Dijital bağış

Tanol Türkoğlu
Dijital bağış

Umberto Eco’nun veda etmeden önce hazırladığı son seçkisi Budalalıktan Deliliğe adıyla Kırmızı Kedi Yayınevi’nden çıktı. Kitap yazarın 2000li yıllarda kaleme aldığı dergi yazılarından oluşuyor. Eco’nun odaklandığı ana konulardan bir tanesi de dijitalleşmenin birey üzerindeki sosyo-kültürel etkileri.

TV zirvedeyken Andy Warhol öngörmüştü: “Bir gün herkes onbeş dakikalığına ünlü olacak”. Internet bunu hayata geçirdi. Eco da İtalya’dan ilginç örnekler veriyor. Kız kardeşini öldüren bir kişi yakalandıktan sonra kendisine gösterilen medya ilgisini paraya dönüştürmeye çalışıyor mesela. Veya yüz kızartıcı bir suçtan dolayı gözaltına alınan kişi elleri kelepçeli götürülürken kameraları gördüğünde bunu fırsata çeviriyor: Gülümsüyor!

Bu türde reaksiyon verenlerin piri Eco’ya göre bizim de aşina olduğumuz bir kişi(lik): Sokakta elinde mikrofon kameranın karşısına geçmiş birisini gördüğünde onun arkasından el sallayan o kişi. Her şeyi o başlattı. Cep telefonları çıkınca önce haberini yapar oldu. Telefonla arkadaşını aradı alelacele: “Şu kanalı aç, canlı yayındayım!” Arkadaş kanalı açınca ona yine el salladı.


Dijital dünyada mesajın ışık hızında ulaştırılması Andy Warhol’un öngörüsündeki birim zamanı değişmeye zorluyor. İnsanlar artık onbeş dakikalığına değil, onbeş saniyeliğine ünlü olma yolunda. Biraz da bundan olacak o onbeş birim zamana sahip olabilmek için farkında olmadan alışkanlık haline getirilen bir olgu var: Mahremiyetten feragat!

Bilinirliğin o ışıl ışıl dünyası (onbeş saniye için bile olsa) isteniyorsa, özel yaşamın herkesle paylaşması artık sorun değil! Sadece dijital değil fiziksel hayatta da. Herhangi bir toplu taşıma aracında cep telefonu ile konuşan kişilere bakın. Bir kaç tanesinden birinin tüm konuşmasını dinleyebildiğinizi, çünkü herkesin duymasını sağlayacak kadar yüksek sesle konuştuğunu tespit edeceksiniz.

Akla şu soru geliyor: Bu bilinçli bir tercih mi yoksa sürü psikolojisi mi? Herkes belki de zamanın başlangıcından beri bilinir, görünür olmak istiyor. Ancak toplumsal kurallar bunu sınırlıyor. Anlaşılan o ki bu kurallar kıyısından köşesinden aşındırıldıkça bireyin mahremini paylaşma hevesi de artıyor. Eco’un ilginç bir tespiti de tanrı ile ilgili. Batı kültüründe tanrı öldüğünden beri birey aklına gelen en vahşi düşünceleri bile hayata geçirmede daha cesur davranmaya başladı. Eskiden hiç kimse görmese bile her şeyi gören bir tanrı olgusu bireyi kendisini kontrol etmeye zorlardı.

Bir arkadaşımın ısrarı üzerine Belçika’da yapılmış bir deneyle ilgili video haber izledim yakın zamanda. Şehrin ortasındaki bir çadırda bir medyum(?) rastgele seçilen gönüllü kişilerin zihnini okuyabileceğini iddia ediyor; özel hayatlarıyla ilgili inanılmaz detayları “görüyordu”. Finalde ise bir perde kaldırılıyor ve arkada zihni okunan kişinin sosyal medya paylaşımlarını harıl harıl inceleyerek medyumun kulağına fısıldayan asistanlar bilgisayarları başında el sallıyordu. İşin ilginci bunu görene kadar hiçbir katılımcının aklına sosyal medya paylaşımlarının gelmemesi.

Bilinme, tanınma niyeti, arzusu mana arayışı için pansuman çözüm olabilir. Mahremiyetten ödün vermek belli bir düzeye kadar kabul dahi edilebilir. Ancak sosyal medya paylaşımlarının bu sürece en çok katkıyı yapan kaynak haline geldiğini idrak edememek kaygı verici. Birey (farkında mı) özel hayatını (global) kamuya bağışlıyor!

Tanol Türkoğlu / [email protected]


Bu yazı HBT'nin 64. sayısında yayınlanmıştır.

Tanol Türkoglu