Dijital edebiyat

Tanol Türkoğlu
Dijital edebiyat

Popüler yazarlar roman konularını nasıl seçer? Tesadüfen mi, ilhama göre mi? Yoksa bunun arkasında ciddi araştırmalar mı yatar? Konu her ne kadar edebiyatın alanına girse de “bilgi toplumu” bakış açısından ilginç tespitler yapmak da olası.

Dijitalleşmenin Afrika’nın son köyünü de internete bağlama süreci sosyo-kültürel dönüşümleri de beraberinde getirmekte. Muhafazakarlaşma bunun ilk örneklerinden. Televizyonun getirdiği tahribat nispeten tek yönlü olarak değerlendirilebilir. Kapalı toplumlar ya da topluluklar TV’nin evlerine girmesi ile gündelik yaşamlarında pratik etmediklerini izleyebilir, teorik olarak öğrenebilir hale geldi. Bunların kötü örneklerini kişisel hayatlarına uygulamaya çalışarak da yozlaştı.

Internet bunun üstüne bir şey daha katıyor. Tek yönlü etki çift yönlü hale geliyor. Sosyal medyanın etkileşimlilik özelliği bu kapalı toplumların kendi pratiklerini dış dünyaya yansıtma imkânı da sağlıyor. Muhafazakarlaşmanın temelinde yatan unsurlardan birisi de bu. Artık herkesin kendi doğrusunu diretme imkânı var; neden başkasının pratiğini öğrenmek için zaman ayırsın ki?


Son dönemde popüler yazarların bilinen konu veya şahsiyetlere yönelmesi ve roman kurgularını bu olgu ya da kişilerin etrafında ele almaları da benzer bir muhafazakarlaşma örneği olarak değerlendirilebilir.

Akıntıya karşı kürek çekmeye gerek yok. Herkesin öyle veya böyle bildiği bir konu, kişi ele alınırsa kitabın okunma olasılığı da yükselecektir. Tarihsel olayları, kişiler ele alan romanların tavan yapması sadece bizim ülkemize ait bir eğilim olmasa gerek.

Muhafazakarlaşma nereye kadar gidecek? İşin etik boyutu sürecin kendisinin bu şekilde dünyaya nüfuz etmesi karşısında bile telaşa kapılırken, “pazarlamacı” bakış açısı için bu durum bir başka getiri macerasından başka bir şey değil.

Dan Brown’ın Da Vinci Şifresi kitabı ile açtığı kısa bölümlerden oluşan, betimlemeye yer vermeyen, sürekli aksiyonun film şeridi gibi satırların arasından kayıp gittiği roman modeli edebiyat çevrelerinde tam kabul görmedi gibi. Bu biraz da Dan Brown’ın ne kadar “edebiyatçı” olduğu ile ilgili olsa gerek. “Gerçek” edebiyatçılar yine de bu eğilime bütünüyle kayıtsız kalmadılar; romanların sayfa sayısı azalmaya başladı. Hatta bazı yazarlar novella türünü anımsadılar; yüz yüz elli hadi bilemedin iki yüz sayfalık romanımsılar kaleme aldılar.

Hayatındaki en büyük değişimleri bir Twitter mesajı, bir Instagram karesi ile anlatmayı “norm” haline getirmiş kuşağın kitap okumasını sağlamak için keşfedilmiş “ince” taktikler bunlar. Şimdi sırada anlaşılan içeriğin de çoğunlukla bildik bir konu etrafında ele alınması var.

Bellidir ki kimse böyle yazsın diye zorlanmıyor. Ancak ortada bir gerçek var. Ayak diretmek yazarın kendisini zora sokuyor. Basılması da okunması da riske giriyor. Ayrıca düne kadar göstermiş olduğu başarının bugün pek bir anlam ifade etmeyebileceği gerçeği de kamusal alandaki tüm figürler gibi yazarları da etkiliyor. Neden? Dijital dünya ile etkileşim içinde olan ortalama bir insanın birim zamanına düşen “yaşanmışlık” katsayısı, hayat deneyimi o denli arttı ki iki roman arasında geçen birkaç dünya yılı, bu dijital bireyler için birkaç on yıl gibi gelmeye başladı.

Belki de başlayıp biten romanlar yerine, her gün birkaç sayfa ile gelişme gösteren, başı sonu olmayan bir akış yeni edebiyat türü haline gelecek.

Tanol Türkoğlu / [email protected]

Tanol Türkoglu