme özgürlüğü yoksa, alt üst ilişkilerinde üstte olanın elinde ölümcül bir silaha dönüşebiliyor.

Sonuçta “ne kadar kandırırsam o kadar iyi, inanmayan inanmasın boş ver, inananlar bana yeter, işimize bakalım” düşüncesi bir salgın gibi yayılıyor, özlemle hatırladığım ve artık eskiye ait olan “utanma duygusu” yok oluyor.

Buradaki temel sorun sadece yalan söylemek değil, daha önemlisi insanların gerçekle olan ilişkilerinin kesilmesi. Sonra kimseye yararı olmayan, yalancıya “sen yalancısın” deme savaşı başlıyor. Boşa harcanan emek ve zaman. Bu savaşın sonunda hemen her zaman “sen yalancısın” diyen tartışmanın bir yerinde havlu atıyor. Tıpkı ünlü deyişte olduğu gibi; “Bir domuzla asla kavga etmeyiniz. İkinize de çamur bulaşır. Ne var ki domuz bundan hoşlanır.” CToplumsal grupların ortaklaşa söyledikleri pervasız yalanlar ise çoğu kez abartılmış bir kibirle ilişkili oluyor. Bu kibir şöyle özetlenebilir; “Gerçek ne olursa olsun, peşinen ve önden söyleyelim; biz ne dersek gerçek o, sizler bizim haksız olduğumuzu söyleyebilecek değerde birileri değilsiniz”.

Bireysel olarak bakıldığında patolojik yalan söyleyenlerin önemli bir bölümünün narsistik kişilik bozukluğu olan kişiler olduğunu görüyoruz.

Patolojik yalancılığın eminim başka psikiyatrik sebepleri vardır ama narsist yalancıların çevresindekilere de zararı büyük.

Narsistlerin temel eksikliği sevgisiz olmaları ve kendilerini karşısındakilerin yerine koymakta yaşadıkları güçlüktür. Narsistik kişilik bozukluğu olanların gerçekle bir ilgileri yoktur, ilgilendikleri ruhlarını oburca doyurabilmek, kendi söylediklerinin çevrelerinde yarattığı etkiyi hissetmek ve kişisel kazanımlardır. Ben merkezciliğin ve empati yoksunluğunun zirvesidir narsizm, bu kadar “ben merkezci” bir akıl bozukluğunda “yalan” söylemekten daha güzel bir araç olur mu?

Narsistlerin kendini mükemmel görmek, sadece kendini düşünmek, başkalarını hiç umursamamak, başkaları tarafından yargılanmaya karşı abartılı tepki göstermek gibi temel özellikleri var. Bu özelliklere sahip birinin “yalan” söylenmeden durması çok zor değil mi?

Narsistik kişilik bozukluğunun temelinde, sahip olunan değerlerin ve gücün abartılması ve gerçek dışı biçimde algılanması yatıyor. Bu kişilerin yalan söylemelerine şaşırmak olur mu?

Bu kişiler için genellikle yüksek bir özgüven, abartılı biçimde herkese ve her şeye hakim olduğu algısı yaratmak önemli oluyor. Bunun için olmayan şeyleri varmış gibi söylemeleri, işlerine ve doymaz ruhlarına ne iyi geliyorsa öyle konuşmaları, gerçeğe ve başkalarının söylediklerine kulak tıkamaları normal değil mi? Narsistik kişilik bozukluğu olanlar, diğer insanları ve onların düşüncelerini önemsemediklerinden son derece yüzeysel ve pamuk ipliğine bağlı ilişkiler kuruyorlar. Bu kişilerin yüksek öz saygıları varmış ve sonsuz bir güce sahiplermiş gibi yapmalarına, insani ve derin bir ilişki kuramadıkları izleyenlerine sadece narsistik öz benliklerini doyurmak için “yalan” söylemelerine hayret edilir mi?

Yalan ile doğruyu, ahlaklı olan ile ahlaksız olanı ayıran temel ayraçlar bilgi ve sağduyudur. Aslında sağduyunun gelişimi bile bilgiyle ilişkilidir. Yani temel gereksinim dünyada her şeyde olduğu gibi bilgi ve eğitimdir.

Yalancının mumu yatsıya kadar yanar ama sorgulamayan, belleği zayıf, doğru ile yanlışı ayırmaktan uzak, objektivitesini yitirmiş, birey olamamış insan kütlelerinin arasında yalancının mumunu söndürmek yatsı olduğunda bile kolay değildir.

Mustafa Çetiner / [email protected]

Bu yazı HBT'nin 166. sayısında yayınlanmıştır.

Mustafa Çetiner

Prof. Dr. Mustafa Çetiner 1964 yılında Kayseri'de doğdu. Halen Acıbadem Sağlık Grubu Maslak Hastanesi'nde İç Hastalıkları, Hematoloji Bölümü'nde görev yapmaktadır. Hekimliği ve öğretim üyeliği yanında Popüler bilim, etik, tıp ve tıp tarihi konularında kaleme aldığı güncel yazılarıyla tanınır.