Anton sendromu ve beynin iç tutarlılığı

Özlem Kayım Yıldız
Anton sendromu ve beynin iç tutarlılığı

Körlüğün nadir bir formu olan Anton sendromu ya da Anton-Babinski sendromu, seyrek olmasına karşın, eşlik eden belirtileri nedeniyle ilgi çekici bir klinik tablodur. Körlüğün nedeninin göz ya da optik sinir (görme siniri) değil, beynin en arka ucunda yerleşik oksipital lobdaki görsel korteks hasarı olduğu Anton sendromunda kişi, görme duyusunun yitiminin farkında değildir.

Bu duruma görsel anozognozi denir. Anozognozi, kişinin, sahip olduğu yeti yitiminin farkında olmadığı ve bu yitimi bilinçsiz biçimde inkâr ettiği nörolojik bir belirtidir. Sendromun diğer belirtisi ise bir çeşit bellek bozukluğu olarak tanımlanabilecek konfabulasyondur; kişi, bilinçsiz biçimde uydurulmuş veya yanlış yorumlanmış duysal algılar üretir.

Anton sendromunun tarihte bilinen ilk tanımı Romalı filozof ve politikacı Seneca (M.Ö. 4 - M.S. 65) tarafından yapılmıştır. Seneca, kaleme aldığı Lucilius’a Ahlak Mektupları’ndan birinde karısının kölelerinden biri olan Harpaste’den bahseder. Harpaste aşikâr biçimde kör olmuştur fakat bilinçsizce körlüğünü inkâr etmektedir: “Bilirsin, Harpaste, karımın soytarısı o deli kadın, babadan kalma göreviyle kalmıştır evimde; çünkü ben bu korkunç yaratıklara düşmanımdır... Çok garip ama gerçek sana anlatmak istediğim: Bu deli kadın kör olduğunu anlamıyor ve benim evimin karanlık olduğunu ileri sürerek, kendisini başka yere götürmesini istiyor yöneticisinden ikide bir.” (https://links.lww.com/WNO/A322).


Klinik özellikler tanımlanıyor

Gabriel Anton (1858-1933) ise 19. yüzyılın sonlarında sendromun klinik özelliklerini tanımlayan ve sendroma adını veren nörolog (https://doi.org/10.1007/BF02126945). Anton, beyin korteksinin belirli bölgelerinin hasarları sonucu körlük ve sağırlık geliştiren fakat bu durumun farkında olmayan kişilerdeki klinik tabloyu ve neden olan hasarların nöroanatomisini tanımlamıştır. Yeti yitiminin farkında olunmadığı durumu ifade eden anozognozi terimini ise ilk olarak 1914 yılında Fransız-Polonyalı nörolog Joseph Jules François Felix Babinski (1857-1932) kullanmıştır. Sendrom, bu nedenle Anton-Babinski sendromu olarak bilinmektedir.

Anton-Babinski sendromuna sahip kişiler, görme duyusunu yitirmelerine karşın görüyormuş gibi davranır ve konuşurlar. Buna karşın önlerini göremezler, objelere çarparlar ve yollarını bulamazlar. Etraflarında var olmayan kişileri ve objeleri gördüklerini söylerler. Görememelerinin nedeninin ortamın karanlık olması olduğunu iddia edip görüyormuş gibi davranmaya devam ederler; bu durum, tabloyu kişi için tehlikeli hale getirebilir. Sendromun nedeni görsel merkezi içeren beynin arka ucundaki oksipital lobun iki taraflı hasarıdır: en sık nedenler damar tıkanıklığı ile seyreden inmeler veya kanamalar olsa da başka durumlarda da gelişebilir. Görme duyusunun iletildiği korteksin (Brodmann 17., 18. ve 19. alanlar: birincil ve ikincil görsel korteksler, Brodmann 39. alan: görsel bağlantı bölgesi) hasarının körlüğe yol açması anlaşılabilir ve beklenen bir durum olmakla birlikte anozognozi ve konfabulasyonun yani körlüğü inkâr ve uydurmanın mekanizması tam olarak anlaşılamamıştır.

İnkar nedeni?

Anozognozinin yani inkârın nedeni, olağan durumlarda birbirleriyle bağlantılı olması gereken beyin merkezleri arasındaki kopukluk olabilir. Görsel korteksler ile beynin daha ön kısımlarında (frontal ve parietal loblar) yerleşik olan bilinçli farkındalık sisteminin bağlantısının kopması, körlüğün farkında olunmasını engelleyebilir ya da görsel korteksler ile lisan alanları arasındaki bağlantının kopması kişinin, maruz kaldığı görsel uyaranı doğru biçimde tanımlamasını engelle- yebilir. Konfabulasyonun yani gerçekte olmayan anıların, duyuların anlatılmasının olası nedeni ise duysal girdinin yokluğunun kompanse edilmesi olabilir. Hasar görmüş görsel merkezlerden lisan merkezlerine duysal iletimin yokluğu, konfabulasyona yol açabilir.

Daha kapsamlı bir açıklama ise Küresel Çalışma Alanı Teorisi’nden (Global Workspace Theory) gelir. Bu teoriye göre beyin kortekslerinden gelen duyular, tutarlı bir bilgi taşımaları halinde birbirleriyle yarışarak bir koalisyon oluştururlar. En güçlü koalisyon, “kazanan hepsini alır” dengesi oluşturarak bilgiyi diğer kortikal alanlara iletir, böylelikle bilince yükselen tutarlı bir bilgi akışı sağlanmış olur.

Anton sendromunda görsel merkezler ile diğer korteksler arasındaki bağlantının kopuşu, görsel bir duyunun varlığı ya da yokluğu şeklinde algılanamaz; başka bir deyişle görsel bir girdi hem var hem de yok olabilir. Öte yandan, Anton sendromlu çoğu kişide minimal görsel girdi korunmuş olabilir: Kişi, yalnızca hareket algısına sahip olabilir ya da körgörü denen bilinçsiz minimal görme duyusuna sahip olabilir.

Bu durumda maruz kalınan görsel uyaranın çok küçük bir kısmı bilinçli veya bilinçsiz olarak algılanır ve “kazanan hepsini alır” dengesi ile bilince yükselen yanlış bir görme algısı oluşur. Bu durumun sonucu olarak ise anozognozi ve konfabulasyon gelişir; kişi, gerçekte görmediği halde bilinç düzeyinde bir görme yanılgısı oluşur, bilinçsizce görsel çevresini tanımlar, olmayan bir görsel çevreyi yaratır (https://doi.org/10.3389/fpsyg.2013.00200). Anton sendromu, beynin iç tutarlılığını sürdürebilmek için kendi gerçekliğini yaratabilme potansiyeline sahip olduğunu düşündüren ilginç bir fenomen.

Özlem Kayım Yıldız

*Bu yazı, HBT Dergi 379. sayıda yayınlanmıştır.

Özlem Kayım Yıldız