İlerledikçe gerileme

Tanol Türkoğlu
İlerledikçe gerileme

Aynı sonuçları arzu ettiği görülen, ancak derinlemesine incelendiğinde çıkış noktalarında farklı motivasyonların olduğu tespit edilen iki olgu: İlerleme ile gelenek. İlerleme daha iyi bir geleceğe gitmek üzere devinim halinde. Gelenek ise iyi-kötü şimdiki zamanı mevcut koşullarını değiştirmeden koruma derdinde.

Modernite esasen bireyi birey olduğu için değerli buluyor mu tartışılır ancak onun kendini aramasına saygı gösteriyor. Bu arama süreci ise yepyeni şeyleri beraberinde getirmekte. İcatlar, keşifler, yenilikler. Bu çerçevede ilerleme aslında bireyin kendini aramabulma sürecinin bir yan ürünüdür. Ancak kapitalizm palazlandıkça ana ürün yan ürün rolleri değişime uğramıştır. Bugün temel amaç, para kazandıracak ilerlemeyi sağlayacak yenilikler yapmaktır. Bunun için doğa katledilecekse katledilir, bir insan kendisini arayacaksa o arama sürecine destek olunur. Bireyin kendini bilmesi artık yan üründür.

Şu rahatça söylenebilir ki bizim coğrafyamızda da bireye değer verilmekte. Ancak bu sözde bile olsa yukarıdaki türden bir ontolojik refleksten gelmiyor. Bireyi birey yapan, onu yaratan metafizik güç. Yani “yaradılanı sevdik yaratandan ötürü”. Yunus Emre’nin bu tespitinin dış okumasında yaratan ile yaratılan birbirinden ayrık iki şey gibi algılanmakta. Oysa iç manada ortaya şu çıkar ki yaradılanı sevme nedeni onun yaradanın bir parçası olmasıdır. O hem ondandır hem de ondadır. Burada da bireyin kendini araması bulması beklenir; ama tanrıyı bulması için: “Kendini bilen, rabbini bilir”.


Şimdi bu birey ister sanayi toplumu içinden geçerek ister tarım toplumundan doğrudan sıçrama yaparak olsun, dijital bir toplumun içine adım atmış durumda. Dijital dönüşüm özellikle son yıllarda sosyal medya gibi karşılıklı etkileşim kurmayı sağlayacak imkanlarla bireyleri ortak bir sahneye çıkarıyor: Dünya sahnesine!

Sahneye en sonunda çıkmayı başaran birey için artık performans zamanıdır. Dışarıdayken sahnedekiler hakkında dilediği gibi atıp tutabilirdi. Ancak sahnede yorum değil gösteri yapması beklenir. Ve birey sahneye çıktığında keşfetmektedir ki aslında sergileyebileceği özgün bir performansı-gösterisi yoktur. Çünkü zamanının büyük bir kısmını prova yaparak değil başkalarını eleştirerek geçirmiştir. İçerik üretemez, üretilmiş olanları ya eleştirir ya da “like” edip paylaşır. Orijinal bir fikri, sözü yoktur! Yerinde sayar. İlerleyenleri sevmez olur.

Dijitalleşme sadece özgünlük değil zamansal açıdan da bireyin yaşamını dönüştürmekte. Birey giderek birim zamanda daha çok şey yapabilir hale gelmekte. Bu devinim “şimdiki zaman” olgusunun algılanmasını da değiştirmekte. Şimdiki zaman giderek genişlemekte. Şimdiki zamanın içine daha çok şey sığabilmekte, sığdırılabilmekte. Fiziksel olsun, dijital olsun.

İşte tam da bu nedenle şimdiki zamanı genişleyen birey daha muhafazakar, daha gelenekçi olmak ile karşı karşıya. Çünkü geleneğin hedefi ne ulaşması için aslen zamanı durdurması gerek. Onu durduramadığı için bu ilerleme müsibeti(?) ile mücadele etmek zorunda. Dijitalleşmenin “arz”ı sonsuzlaştırması, zamanın gelenekçilerin istediği şekilde durmasını sağlayamadı belki ama şimdiki zamanı genişletti. Genişleyen şimdiki zaman algısal düzeyde zamanı durduruyor. Hepimizi şimdiki zamanın içine hapsediyor. Ne paradoks! İlerlemenin geleneği, muhafazakarlaşmayı körükleyeceğine kim inanırdı?

Tanol Türkoğlu / [email protected]

Bu yazı HBT'nin 146. sayısında yayınlanmıştır.

Tanol Türkoglu