Gerçek ötesinde yalanla baş etmek

Özlem Kayım Yıldız
Gerçek ötesinde yalanla baş etmek

Misenformasyon (yanlış/yalan bilgiyi bilinçsiz yayma) ve dezenformasyonun (yanlış/yalan bilgiyi bilinçli yayma) gerçeğe baskın geldiği bu gerçek ötesi çağ, aynı zamanda iletişim çağı. Dijital platformlar ve sosyal medya aracılığıyla bilginin (gerçek olan ve gerçek olmayan) küresel ölçekte insanlık tarihinde hiç olmadığı kadar etkin yayıldığı bu çağda, kitlelerin doğru bilgiye ulaşmasının yolunun sansürden geçmediği ve özgür ve bağımsız dijital medya platformlarının susturulmasının demokratik bir sistemle bağdaşmayacağı açık.

‘’Sarı gazeteciliğin’’ ve geleneksel medyaya olan güven kaybının beslediği bu gerçek ötesi ortamda yalan haberlerle nasıl baş edilebilir?

Yalan haberlerin yayılmasının sağlıktan politikaya birçok alanda pratik sonuçları olduğunu biliyoruz. COVID-19 sürecindeki dezenformasyon, olumsuz sağlık davranışları ve bozulmuş ruhsal sağlıkla ilişkiliydi. Amerika Birleşik Devletleri verileri, seçimler öncesinde esas olarak sosyal medya aracılığıyla yayılan yalan haberlerin seçmenlerin karar verme süreci üzerinde önemli etkileri olduğunu gösteriyor. İklim değişikliğinin inkar edilmesinin sonuçlarını görmeye başladık bile.


Yalan haberlerin yayılımını engellemeyi ve çevrimiçi yayılan bilginin doğruluğunu teyit etmeyi amaçlayan oluşumlar yaygın olarak kullanılmakla birlikte, bu oluşumların etkinliği tartışmalı, çünkü maruz kalınan yanlış bilgiyi geriye dönük olarak ortadan kaldırmak güç (https://doi.org/10.1073/pnas.1912440117). Teyit edilmiş bilgiden daha hızlı ve derin biçimde yayılan yalan haberler, bugünümüz ve yarınımız için en büyük tehditlerden biri (https://doi.org/10.1126/science.aap9559).

Hayal gerçek olmadı

On yıllar boyunca dezenformasyon, ‘’bilgi eksikliği modeli’’ ile açıklanmaya çalışıldı. Bu modele göre gerçekler açık ve ulaşılabilir bir biçimde sunulduğunda dezenformasyon ortadan kalkacaktır. Bununla birlikte bu model, dezenformasyon sürecinin sosyal ve bilişsel boyutunu gözden kaçırmaktadır. Yalan haberlerle baş etmenin yolu, dezenformasyonun bilişsel ve sosyal mekanizmalarını ve insanların yalan haberlere inanma ve bu haberleri yayma motivasyonunun altında yatan nedenleri anlamaktan geçiyor.

Yanlış inançların altında yatan temel bilişsel mekanizmalar, sezgisel, analitik olmayan düşünme ve birtakım zihinsel kısa yollara (sahip olunan inançla uyumlu, anlaşılması kolay, daha önce maruz kalınan ve sık tekrarlanan bilgiye inanma) başvurma olarak özetlenebilir. Bilginin nasıl edinildiğine ilişkin inanç (epistemik inanç) farklılıkları, yalan haberlere inanma ve yayma için önemli bir belirleyici.

Bağımsız bir gerçeklik olmadığı, bilgilerin gücü elinde tutanlarca ‘’üretilmiş’’ olduğu (gerçek ötesi epistemik inançlar), sezgilerin kanıtlardan daha güçlü olduğu inancıyla birlikte narsistik ve Makyavelistik kişilik özeliklerine sahip kişiler yalan haberleri ayırt etme konusunda daha başarısızlar (https://doi.org/10.1037/mac0000070). Üstelik bu kişiler, gerçeğe işaret eden kanıtlar kuşkuya yer bırakmayacak şekilde sunulduğunda bile inançlarına tutunma ve bu öznel gerçekliklerini yayma tutumu gösteriyorlar.

Epistemik inançların, kişisel görüşün yalın gerçeklik kadar eşit güçte olduğuna inanılan çocukluk ve ergenlikte geliştiği göz önüne alındığında, bu yaş gruplarında sofistike epistemik inançların oluşturulmasının, gerçek olanla olmayanın kanıta dayalı biçimde ayırt edilmesinin ve medya okur-yazarlığının öğretilmesinin önemi ortaya çıkıyor.

Öte yandan, yanlış inançları ortaya çıkaran sosyal faktörler de var; belirli bir ortak inanca sahip olan bir gruba aidiyet, desteklenen birtakım elitlerin söylemlerini koşulsuz olarak gerçek kabul etme, partizanlık gibi. İçinde yaşadığımız bu ‘’gerçek ötesi’’ çağın, gelir düzeyinde azalma, artan ekonomik eşitsizlik ve kutuplaşma, bilime azalmış güven, ayrışmış geleneksel medya ve demagojik politik söylemler ortamında ortaya çıkıp geliştiğini de görmezden gelemeyiz.

Böyle bir ortamda sansürün dezenformasyonu önlemek bir yana şiddetlendirebileceği aşikar.

Özlem Kayım Yıldız / [email protected]

*Bu yazı HBT'nin 347. sayısında yayınlanmıştır.

Murat Altaş