100’e 2 kala…

Özlem Yüzak Y
100’e 2 kala…

Bugün en büyük bayramımız. 98 yıl önce bugün Cumhuriyetin ilanı ile  aydınlık Türkiye’nin kapısı açıldı. Demokrasiye giden yolun ilk adımları atıldı. Tabii Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşları tarafından.

Modern hukuk, laiklik, sekülerleşme, çağdaş eğitim, kadınlara eşitlik, bilim temelli kalkınma... Hepsinin ilk temelleri inşa edildi.

Peki, ya şimdi? Nereden geldik, şimdi neredeyiz? Nereye gitmek istiyoruz? Hedef ne? Cumhuriyetimizin kuruluşunun 100. yılına iki yıl kala bu soruları defalarca sorma zamanı değil mi?


Bu topraklar insanlık tarihinin en eski dönemlerine ev sahipliği yaptı. Göbeklitepe’de boyu yedi metreye, ağırlıkları 50 tona ulaşan, üzerlerinde çeşitli figürlerin yer aldığı dev dikilitaşlar 12 bin yıl önce bu topraklarda yaşayan insanların örgütlü hareket etme gücü ve organizasyon yeteneğini gösteriyordu. 12 bin yıl öncesinden günümüze insanlık tarihi savaşların, fetihlerin, göçlerin, acıların tarihi ama aynı zamanda bilgiyi arayışın, ilerlemenin, icatların da tarihi...

Atatürk bunu çok iyi özümsemişti. Bunun için ülkenin en büyük zenginliğini insan yani beşeri sermaye olarak görmüş, eğitimi her alanda, kültürü ile sanatı ile sporu ile bütünsel olarak almak ve toplumun tüm katmanlarına yaymak istemişti. Aradan 98 yıl, neredeyse bir asır geçti. Ne oldu?

Doğan Kuban Hoca’nın sık sık vurguladığı gibi “Türkiye’nin her alanda sorunlu olması, geri kalmışlık olgusundan kaynaklanıyor. Aslında bunun tanımı, çağdaş gelişmiş ülkelerin ulaştığı entelektüel düzeyin altında yaşamak.” 

Bugün bunun her alanda sancılarını çekiyoruz. Üniversite sayısı artıyor ama eğitimin kalitesi geriliyor; hastane sayısı artıyor ama sağlık hizmetinin kalitesi geriliyor; nüfus artıyor ama bilinçli insan sayısı azalıyor. Diplomalı cahiller ordusu yetiştiriyoruz. Kadınları hâlâ evin içine tıkmaya çalışan zihniyet azalmıyor artıyor. Dere yataklarına hâlâ inşaat yapıyor, deprem gerçeğini bile bile hâlâ önlem almıyoruz. Ağaç yerine bina dikiyor, hâlâ en büyük geleceğimiz olan toprağı, tarım alanlarını betonla kaplıyoruz. İleri teknoloji üretiminde nal topluyoruz.

Kuban, “Eğer toplumun çoğunluğu öğretim ve üretimin çağdaş dünyadaki önemini kavrayan bir entelektüel bilince ulaşamamışsa havanda su dövmeye devam ederiz” diye özetlemişti durumu.

100’e iki kala hâlâ havanda su dövmeyi sürdürüyoruz.

NASIL BİR GELECEK? 

Bugün dünyanın yönünü bilim ve teknoloji belirliyor. ABD ve Çin’in en büyük rekabeti bunun üzerine. Tabii Avrupa’nın da. Bilim ve teknolojiyi geliştiren herkese kapıları sonuna kadar açıyorlar. Biz ise kendi nitelikli beyinlerimizi onlara kaptırmakla kalmıyor üstelik bundan en ufak bir rahatsızlık da duymuyoruz: Yeni malzemelerin keşfi, kuantum bilişim teknolojileri, nano teknoloji, yeni ilaç molekülleri...

Bir o kadar önemli olan, araştırmaların finansmanı, kurumların kendilerini geliştirmeleri en doğru altyapıyı oluşturmaları...

Neden bir türlü yapamıyoruz? Kaynağın olmaması mı mesele? Hayır değil tabii. Sorun beyinlerde, sorun önceliklerde... siyaseti ve onun arpalıklarını toplumsal alanların her katmanına taşıma, yerleştirme çabasının gerçek kalkınmanın önüne geçmesinde. Bunu aşamadıkça daha havanda çok su döveriz.

Özlem Yüzak

Bu yazı 29.10.2021 tarihli Cumhuriyet gazetesinde yayınlandı.

Özlem Yüzak

Bilgi işçisi olarak tanımlıyor kendini... 15 yılı aşkın süredir Cumhuriyet Gazetesi’nde ‘Bilgi Toplumuna Doğru’ adlı köşesinde çağdaş dünyanın anahtarı olan bilgi, bilim ve eğitimin önemi üzerine yazıp duruyor. İnsanın doğa ve insan üzerinde kurduğu iktidardan dehşetli rahatsız; bu yüzden sürdürülebilir kalkınma, toplumsal cinsiyet, iklim değişikliği yine ilgi duyduğu alanlar arasında. “Kıskaçtaki İnsan ve İsyan” adlı bir kitabı bulunuyor.