Şüphe ediyorum o halde varım

P. Dilara Çolak Y
Şüphe ediyorum o halde varım

Bazen insanların hafızasından şikâyet ettiğini, okuduğu kitaplara dair hiçbir şey hatırlamadığını, o yüzden de bir şey hatırlamayacaksa okumaya neden devam etmesi gerektiğine dair sorgulamalarına rastlarım. Benim de yıllar önce okuduğum ve içeriğine ilişkine hiçbir şey hatırlamadığı edebi klasikler var. Bu gibi durumlarda hatırlasak da hatırlamasak da bu okuma deneyimlerinin kendisinin kaçınılmaz olarak bizde bir etki yarattığını, haliyle romanın sonuna dair bilgiyi saklamadan da o deneyimi yaşamış olmanın verdiği etkiyi farklı biçimlerde sürdürdüğümüzü söylerim.

Felsefe kitaplarına geldiğimizde ise durum biraz değişir. Nitekim felsefe ile ilgilenenlerin bu duruma bozulmaksızın doğal bir tavırla aynı kitabı tekrar tekrar okuduğunu görürüz. Bu gibi durumlarda aklıma Antik Yunan filozofu Herakleitos’un o sözü gelir; “Aynı ırmaklara gireriz, ve girmeyiz, biz biziz ve biz biz değiliz.”

Metnin görünürde aynılığına rağmen okuyucu olan ben değiştiği için metinle her karşılaşma yeniden tanışmadır. Nitekim anlam (semantik), sözcük dizilimine (sentaksa) indirgenemez. Anlam bir yorumdur, yorum yorumlayıcının bakışına bağlıdır. Bu açıdan yorumcu değiştikçe sözcüklerin oluşturduğu bağlamın gönderimde bulunduğu anlam değişir.


Her şeyden şüphe etmek

Bu girişin anlamı dilbilimsel bir analize girişmek değil, bir itiraf aslında. O meşhur “Düşünüyorum, öyleyse varım.” sözünün sahibi Fransız filozof Rene Descartes’in başyapıtı Meditasyonlar’ı ilk kez okuduğumda sanırım 19 yaşındaydım. İlk okumalarımda biri düşünce biri madde olmak üzere varlığa ilişkin ikili kavrayışına odaklanmıştım.

Geçtiğimiz senenin sonlarına doğru aynı kitapla karşılaşan farklı ben’in gözünde bu defa kitaptaki başka bir bölüm parladı. Descartes, Meditasyonlar’ın girişinde şöyle bir şey söyler; “Hayatımda ilk kez bildiğim her şeyden şüphe etmem gerektiğini düşündüm.” Geçtiğimiz yıl kış döneminde bu bölüm sanki hayatında ilk kez metni okumuşçasına kafamın içerisinde dönüp durdu. Aslına bakarsanız doğduğum toplumun genel inançlarına ergenliğinden beri şüpheyle yaklaşan biri olmam sebebiyle bu tarzda bir metodik şüpheyi zaten uygulayan biri olduğumu düşünüyordum.

Fakat belirli bir süre bir alanda çalıştığınızda o alanda saygı gören kişilerin öğretilerinin doğruluğuna dair farkında olmadan şüphenizi yitirmeye başlıyorsunuz. Bunun felsefe tarihindeki ironik bir örneği, matematikten fiziğe her alanda yaptığı devir açıcı çalışmalarla bilinen Alman filozof Gottfried Leibniz’in mantık çalışmalarında yaşandı. Leibniz, kendi mantık çalışmaları Aristoteles mantığına ters düştüğünde koskoca Aristoteles yanılmış olamaz ya, ben yanılıyorumdur herhalde diyerek kendi fikrinden şüphe ederek yayınlamaktan vazgeçti. İşin aslı Leibniz yanılmıyordu. O yüzden bir fikri geliştirerek ileriye götürme becerimiz kadar önemli olan diğer şey, o fikri üzerine kurduğumuz temel taşlara dair şüpheyi her daim saklı tutmak.

Bunları düşünmeye başladığımda bu defa geniş ölçekte kendimden ve değerlerimden şüphe etmeye başladım Descartes gibi. “Batı felsefesi, batı sanatı eğitimi aldım. Ya zihnim batı tarafından domine edilmiş ise ve içinden bakarak dünyayı gördüğüm pencerede konusunda yanılıyorsam?” diye düşündüm. Çünkü eğer yanılmıyorsam, zaten doğruluklarından bir şey kaybetmeyecekler, hatta aksine sağlamlaşacaklar; yanlışlar ise sürdürmenin bir anlamı olmayacaktı.

Nitekim Descartes’in çağdaşı Baruch Spinoza’nın, zihinde düşüncelerin oluşumu konusunda dahi katı bir determinizmin işlediğine dair önemli bir iddiası var. Bedenin fizik yasalarının belirlenimine tabii olmasına karşın zihnin mutlak bir özgürlüğe sahip olduğunu düşünmek Spinoza’ya göre bir yanılsama. Nasıl ki maddede etki-tepki varsa aynı şekilde düşünceler de bir başka düşünceden etkilenir; bu açıdan düşüncelerimiz hiç de nedensiz, keyfi , özgürce yaratılmış değildir. Benim bilinçli bir şekilde seçtiğimi sandığım ve doğruluğuna dair şüphe etmeyi bıraktığım düşüncelerim hangi belirlenimlerin sonucunda ortaya çıkmıştı? Belki de zaten doğru yoldayım ama bu yine de sorulması gereken bir soru gibi görünüyor.

Bu sorgulamada bir şeyi daha hatırladım. Descartes, varlık hakkındaki tüm bilgi şüpheli olsa dahi şüphe etmekte olduğum ediminden şüphe edemeyeceğimi söylüyor aslında bu düşünce akışının başlangıcında. Haliyle burada “düşünüyorum” sonucuna dahi varmadan önce kesin olan şey, şüphe etmekte olduğu.

O yüzden yukarıda anlattığım nedenlerden dolayı hatırlatma görevi görmesi adına o ünlü sözü yeniden formüle ettim, “Şüphe ediyorum, o halde varım.”

P. Dilara Çolak / [email protected]

Bu yazı HBT'nin 316. sayısında yayınlanmıştır.

P. Dilara Çolak